Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Keşke dememek için

Keşke dememek için
 

Karlı, ayaz soğuk bir gün.
Doğu Anadolu'da küçük bir ilin tren istasyonundayım.
İstasyonun bekleme salonunda benden başka 4 kişi daha var. Yaşlı bir karı koca, izine giden bir er ve bankta oturup kitap okuyan bir bayan.
Salonun ortasında gürül gürül yanan kapağı kıpkırmızı olmuş kocaman bir soba. Hava öyle soğuk ki koca soba gürül gürül yandığı halde salonu zor ısıtıyor.

Yaşlı çiftin konuşmalarından yeni evlenip oraya tayin olmuş astsubay oğullarını ziyarete geldikleri anlıyorum.
Yaşlı adam pencereden dışarıya merakla bakıyor ve eşine;
- Valla Zehra bu havanın durumu hiç de iyiye benzemiyor Allah verede yolda izde kalmasak bu kış kıyamet gününde diyor..

Kocaman kar taneleri kah sağa sola savrularak kah salonun pencerelerine çarparak yere düşüyor ve yerdeki beyaz soğuk örtü giderek kalınlaşıyor.

Ben can sıkıntısından duvarındaki çerçeveleri sararmış reklam panolarını inceliyorum. Bir süre sonra bakacak reklam panosu da kalmıyor...
Bu arada soba resmen azıyor güp güp diye sesler çıkartarak yanıyor.

Yaşlı adam eşine; "Allah’tan burası sıcacık Zehra yoksa donardık buralarda. Allah devlete zeval vermesin" diyor...

O sırada sen okuduğun kitabı kanepeye bırakıp kalkıyor sırtında ki kalın kabanı ve boynundaki yün kaşkolu çıkartıp duvardaki askıya asıyor, sonra yeniden yerine oturup kitabına dalıyorsun.

Sen bunları yaparken gözlerim seni izliyor ve birden dikkatim üzerinde yoğunlaşıyor...
Seni incelemeye başlıyorum çaktırmamaya çalışarak. ilk anda gözlerim kısa kesilmiş gür saçlarına takıldı. Yüzüne baktığımda öyle bir ifaden vardı ki yüzünde sıcacık, sevecen, cana yakın.
Kaldım öylece.
Önce okuduğun kitabın etkisi ile mi dedim?
Yok yok sürekli böyle bir ifade olamaz dedim insanın yüzünde. Öyle olsa kah kızgınlık, kah şaşkınlık olurdu yüzünde. Seni tepeden tırnağa süzdüm meraklı gözlerle. Giyim tarzın buraya uymuyordu. Oldukça uyumlu ve şıktın. Siyah balıkçı kazağın, kot pantolonun ve botlarınla..
Kalbim öyle hızlı atmaya başlamıştı ki duydun mu acaba diye bakındım ama sende bir hareket yoktu. Oğlum ne yapıyorsun sakin ol dur ne oluyor sana. Taze liseliler gibi elin ayağın dolaşıyor kendine gel diye kızıyordum.

Bir yandan da acaba;
Bekar mı?
Yoksa nişanlı mı?
Ya da evli mi ?
Düşünceleri ile ayağa kalkıyorum, duvardaki panoyu incelermiş gibi, ellerim cebimde sana yaklaşıyorum. Arkandaki panonun önünde durup resmi incelermiş gibi yapıp çaktırmadan parmaklarına baktım. Sadece gümüş bir yüzük vardı elinde. Dünyalar o anda benim oldu. Yüzün o kadar güzel görünüyor ki yanına gedip, yanağından öpmemek için güç tutuyorum kendimi.
Salonun açılan kapısından içeri giren buz gibi hava ile kendime geliyorum. Ardından istasyona yaklaşan trenin sesini duyuyorum. Telaşla valizime yöneliyorum.
O an fark ediyorum koltuğun yanındaki kocaman valizi. Hadi oğlum bu fırsatı kaçırma bundan iyi bahane bulamazsın diye bayana yöneldim.
Kalbim yerinden fırlayacak gibi daha deli atmaya başladı.
-Afedersiniz valizinizi taşımak istiyorum dedim o kadar büyük ki siz onu taşıyamazsınız. Ayrıca buna gönlüm razı olmaz dedim.
Hafif bir tebessüm ile ;"Yok çok teşekkür ederim. Hem büyük olduğuna bakmayın pek ağır sayılmaz. Kendim taşırım" dedi.
Hemen pes etmek yok.
-Lütfen görenler ne der sonra, bir Türk subayı üstelikte elleri boş ve bir bayanın kocaman valizi taşımasına seyirci kalacak. Dünyada kendime böyle dedirtmem.
Elimi valizine uzattığım anda ellerimiz birbirine değiyor. Ve o anda bu güzel aşka giden kapının anahtarı açılıveriyor.
Elini hızlıca çekip, "Peki madem öyle, bende bir Türk subayını zorda bırakmayayım.."

Hele birde tren de ayni kompartımanda olduğumuzu görünce anlatamam o anki heyecanımı ve sevincimi ..

Şu anda bile. O anı düşündükçe bunca zaman sonra hala kalbim deli gibi atıyor.
Neden böyle olur?
Birbirini delicesine seven iki insan?
Şimdi mahkeme kapısında iki yabancı.
Onca güzellik sanki hiç yaşanmamış?

Acaba sevgileri çok hoyrat mı kullanıyoruz?

Sanki bize sunulan sevgileri hiç bitmeyecekmiş gibi düşüncesizce mi harcıyoruz?

Sevilen kişi sevildiğinin farkına varmıyor mu? Varıyor da önemini mi kavrayamıyor?

Ancak elindekini kaybedince mi değerini anlıyoruz?

Yanı başımızda ki sevginin sonsuza kadar devam edeceğini düşünerek, ilk hatayı yapıyoruz. Hataların affedildiğini görerek dönülmez yola giriyoruz.

Karşımızdakini kendimize benzetmeye çalışıyor sonra bir bakıyoruz ki..
Sevdiğimiz kişi bu değil.
Bir bütün olalım derken yok oluyoruz. Bütünlükten anladığımız karşımızda ki kişinin söylediklerimizi kabul etmesi sanıyoruz. Ve bak ne kadar uyumluyuz diye hava atıyoruz.
Birey olmadan uyum, bütünlük olmaz.
Kişiliğimiz oturmaya başlayınca da isyan bayrakları bir bir açılmaya başlıyor.
Kırılan kalp, kırılmaktan nasır tutunca da... Neden böyle olduk diye kara kara düşünüyoruz.
Sevgiyi bitirmeden önce düşünmeye başlamazsak, pişmanlıkların işe yaramadığını bilelim.

Hele de kaybedilen GÜVEN ise.
KEŞKE DEMEMEK İÇİN SEVGİMİZE SAHİP ÇIKALIM....
Sevgi ile kalın...



 
Toplam blog
: 96
: 2224
Kayıt tarihi
: 13.06.06
 
 

Hayata güleryüzle bakmaktır felsefem ama polyannacı değil. 1961 Sivas doğumluyum, evliyim 2 kızım..