Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '09

 
Kategori
Sinema
 

Kim milyoner olmak istemez…

Kim milyoner olmak istemez…
 

Şimdi gözlerimizi yumalım ve düşünelim, en çok neyi hayal ediyoruz.
Para ve onun getirdikleri; yatlar katlar arabalar kızlar mı?
Sevdiklerimize kavuşmak, onlarla mutlu mesut yaşamak, hayatımızı sevgi uğruna harcamak mı?

Zor seçim aslında ‘para’ günümüz de çoğumuz için güç, iktidar ve mutluluk demek ve hayallerimize ulaşmak için en büyük araç şüphesiz…

Sevgi ise yaşamımıza anlam katan bizi hayatta bağlayan en büyük yaşam damarımız.

Peki, farkında mıyız pek çok parası olan kişi anlam veremediğimiz bir şekilde manevi olarak acı çekiyor ve saydıklarımızın çoğuna da sahip değil. Ne mutluluk, ne sevgi, nede öyle dillere destan bir yaşam… Hayatları mutluluk ve huzurdan çok dengesiz bir doyumsuzlukla iç içe…

Paraya sahip olmak, sevgiye, hayatta, bir amaca sahip olmak değildir. Para hayallerimize ulaşmada en büyük basamak olabilir; fakat hayatın kendisi, amacımız olamaz. Zira para her yoldan kazanılabilir. Önemli olan hayatımızı idame ettirecek parayı kazanırken, ruhumuzun da kirlenmemesine dikkat etmek. Para aslında sevginin hoşgörünün ve inancın önündeki en büyük engel; çünkü pek çoğumuz hayallerimizi gerçekleştirmek isterken farkında olmadan paraperest olup, onun bizi çoğaldıkça bir ur gibi sarıp, emerek yok etmesine seyirci kalıyor ve hedeflerimizden sapıyoruz.

Bunun en güzel örneğini gecen gün izlediğim bir filimde gördüm.

Film de Hindistan’ın varoşlarında, Müslüman bir azınlık olarak yaşayan türlu zorluklarla yetişen uç çocuğun basından gecen öyküler anlatılıyor. Bu üç silahşordan “cemal”; sevgiyi, umudu, abisi “salim”; güç, iktidar ve parayı temsil ederken, üçüncü silahşor “Latika” ise tam anlamıyla hayatın akıntısına kendisini bırakmış, öylesine yaşayan kader kurbanını…

Salim, para ve güç için kardeşini bile harcayabilecek kadar gözükör ve kardeşinin hissettiği duygulara uzak. Hayatı boyunca ezilip büzüldüğünden, vicdanından gelen seslere kulak tıkayıp, para ve güç kazanabilmek uğruna rahatlıkla suç işleyebiliyor. Yaşadığı suç dolu hayat onu hızla hedeflerine götürüyor. Tabi bu yolda kirlendikçe körleşiyor, kardeşini dahi tanımayacak hale geliyor.

Cemal ise duygularıyla hareket eden, pisliğin içine batmış olmasına rağmen ömrü boyunca sevgi içinde yaşayan ve kendine anlamlı bir hayat kurmak için bıkmadan usanmadan didinen biri…

Filmin bazı bölümlerinde iyi kötüye karışıyor iki kardeş hayalleri için sık sık birbirini kullanmak zorunda kalıyorlar, bazen iyi kötüye, bazen de kotu iyiye hizmet ediyor. Salt iyilikle ve kötülükle bir şeyin başarılmasının mümkün olmadığı, filmde çarpıcı bir biçimde kurgulanmış…

İki koldan gelen hikâye, kim 500 milyar ister diye bildiğimiz yarışmayla çözülüyor. Filmin sonunda, duygu parayı, sevgi öfkeyi yeniyor… Salih milyoner olmak için güç peşinde koşup, iktidar olmak için zayıfları ezerek, paraya bulanarak boğuldukça, Cemal sevdiğine kavuşmak, hayatına anlam katabilmek için milyonları araç ederek sevginin kanatlarıyla yükseliyor.

Film bitiğinde Mevlana'nın “Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan, ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir: Neyi arıyorsan O’sun sen.” sözü geçiyor aklımdan. Film sanki bu sözün özünde saklı;
Belanın peşindeysen bela, paranın peşindeysen pul…
Sevginin peşindiysen âşık, yaşamın peşindeysen umut…
Hiçbir şeyin peşinde değilsen, oradan oraya sürüklenen bir eşyasın…
Sen neyin peşinde koşuyorsun, neyi arıyorsan, “o” sun sen.

w3.onderkoca.com

 
Toplam blog
: 18
: 1308
Kayıt tarihi
: 04.05.07
 
 

Önce kendinle geçinmeyi dene, ve eğer kendini anlamıyorsan başkalarını üzmeye kalkma ..