- Kategori
- Spor
Kentsel Dönüşümler
Son yılların popüler tabirlerinden biri, Kentsel Dönüşüm. Asırlar boyu haşır neşir olmamıza rağmen çoğu kez görmezden gelmeye çalıştığımız deprem denilen gerçeğin süslü bir elbiseyle giydirilmeye çalışıldığı ama yine de defolarından dolayı kalıbına oturtulamayan bir nevi “Eskiyi getir, yenisini götür.” hareketi. Ne deprem ne inşaat uzmanı olduğumuzdan ötürü belirli bir birikim gerektiren konulara girmeden rotayı yeşil sahalara çeviriyoruz kulağımızda çınlayan o son dönemin popüler şarkısı Kentsel Dönüşümler eşliğinde. Zira kafamızı o yöne çevirdiğimizde yıllardır bu tabirin hakkını veren bir isim görüyoruz: Jürgen Klopp.
Mainz ve Dortmund kariyerlerinden sonra geldiği dünyanın en rekabetçi liginde çeyrek asrı aşan bir şampiyonluk hasretine giren Liverpool’u hangi aşamalardan geçirerek zirveye çıkarttığı pek çok kişinin malumu. Kulüple sözleşme imzaladığı gün kadroda bulunan oyunculardan yalnızca 5’i bugün de Liverpool bünyesinde kaldığını düşünürsek köklü bir değişim yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendisinden sadece birkaç ay önce Bundesliga’dan Premier Lig’e geçiş yapan Roberto Firmino’nun transferinde parmağı var mıdır bilinmez ama alışıldık santrafor kalıplarının çok dışında bir çizgisi olan Brezilyalı oyuncunun, Jürgen Klopp’un sisteminin temelini oluşturduğu bir gerçek. Eski takımında Polonya Ligi’nden bulup getirdiği ve şimdilerde tartışmasız dünyanın en iyi santraforuna dönüşen Lewandowski ile 4 sene çalışan bir hoca, ondan tamamen farklı özellikteki Firmino’yu nasıl takımın temel parçası olarak düşündü bilinmez ama Firmino’nun yanına sırasıyla monte ettiği Mane ve Salah ile futbol tarihine geçen bir hücum hattı kurulduğu da bir gerçek. Halbuki bu üç oyuncu da ilk transfer oldukları gün gerek Ada basınında, gerekse de sosyal medyada Liverpool seviyesinin altında oldukları düşünülmüş ve Jürgen Klopp eleştirilmişti. Hücum hattını rüştünü ispatlamamış 3 isme emanet eden Klopp, bek konusunda daha büyük risk almış ve biri altyapıdan diğeri küme düşme hattı takımından transfer olmak üzere iki çaylağı üstelik de savunması sorunlu bir ekibe yerleştirmişti. Orta sahasını daha çok takımın eskilerinden ya da düşük maliyetli isimlerden dizayn eden Jürgen Klopp, Coutinho’dan gelen parayla kadrosal dönüşümün son hamleleri için nokta atışlara yöneldi ve yenilmez armada ortaya çıktı.
Mazisiyle övünmekten başka elle tutulur bir yanı kalmayan Liverpool, yaklaşık üç senede tüm dünyanın hayranlıkla izlediği muhteşem bir takıma dönüştü dönüşmesine ama özellikle geçen sezonu sakatlık sorunu yaşamadan atlatan takım bu kez o kadar şanslı olamadı. Klopp’un saha içi kumandanı olan Van Dijk’ın uzun sürecek sakatlığının ardından transfer sezonunun kapalı oluşundan ötürü takım içi yeni bir “kentsel dönüşüm” gerekiyordu. Aslında Liverpool transfer komitesinin de eleştirilmesi gereken bir konu var ki o da böyle yoğun maç programı olan bir sezona takımı sadece üç stoperle başlatması. Orta saha orijinli Fabinho da dördüncü alternatif olarak düşünüldü muhtemelen ama şampiyonlukta çekiştiği en büyük rakibi bu konuda canı yanmış olan City tam 5 tecrübeli stoperi kadrosunda barındırırken Van Dijk harici yüzde yüz güven veren bir stoperi olmayan, son dönemde epeyce gelir de elde etmiş bir takımın takviyeye ihtiyacı vardı. Bu takviye Nathaniel Philipps gibi daha önce hiç üst düzey bir ligde oynamamış bir oyuncu mu olmalıydı tartışılır ama 80 milyon euro piyasa değeri olan Van Dijk’ın alternatifi transferi yönetenlere göre 800 bin euro’luk bu isimdi.
Alison Becker’in sakatlıktan yeni yeni çıktığı ve Van Dijk’lı savunmanın bile 4 maçta 11 gol yediği düşünüldüğünde herkes Klopp’un en azından zorluk seviyesi yüksek maçlarda farklı bir strateji belirleyeceği konusunda hemfikirdi. Ancak bu fikirler zaten kırılgan olan savunma hattının daha da sertleştirilmesi, orta alan direncinin arttırılması belki de hücum üçlüsünden birinin kesilmesiyle alakalıydı. Hatta çok iyi iki tane hücumcu beke sahip olan Liverpool’un savunmayı üçlü hale getirip top rakipteyken 5-2-3, atak anında ise 3-4-3 gibi Scolari’nin Brezilya’sını anımsatan bir yapıya dönmesi de mümkündü. Ancak gözlük çerçevesinin ardından hayata farklı bakan renkli gözler, futbola da farklı bir bakış açısıyla bakıyor, bu işe tüm benliğini veren adamın aklına çoğu antrenörün City deplasmanında denemeye cesaret edemeyeceği bir diziliş geliyordu: 4-2-3-1.
4-2-3-1 aslında futbolda yıllardır gördüğümüz, çok fazla uygulandığına şahit olduğumuz bir diziliş. Ancak size sadece 1 forvetle oynama imkanı veren, daha çok orta saha oyuncusu kullanıp arkayı sağlam tutma düşüncesindeki antrenörlerin sevdiği bir kurgu. Yani Jose Mourinho’nun Chelsea’de efsaneleştirdiği, ülkemizde Aykut Kocaman ile özdeşleşen 4-2-3-1’den apayrı çok daha ofansif bir kurguyla sahaya yayılan Klopp’un dizilişinde dört forvet orijinli oyuncu görev alıyordu. Aslında bu dizilişle sahaya daha önce de çıktığı olmuştu Liverpool’un ama o maçlar hem City maçı kadar zor değildi, hem de arka tarafta Van Dijk’ın da forma giydiği müsabakalardı. Ayrıca forvet arkasındaki üçlüde Lallana, Keita, Shaqiri, Chamberlain gibi zaten orada oynamaya alışkın orta saha-kanat oyuncuları oynuyordu ve açık puan farkıyla, dolu tribünler önünde sahaya çıkan Liverpool için risk alınabilir şartlar söz konusuydu. Bu haliyle sadece iki hafta önce ligin dibindeki Sheffield United karşısında denenen ve 2-1 gibi sıkıntılı bir skorla kazanılan maça güvenip çok değil daha dört ay önce, 66 dakikada 4’lük olduğu stada dört hücumcu ile çıkmayı göze alabiliyordu karizmatik teknik adam. “Madem arka taraf sıkıntılı, ön alanda pres gücünü ne kadar arttırabilirsem rakibin üzerime gelmesini o kadar engellerim.” düşüncesi cesur ama aynı zamanda pragmatik bir çözümdü.
Salah’ı sağ kenardan en uca atarak, tabiri caizse “ön forvet” olarak kullanıp arkasını Mane, Firmino, Jota üçlüsüyle destekleyen Jürgen Klopp, Bundesliga günlerinden beri ezeli rakip olduğu Guardiola’nın yeni oluşturduğu savunma dörtlüsünün yaşadığı uyumsuzluklardan yararlanmayı planladı. Oyun arzu ettiği gibi başladı aslında ve ilk yarım saatlik dilimde istediklerini yapan, pozisyonlar üreten, rakibi zorlayıp kazandığı penaltıdan golü de bulan bir kırmızı formalı şampiyon vardı sahada. Özellikle Mane’nin etkinliği üst düzeyde hissedildi. Öyle ki Senegalli, rakip savunmayı yıpratıp penaltı kazandırması yetmez gibi bir de zaman zaman Robertson’ın kademesine girip ikinci bir sol bek vazifesi görürken her oyun planında var olabileceğini kanıtladı. Hatta Rodri’den kaptığı topta Salah ile o alıştığımız pas alışverişini yapabilseler fark 2’ye yükselip maçı da koparabilirlerdi de. Ancak 30 ila 40. dakikalar arasında yaşanan 10 dakikalık sekansta 3-1 geriye düşmeleri işten bile değildi.
İkinci yarının ilk 15 dakikasının ardından ağırlaşan zemin, peş peşe gelen 3 günde bir maç düzeni nedeniyle iki takım da yoruldu ve maç Klopp’un kabul edebileceği bir skorla bitti. City gibi ligdeki en zor deplasmanı kendi oyunundan taviz vermeyerek puanla kapattı Kırmızılılar. Daha önce sezon genelinde uyguladığı kadrosal dönüşümü bu maç özeline uyarlayacak şekilde revize eden Alman, Katalan asıllı İspanyol’u mat etmenin sevincini içinde bir yerde yaşadığı gülüşüyle belli ediyordu maç sonu sarılmasında.