Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '10

 
Kategori
Blog
 

Kırkından sonra yazanı...

Kırkından sonra yazanı...
 

Çalışmıyoruz ya, bir “Oblomovluk” çöktü ki üzerime, anlatılır gibi değil. 3 ay bu, dile kolay. Ye, iç, yat! Bol bol oku ve günde 5 bin adım yürü. Bünye alışmış çalışmaya, ne kadar yürürsen yürü para etmiyor. Ufaktan bir göbek peydahlandı ki görülmüş şey değil. Eritmeye eritirim ya, şimdilik dursun hele…

Alışkanlık dedik, değil mi?

Evet dostlar. İnanın yazmak da öyle.

Oysa ben, 40 yaşında başladım yazmaya…Elime geçen kıytırık bir daktilo sayesinde…

SON BİR AYDIR YAZMIYORSUN AMA!

Doğru. Yazmadım ama bol bol okudum. İvan Gonçarov’un “Oblomov’unu” 26 yıl sonra tekrar okudum. Daha değişik bir tat verdi bu sefer. Birikmiş kitapları da devirdim ve bol bol blog okudum. Efsane Metin’in “Nobelli” yarışmasını ilgiyle takip ettim. O yazıya gelen yorumlar oldukça ilginçti mesela.

MESELA?

İnsanın kendini anlatması zor… Ben şöyleyim, ben böyleyim demekle olmuyor zira insan kendini bir şekilde belli ediyor. Satır aralarını iyi takip etmek gerekir ama demek istediğim bu değil.

NEDİR PEKİ?

Oya Tekin isimli kıdemli bir arkadaşımız hem oy kullanmış, hem de kullandığı oy’un gerekçesini açıklamış. Yorum şöyle:

“Sevgili Metin Bey,
Tabii ki de rahatsızlık vermediniz. Açıkçası ilk olarak okuyanlardan biriyim yazınızı, hatta direk adayımı yazıp yazmama arasında kaldım. Ama genel olarak blogdaki duruşumu az çok fark etmişsinizdir. En eski ve ilk blogculardan olmama rağmen bu duruşumda ısrarlıyım. Bu yüzden yazıp yazmama arasında kararsız kaldım. Ama sizi kırmayacağım ve madem gizli oy kullanıyoruz, benim adayım Ümit CULDUZ! Tarafsız kimliğimle ondan başka birinin iyi bir blogçu olduğunu düşünmüyorum. Bir blog nasıl kızıştırılır ve nasıl yatıştırılır kimse onun eline su dökemez. Ama iyi yazar deseydiniz durum değişirdi. Umarım yarışmanızı doğru anlamış ve doğru hareket etmişimdir. Sevgiler… OYA TEKİN.”

İYİ YAZAR DEMEMİŞ Kİ; NİYE SEVİNİYORSUN?

Ama saptaması doğru… Sevinmemin nedeni; Oya Hanım’ın konuyu kavrayış ve ele alış şekli. Kendisi meslekten, gazeteci yani… Yazar olmak kolay mı? Bilgi, birikim lazım… Her şeyden önce yetenek lazım… Tanrı’nın bir torpili olmalı yani. Her gün ama her gün, antrenman yapar gibi yazmak lazım. Emek vermek, zaman ayırmak lazım… Sözcük zenginliği şart! Ana dile saygılı, imlâ konusunda kaygılı olmadın mı yazarlık zor! 1000 Doları bastırıp kitap çıkartmak da mümkündür ama bunun yazarlıkla bir ilgisi yok. Koca Fransa’dan 15 tane yazar zor çıkar mesela. Rusya daha verimli ama oradan da çıksa çıksa 20 yazar çıkar. Meseleyi böyle ele almak lazım. Önemli olan kalıcılıktır. Yukarıda “Oblomov” dedim mesela… Yazarı İvan Gonçerov tam 200 sene önce doğmuş. Olay budur işte. Üç deneme, iki makale yazınca gazetelerden “köşe” hayal etmek; Orhan Pamuk’a dil çıkartmak, Ahmet Altan’la aşık atmaya yeltenmek, Yaşar Kemal’i beğenmemek… Ya ihtirasları yeteneklerinden fazla olan kifayetsiz muhterislerin, ya da ayağı yere basmayan hayalperestlerin işidir.

YA SEN?

Dedim ya, bu vasıflar bende yok! (ve haddimi de bilirim doğrusu) Olmadığı gibi yanımdan bile geçmiyor. Öykü veya roman, her kitap okuyuşumda bunu daha iyi anlıyorum.(ki seçiciyim kitap konusunda) Doğruyu konuşmak lazım şimdi… Düşünürken ulaşabildiğim yerlere klavyemi götüremiyorum ben. Bir nevi kabızlıktır bu… Ayrıca yazıya ayıracak zamanım yok ve okumaya meyilliyim. Tercihim okumaktan yana yani. Hoş, yazmaya zamanım olsa da benden yazar olmaz. Çok zorlarsam bir öykü kitabı yazabilirim belki, o da kitaplık süsü için. Ama dediğim gibi yazarlık bambaşka bir şey.

OYA HANIM SENİN İÇİN “ONDAN BAŞKA BİRİNİN İYİ BİR BLOGÇU OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM “ DEMİŞ AMA…

Bence bu saptaması da doğru…

İYİ AMA ÖVGÜ SAYILMAZ Kİ BU!

Biliyorum, övgü değil ama saptaması yine de doğru. Platformun adı Blog ve biz de blogda yazıyoruz zaten. Mütevazı olmaya gerek yok! İyi bir blogger olduğum kesin, çünkü işin formülünü biliyorum. Üye olmadan önce araştırdım ben bu siteyi. Emek vererek zamanımı ayırdım ve sitenin gelişimini takip ettim. Bu sitede ne yazılır, nasıl yazılır iyi bilirim. Yaklaşık 10 senelik “gazete” geçmişim var.(Hürriyet ve Sabah Avrupa baskıları) Gerçek anlamda “Editör denetiminden” geçtim.(ki blogda editör denetimi minimum düzeyde ve hatta hiç yok. Olması da imkânsız zaten) Gazete mutfaklarına aşinayım, atılan manşetleri iyi çözerim. Bu ve benzeri sitelerde marifet “gündemin peşinden koşmak” değil, “gündem” oluşturmaktır. “Günceli” papağan gibi yinelemek değil, henüz söylenmemişi dile getirmektir. Ama tabii buna da yazarlık denmez!

GAZETECİSİN YANİ!

Asla! Gazetecilik demek, “HABER” demektir. “Yorum”, gerçek gazetecinin işi değildir. “Köşe yazarlığı” bizim ülkemize özgü bir şey ve başka ülkelerde yok. Gazeteci, belli bir zaman sonra köşe yazısı yazabilir belki ama her köşe yazısı yazana gazeteci denmez. Gerçek anlamda bir yazar da köşe yazısı yazabilir ama köşe yazarlığı da yazarlık sayılmaz.

İYİ DE YA YAZARLIK? BLOGDA YANİ…

Yazarlık iddiasında bulunanın bu ve benzeri sitelerde işi olmaz zaten. Bu gibi siteler ve hatta gazete köşeleri yazarlığın cellâdıdır. Balık pazarında Örenbayan ipliği satılmayacağı gibi manifaturada da balık satılmaz. Yazar dediğin oturur, “Roman” veya “Öykü” ile uğraşır ve çalışmalarını bu tür sitelere yansıtmaz. Yazarın nihai hedefi elbette kitaptır. Ruhi ve fiziki “portrelere”(insan tasviri) çalışır.(Kerem Oğuz ve Vatoz bir nebze olsun beceriyorlar bunu) Eşya, dekor, manzara ve hayvan tasvirleri üzerinde yoğunlaşır, betimlemeler yapar. (Yaşar Kemal: İNCE MEMET) Psikoloji bilmeyen yazar olamaz,(Dostoyevski. SUÇ VE CEZA) Felsefe ise (Viktor Hügo: SEFİLLER) yazarlığın “temel” taşıdır. (Benimle didişmek için yazdığı yazıyı felsefe kategorisinde yayınlayanların felsefesini kastetmiyorum tabii) Roman ve öykünün alt yapısıdır bunlar. Toparlarsak; blog yazarlığı da yazarlık değil, sadece ve sadece blog yazarlığıdır.

BU DURUMDA BLOG YAZARINA YAZACAK BİR ŞEY BIRAKMADIN AMA.

Blogda bir kısıtlama yok ki! İster “Hülya’nın verdiği frikikleri”, ister “Cansu’nun selüloitlerini”, istersen “Mastürbasyon tekniklerini” yazabilirsin. Paşa gönlün bilir yani. Üstelik bu tür eserleri “görsellerle” zenginleştirmek de mümkün. Astrolojiden sıkılırsan futbola atlarsın. Kafan bozulursa siyasette patlarsın. Domatessiz “Domates Çorbası” tarifleri versen bile kimsecikler karışamaz. Karışmadığı gibi “Eline sağlık ayol” diye başlayan yorumlar bile alabilirsin.

BİRAZ CİDDİ OLSAK!

Şaka yapmıyorum ki zaten! Sadece durum tespiti işte!

SENCE NE YAZMALI BİR BLOGGER?

Edebi cambazlıklara yeltenmeden sade, anlaşılır ve kısa makaleler yazmak mümkündür mesela. Ama “Bakın ben neler de biliyorum” zihniyetiyle makale yazılmaz. Makalenin amacı: Okurun zihnini doyurmak ve çalıştırmaktır, ambale etmek değil!(Not: Makaleler dergilere uygundur aslında)

Hangi konuda olursa olsun,“Sohbet” yazıları idealdir… Ama en güzeli limonlu çay tadında “fıkralar” yazmaktır. Bu tür yazılara “Fikir yazıları” diyoruz zaten.

İYİ AMA BLOGDA BU KATEGORİLER YOK Kİ!

Blogdakiler kategori değil zaten. “Temalı blog” zamanında uygulamaya konulmuş ama uygulamada geçerliliğini yitirmiş bazı sınıflandırma ve sınırlandırmalar işte. Bir sayfalık yazıda felsefe de olur, psikoloji de, sosyoloji de… İstersen bu yazıya usturuplu bir şekilde mizah çeşnisi de katabilirsin. Kim engelleyebilir? Bu durumda o kategori işi de bir güzel yatar tabii. Ya yazı tura atacaksın, ya da “Gündelik yaşam” deyip pek kafa yormayacaksın.

BARDAĞIN DOLU TARAFINI GÖRMEK İSTERSEK?

Görmemek olmaz zaten. Ender de olsa çok güzel ve kısa “öykümsülere”, içtenlikle dile getirilmiş, acı veya tatlı “anılara”, profesyonelce yazılmış “gezi” yazılarına, gündelik yaşamdaki "enstantanelere", şairaneliğe kaçmayan ve satır aralarına ustaca serpiştirilmiş "mısralara" rastlamak mümkün bu sitede. İşin ilginç yanı, bazen bu güzel yazıları, çok değil, bir gün önce kıyasıya didiştiğim üyeler yazıyor. Ne mi yapıyorum? Her türlü riski göze alarak yazı hakkındaki görüşümü belirtiyorum. Didişmek bence bir hak! Hak ama yazının da hakkını yazarından bağımsız da olsa vermek gerekir!

VAR DİYORSUN YANİ?

Olmaz mı? Elbette var. Pek fazla okunup yorum almamaları o yazıların değerini düşürmez. Ne var ki biraz desteğe ve yönlendirilmeye ihtiyaçları var.

BİRAZ ÖNCE MİZAH DEDİN?

Evet, ciddi bir uğraş ama biraz sakıncalı tabii. Kantarın topuzu kaçarsa, güldüreyim derken gülünecek durumlara düşer insan. Komedyenlik veya komiklik ise çok farklı bir şey… Her saniye espri patlatma telaşı, ister istemez “cıvıklığa” götürür insanı.“Kakara kikiri” yapan olur belki ama ciddiye alan olmaz.

ŞU SIRALAR YAZAR ÖNERMEYE BAŞLADIN?

Evet; “yazarlığa” yatkın arkadaşları sayfamda önermeye başladım. Şu sıralar 8 arkadaşımı önermişim ama hepsi o kadar değil tabii. Daha önereceğim arkadaşlar var. Zamanı da gelmişti zaten; ama tabii kuru kuruya önermekle bitmiyor iş. Önerme gerekçelerimi tek tek yazmam lazım bir gün, yoksa geçerliliği ve bir değeri olmaz o önerilerin.

YA EDİTÖRLER?

Yorum Yok!

ŞU SIRALAR EDİTÖRLER VE MB HAKKINDA ÇOK YAZI YAZILIYOR AMA.

Yazılıyor ama hiçbiri de doğru değil. Ezber yaklaşımlar. İşin kolayına kaçıp editörlerden bir açıklama bekliyorlar ama neyi öğrenmek istedikleri de belli değil. Bir nevi zarf atma ve diyalog beklentisi. MB idaresi zorda kalmadıkça üyelerle diyaloga girmiyor. Bence en iyisini yapıyor. Siteyi biraz inceleseler aradıklarını bulacaklar ama o zahmete pek katlanmak istemiyorlar. Dikkat edersek şikâyetler “inançlar” ile ilgili yazıların çoğalmasına yönelik! Oysa “darbe çağırısı” yapan yazılarda da müthiş bir artış var ama nedense üç beş üye dışında bu konuda şikâyeti olan yok. Bir başka yanılgıları ise “Milliyet Gazetesiyle”, “Milliyet Blog Sitesini” aşırı bir şekilde aynı karede görmeleri.

AYNI KAREDE DEĞİLLER Mİ?

En azından onların düşündükleri kadar değil. "Milliyet. com tr'de " buluşsalar bile gazeteyle site arasında gözle görülür bir mesafe var.

SİTEDE PEK SEVİLMİYORSUN GALİBA?

Herkes tarafından sevilmek çok güzel bir şey tabii ama yazı uğraşında bu pek mümkün değil. Bu sitede herkes tarafından seviliyorsanız ortada “sağlıksız” ve “ normal” olmayan bir durum var demektir ve bu da sizden kaynaklanır zaten. Herkese hoş görünme kaygısı klavyeyi kilitler ve yazı uğraşıyla pek bağdaşmaz. Siyasi konularda“net” tavır almak lazım. Ya da siyasete hiç bulaşmamak gerekir. Sitedeki kutuplaşmaların sebebi, siyasi konulardaki görüş ayrılıklarıdır tabii. Çok az siyaset yazmama rağmen bu durumdan ben de nasipleniyorum haliyle. Ülkedeki gelişmeler karşısında susmak, okur kaybederim korkusuyla “üç maymunu oynamak” pek doğru olmasa gerek. Söyleyecek sözlerim var ve söylüyorum. Düzeyli tartışma ise tek bir tarafın oluşturacağı bir şey değil.

BU YAZI BIRAZ UZADI SANIRIM?

Sadece uzamakla kalmadı, birinci tekil şahsı bol bir “ben ben ben” yazısı oldu. Amacımız “şahsiyat” yapmak değildi elbette ama “konu mankeni” olarak bu seferlik kendimizi seçtik. Şişinecek yerde şiştik… Konumumuzu belirledik. 3 yıldır üyesi olduğumuz bu güzel siteyi bir güzel harmanladık. Amacımız; birikimlerimizi “paylaşmak”, paylaşımlarımızı da “ bir sana, bir ona, bir bana “ usulüyle üleşmekti, biz de üleştik. Görüşlerimiz elbette bizi bağlar. Değerli Oya TEKİN Hanım’a da teşekkür ettik.

E TOPARLIYALIM O ZAMAN.

Valla bana kalsa taslaktaki “Aylaklık zor zanaat” başlıklı yazımı yayına verirdim ama kısmet işte. Dile kolay, 3 aydır ye, iç, yat. Kış Baba bu sene pek öfkeliydi doğrusu, mesaiye pek izin vermedi. Günde 5 bin adım yürüyoruz ama kulak asmayın. Ufaktan bir göbek peydahlandı ki, görülmüş şey değil.

Ne diyelim?

Eritiriz inşallah.



 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..