Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

17 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kibaristan

Kibaristan
 

Çocukken en sevdiğim, döne döne okuduğum romanlardan biriydi Güliver’in Seyahatleri. Yazarı Jonathan Swift. Açık mavi, böyle defter kaplar gibi kitabın üstüne geçen, kuşe kâğıttan bir kapağı vardı. Hey gidi günler. Çocuk beyni köpek misali. Kitabı olduğu gibi alıp, ilerde belki lazım olur diye saksıya gömmüşüm işte. Eşeledikçe çıkıyor. Güliver yani. Gittiğim her yerde, “Yok artık...” dediğim her anda , “Şaşıracak ne var kızım, ben sana böyle mi öğrettim?” diyor, beyaz kilotlu çoraplarından utanmadan. “Liliput’taki arkadaşlar da cüceydi, hatırlasana.” Uzatma kaptan, aldık mesajı. Her ülkenin kendine göre normalleri var.

Normal dedim de aklıma geldi, Kibaristan’daki yeni evimizi tanıttım mı ben size? Hah, öyleyse tam sırası. Güliver, sen bilinçaltına gidebilirsin, sana ihtiyacım olduğunda ben seni çağırırım. Bayan Rotenmayır, siz de konuklara çay kahve sorun lütfen. Danke şön.

Efendim, burası Kibaristan’ın başkenti Tel Aviv. Artık burada yaşıyoruz. Bu da evimiz. Evimiz diye söylemiyorum ama pek şahane. Hem de çok merkezi. Şehrin kuzeyindeki banliyölerde oturup, git-gel trafikte ömür tüketmek istemedik. Onun yerine gürültü törpülesin sinirlerimizi dedik. Şehir günde 24 saat arı kovanı gibi uğulduyor. Arada inşaat sesleri kornalara, kornalar sirenlere, sirenler ortalama 3 dakikada bir geçen uçakların gürültüsüne karışıyor. Kornaya asılana “Ne var len?” diyen, “Bu uçaklar hiç olmazsa geceleri böyle tepemizden tepemizden uçmasa” diye akıl fikir yürüten yok. Yani diyeceğim Tel Aviv ahalisi bu durumdan hiç rahatsız değil. Hatta gürültüyü bastırabilmek için onlar da bağırarak konuşuyorlar. “Güliver’in Seyahatleri - Birinci Bölüm: Güliver Desibeller Ülkesinde.”

Neyse, evimiz bir apartmanın son iki katında bulunuyor, girişte, alt katta, açık mutfaklı salon, çamaşır odası/ardiye olarak kullanacağımız buçuk oda, bir banyo ve iki yatak odası var. Üst katta da ebeveyn banyolu ana yatak odası ve teras. Bu ebeveyn banyosu ne iş bilmiyorum, annemle babam geldiğinde onlara verilecek banyo anlamında herhalde. Bizler ebeveyn değiliz zira.

Şimdi, ben bu açık mutfak denilen gavur icadının, bu sitcom dekorunun, mutfakta yalnızca makarna haşlayan bekar bir erkeğin başının altından çıktığından eminim. Ve fakat ne acıdır ki Tel Aviv’de normal mutfaklı ev yok. Konserve kahkaha ile besleniyorlar ya, artistler. Alışacak mıyım? Elbette. Doğuştan bir salon hanımefendisi olduğumdan, mini eteğimi giyip, takma kirpiklerimi takıp, Filiz Akın Filiz Akın soğan kavuracağım salonun ortasında. Koltuklarımız karnıbahar, kitaplarımız buram buram karışık kızartma kokacak. Kocam eve geldiğinde “Snıf snıf, kızartmanın sosuna sarmısağı az mı koydun şeri” diyecek. O robdöşambırını giyip, buzlu viskisini yudumlarken, ben söylediklerini gururuma yediremeyip intihar edeceğim. Kocam “N’ayır, n’olamaz!” diye bağırarak kucağında beni hastaneye taşıyacak. Midemi yıkayacaklar ama kör olacağım. Sesim güzelleşecek. “Hay bu mutfağı bu salonun ortasına koyanın...” adlı arabesk parçam ve “Al sitcomunu ver mutfağımı” adlı koşmam Orta Doğu’ya barışı getirecek. Şekele şekel demeyeceğim. Kendime aşçı tutacağım. Aşçının gerçek babam olduğunu kan çekince anlayacağım. O şaşkınlıkla gözlerim açılacak. “Güliver’in Seyahatleri – İkinci Bölüm: Güliver Zırtapozlar Ülkesinde.”

Bu evi kiralamamızda en önemli etkenlerden biri olan terasımızda, rahatlıkla çift kale maç yapılabilir. Kocamla kavga ettiğimizde de, iki ayrı uçta oturup, birbirimizi görmeyebiliriz. Yılın 8 ayı yağmur yağmayan bir ülkede, bundan iyisi, deniz manzarası. O da bizde yok. Kenardan iyice sarkıp, taa uzaklara baktığımda, küçük parmağımın tırnağı kadar deniz görünüyor. Berlin’deki evimizin balkonu yoktu, burada vur deyince öldürdük. Plastikten çeyiz düzüp, balkon masası ve sandalyeler aldık. Bir de mangal aldık mıydı, kocamı içeri sokamayacağım. Laf aramızda bu erkekler bir garip. “Mangalda kedi ızgara var” desem, “Hardal yok mu?” derler. Herşey iyi hoş da, terasın kenarları duvarlarla çevrili. Ne akla hizmetse artık, oturduğum zaman anca yüksek binaların üst yarılarını görüyorum. Mimari sanatının nadide bir örneği midir, yoksa sokaktan gelen gürültüyü kesmek için mi öyle yapılmıştır bilemedim. Tek avantajı, terasta donla da dolaşabiliyoruz. “Güliver’in Seyahatleri – Üçüncü Bölüm: Güliver Utanmazlar Ülkesinde.”

Efendim, gelelim zurnanın “zırt” dediği yere. Inınınııııın... Evimizle ilgili öyle bir ayrıntı var ki, onu özellikle en sona sakladım. Neredesin kaptan? Gel hele.

Evimizde yatak odalarından biri SIĞINAK. Kibaristan’da yeni evlerin birer odasının sığınak olarak hazırlanması MECBURİ. Binaların altları park yeri olarak kullanıldığından, sığınak ihtiyacına (!) böyle bir çözüm bulmuşlar. Bir nevi panik odası işte. Pencerenin önünde ağır metalden bir kepenk ve özel bir havalandırma sistemi var. Duvarlar güçlendirilmiş betondan yapılmış ve kapısı kalın çelikten. Ev ararken ilk seferinde “Bu kapı niye böyle?” diye sorup, “Seni daha iyi koruyabilmek için yavrum” cevabını alınca irkilmedim dersem yalan olur. Pratikte işe yarayıp yaramaması bir yana, fikrin ortaya çıkışı üzerine ansiklopedi bile yazılabilir rahatça. “Güliver’in Seyahatleri – Dördüncü Bölüm: Güliver Korkulu Eceller Ülkesinde.” “Peki ama benim hiç düşmanım yok ki, ne yapayım şimdi ben bu odayı?” Kendi kişisel sığınağım yapıp, ana rahmine geri mi döneyim? Sıkılırım ama orada. Vazgeçtim, madem duvarlar dayanıklı, ben de müzik setini oraya koyup, parçacık çarpıştırırım. Ayrıca yeniden gitarıma eziyet de edebilirim. Tavana da yanar döner aynalı bir top koymazsam bana da uhudedipuhu demesinler. Normal desinler. Ne demişler, normalite, legalite, densite, parite... Ekmek bulamazlarsa dokuz sekizlik... Ne? Vulevukuşeavekmua mı? Bayan Rotenmayır, Güliver’i rahat bırakın lütfen. Ayıp oluyor.

 

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara