Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '20

 
Kategori
Eğitim
 

Kim Daha Güçlü?

 

 

            Köy Enstitüleri’nin kurucusu ve planlayıcısı İsmail Hakkı Tonguç’tan bir anı ile başlamak istiyorum bu yazıya:

            Tonguç, llköğretim Genel Müdürü olarak her zamanki gibi golf pantolonu ile köyleri dolaşmaktadır. Kimseler yoktur yanında. Bir köy okuluna girer. Öğrenciler sınıfta sessizce ders çalışmaktadır ama öğretmen yoktur görünürde.

            Bakar ki, okulun bir odasında içkisini yudumlamaktadır öğretmen. Tonguç’u görünce, O’nu yol çavuşu sanıp sofrasına davet eder. Oturan Tonguç, “Derdin nedir öğretmen bey? Bu saatte içilir mi?” diye sorar.

            Çok üzgün olan öğretmen, “Eşim çok hasta çavuş dayı. Çok bunaldım.” diye anlatınca, “Neden hastaneye yakın bir yere atanmayı istemedin?” diye sorar Tonguç. Öğretmen, çok istediğini ama ilgililere derdini anlatmadığını söyler.

            Tonguç, “Bir dilekçe daha yaz, bir daha dene.” der. Öğretmenin yazdığı dilekçeyi alıp ayrılır köyden. Ankara’ya döner dönmez de, istediği yere atayıverir öğretmeni.

            Başka bir gezisinde, öğretmenin yeni atandığı okula uğrar. Tonguç’u uzaktan görüp tanıyan öğretmen, kuytu bir yere saklanır. “Yeni öğretmeniniz nerde?” deyince, bulup getirir köylüler öğretmeni. Tek bir sorusu olur Tonguç’un:

            -Eşiniz iyileşti mi?

İşte böyle bir eğitimcidir Tonguç. Başka bir şey söylemeye gerek var mı?

                                    ***     ***     ***

Günümüzden 80 yıl önce, kızlarla erkekleri yatılı bir okulda okutmanın ne kadar zor olduğunu

düşünebiliyor musunuz?

            İşte bu zor işe cesaretle girişir Tonguç. Hem de 1940’tan önce.

            Şükranla anmalıyız ki, kim ve ne olduğunu bile bile, O’nu İlköğretim Genel Müdürlüğü koltuğuna oturtan Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, bütün gücüyle destekler; bu devrimci eğitimciyi. Hele hele, Arıkan’dan görevi devralan Hasan – Âli Yücel ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de…

            Buna rağmen istenen ve umulan başarı sağlanamamıştır bence:

            İnsanların hücrelerine kadar işlemiş bin yıllık bir korku ve yasağı, bir çırpıda yok etmek mümkün değildi elbette.

            Bu konuyla ilgili 1940’larda yaşanmış gerçek bir öykü dinleyelim şimdi de:

            İçinde Arifiye Köy Enstitüsü tarım öğretmeni Hakkı Tanberk’in de bulunduğu eğitimciler, köylü kızı Hamiyet’in annesini hemen razı ederler. Ancak babası hiç istemez; kızının enstitüye gitmesini. Hamiyet ve annesinin ısrarı sonucu Köy Enstitüsü’ne giden kızı ile beş yıl boyunca hiç konuşmaz babası.

            Hamiyet Olgun, enstitüde olmaktan çok mutludur ama babasının dargın olmasından da bir o kadar üzgün…

            Öyle inatçıdır ki baba, kızı ne zaman izinli gelse okuldan, ailesini bırakıp annesinin evine gitmektedir. Bir kızın okuması kötüdür ona göre. Hele hele, “Erkekle kız bir arada nasıl okur?” demekte, aklı bir türlü bunu kabul etmemektedir.

            Enstitüden mezun oluncaya kadar, baba hiç konuşmaz, kızıyla.

            Öykünün sonunu, kendi köyüne öğretmen olarak atanan Hamiyet Olgun’dan dinleyelim:

            “Babam, mezun olunca yine konuşmadı. Bir seneye yakın zaman geçti. Babaannem öldü. Babamlar üç kardeş, üçünde de para yok. Babam manifaturacıya gidip borç olarak kefen almak istemiş. O da vermemiş. Aybaşına üç gün var. Ben gittim:

            -Sezai Amca, maaşı almaya üç gün var. Kefeni ver, ben öderim; dedim.

O zaman yedi arşın deniyordu. Kefeni verdi, geldim eve. Babama, “Feneri yak,

babaanneme gidelim.” dedim. Kefeni aldık. Babaannemlere gittik. Babaannem, o kefene sarılıp ertesi gün defnedildi. Geri dönerken, babam:

            -Ben çok fazla yanılmışım. Meğer sen çok başka bir insanmışsın; dedi. Hiç cevap vermedim. Eve geldik, anneme söyledim. Annem, “Ee kızım, bana şükret.” dedi. Ben de:

            -Anne, sana her gün şükrediyorum; dedim.” (*)

            Düşünebiliyor musunuz, kızıyla beş yıl hiç konuşmayan bir baba…

            Nedir, kızının suçu?

            Okumak!.. Evet, suçu yalnızca öğretmen olmak için okumak…

            Yalnızca babası değil, dayısı da karşı çıkmış, yeğeninin okumasına. Ne güzel ki, Hamiyet de pes etmemiş, annesi de…

            Hamiyet öğretmen, kendi köyündeki okulda birkaç yıl çalıştıktan sonra okul müdürü olur. O sırada vali gelir köye. Hamiyet öğretmen, hoş geldine gidince, vali ayağa kalkıp yer gösterir. Sorulan her soruyu rahatça cevaplayınca, valinin övgüsünü kazanır.

            Bu sahneye tanık olan Hamiyet öğretmenin dayısı, valiyi uğurladıktan sonra doğruca eve gider ve kızı Ayşe’ye:

            “- Kızım, Ayşe! Okuyacaksın, öğretmen olacaksın. Gittiğin okulda da bir arkadaş bulup onunla evleneceksin.” der.

            Altı yıl önce, yeğeni Hamiyet’in Arifiye Köy Enstitüsü’ne gitmesine karşı çıkan dayısıdır; bu sözleri söyleyen.

            İnanası gelmiyor insanın, değil mi?

            Ama hayal ürünü bir öykü değil, yaşanmış gerçek bir anıdır bu.

            Köy İhtiyar Heyeti Üyesi olan bu dayının kızı Ayşe, gerçekten de Arifiye’ye gider, sonra da Yüksek Öğretmen Okulu’na…  Ve babasının dediği gibi bir öğretmenle evlenip İstanbul’da görev yapar yıllarca.

            Sanmayın ki, her zaman babalar karşı çıkar, kızların okumasına. Tamamen tersi de olabiliyor bazen.  Geyve’nin Umurbey köyünden Kadriye Uysal, annenin karşı çıkmasına karşın, babasının ısrarı ile gidebilir Arifiye’ye.

            Niçin mi karşı çıkmış annesi?

            Çevresi, “Kızın orda kötü yola düşebilir, çok üzülür, çok pişman olursun sonra.” demişler. Hangi anne ister, kızının kötü yola düşmesini!

            Böyle bir tehlike olduğunu bile bile, bir anne canından bir parça olan kızını niçin güle güle göndersin, değil mi ya!

            İşte bütün bu engellerden dolayı, Köy Enstitüleri’nde okuyabilenlerin ancak yüzde 10’u kız öğrencidir.

            Yarı yarıya olabilseydi keşke!

            Ve önemli bir şey daha: Arifiye Köy Enstitüsü’ne öğrenci olarak gelen erkeklerden, çalışma koşullarına dayanamayıp okulu bırakanlar olmuş;  ancak kız öğrencilerden hiçbiri okulu bırakmamıştır. Söyleyin bakalım şimdi: Kim daha güçlüymüş?

            Karabey Aydoğan’ın “Uygarlığa Bir Tuğla – Arifiye Köy Enstitüsü” adlı 700 sayfayı aşkın eserini, bir roman heyecanıyla okudum.

            Yukarıda özetlediğim anılar, bu değerli eserden alınmıştır.

 

                                                                                       Hüseyin Erkan

                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-----------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Uygarlığa Bir Tuğla – Arifiye Köy Enstitüsü: T. İş Bankası Kültür Yayınları, İst. 2019, 672 sayfa 

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..