Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '13

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Kişisel Gelişim : Dikkat çekmek

Kişisel Gelişim : Dikkat çekmek
 

 Genç insan, insan topluluklarının içine atılınca, koca bir derya denize girmiş hamsi gibi olur. Ancak kendisini kabul eden bir toplulukta varolduğunu anlayabilir.

İnsanoğlu ancak belli bir toplum içinde kendini bulabilir. Bu çoğu kez kendi seçtiği, kendini kabul eden, kendinin kabul ettiği bir topluluktur. Yoksa insanoğlu bir bakıma her zaman bir toplumun içindedir. Aile bir toplumdur; okul  bir toplumdur; iş yeri bir toplumdur; ordu bir toplumdur vb. İnsan hayatı boyunca ister istemez çeşitli topluluklara girip çıkabilir. Ama bunlardan çoğu kendi istediği, seçtiği toplumlar değildirler.

İstanbul’da İstiklal Caddesine çıktığınız zaman, koca bir güruhun, topluluğun parçasısınız; onunla birlikte yürüyorsunuz; çarpıyorsunuz; bazen de hiç tanımadan alış-veriş ediyorsunuz. Ama hep suskun, ama hep tanımadan. O toplum, aslında sizin bilerek seçtiğiniz toplumlar değildir ama varolan toplumlardır. Siz de o toplumlardan birinin içine zaman zaman atılırsınız.

Fakat bazen de belli bir toplumu içinde yaşamak için seçersiniz. Oradaki insanların bir bölümü size yakın, sizin benzeriniz insanlardır.

Başlangıçta, herkes size aynı gelir… Her sabah aynı “Merhaba”lar, aynı güler (veya çatık) yüzler, aynı rutinler. Ama zamanla, bazı insanlarla ilişkileriniz arttıkça, insanların davranışlarının nasıl farklılaştığını görürsünüz. Çoğu kez bu davranışların esasında çıkarlar, ekonomik nedenler yatmakla birlikte; ondan da öteye, insanların içinde olan “Başkalarının dikkatini çekmek” güdüsünün fena halde rol oynadığını göreceksin.

Çünkü toplumda, her zaman iki türlü balık olduğunu göreceksin; bir, çevresindeki sularda sessiz, sakin gezip ; kimsenin dikkatini çekmeden kendi iç aleminde, kendi hesapları peşinde dolaşanlar: iki, saatli mayın gibi toplumda yer alan ve her an patlamaya hazır, saatli bombalar. İkincilerin ne kadar tehlikeli varlıklar olduğunu zamanla aralarında yaşadıkça anlayacaksın.

Ama çoğu kez onlardan kaçınmak mümkün değildir. Çünkü o tiplerin , çeşitli tipleri her zaman, her yerde dolaşmaktadır ve birilerine çarpmak için bela aramaktadır.

Belli bir toplum içinde uzunca bir süre, sessiz sedasız yaşamak mümkün müdür? Ki buna yabancılar “survive” derler; bir bakıma, hayatını idame ettirmek, ve ölmeden yaşamak demektir. Mümkündür. Toplumda sessiz, sedasız yaşayabilirsin. Ama, riskli bir toplumda birileri seni durmadan iteler, kakalar… riski göze almanı ister.

Toplum senden görünür olmanı; dikkat çekmeni; değerlerini göstermeni ister.

Belli bir toplumda başkalarının dikkatini nasıl çekersiniz? Belki yine iki yol vardır: Bir, “İyilikle..” ; iki, “Kötülükle…”

İyi insanlar, çoğu kez, kendilerine çok fazla güvendikleri için, uzun süre görünmez olmayı; başkalarıyla çatışmamayı seçerler. Fakat ne yazık ki, iddialı bir toplumda çatışma ister istemez gelecektir. Önce fikirler çatışacaktır; sonra da çıkarlar. “Benim dediğim iyi… Senin dediğin kötü..!” çatışmalarının ötesinde, her zaman psikolojik çatışmalar vardır; her zaman “Ego”lar ortaya çıkar ve insanlar  durmadan, “Ben, ben, benim…” diye ortada dolaşmaya başlarlar.

Bu çatışmalar açık bir ortamda, daha doğrusu patronlar tarafından denetlenen bir ortamda olduğu gibi… Onun dışında, iş yerinin her yerinde, her zaman sürer gider.

Zamanla, “Ben şunu ileri sürmüştüm… Uygulamadılar, işte başlarına bunlar geldi…” tezleri, toplum içinde her yerde söylenir hale gelir. İşler iyi giderken belki bunlar daha az duyulur; fakat, eğer işler bozulmaya yol tutmuşsa, akıl verenler; çok bilenler de çoğalır.

“Başkalarının dikkatini çekmek isteyenler…” çoğu kez bunu, başkalarını kötüleyerek yaparlar; atalarımızın deyimiyle “zem ederek…” yaparlar. Yani, arkadan konuşurlar; kötülerler; başkalarını kötüleyerek kendilerinin iyi olduğu kanısını yaymaya çalışırlar. Genellikle  “ısırırlar” ; kötü şakalar yaparlar; ironiler kullanırlar… Siz onun ne demek istediğini anlarsınız.

Ama bu şer odakları zamanla taraftarlarını artırmaya çalışırlar ve bir gün, “kendilerine katılma gününün geldiğini, size açık açık anlatma zamanının geldiğini …” hatırlatırlar. Artık tam belanın ortasındasınız. Mutlaka şu veya bu “klik”i seçmeye yönlendirilirsiniz.

Bazıları muazzam politiktir; uzun süre kimsenin “suyuna” gitmeden, kendi davasının peşinde sürüklenip durur.

Sonunda kimler kazanır. Kötüler mi, iyiler mi? Şu grup mu, bu grup mu?

Ona siz karar vereceksiniz. Bu toplum size ne gibi özellikler kazandırdı; aileden, anadan babadan aldığınız terbiye ne? İyi bir insan mısınız, yoksa sizde bir karıştırıcı mısınız?

Her şeyden önce “Değerleriniz” neler? Topluma gerçek katkılarda bulunabilecek; onu olumlu yönde değiştirebilecek güçte misiniz; yoksa yaptığınız kötülüklerle, şerlerle, bazılarını korkutup, bir yerlere tırmanmayı mı düşünüyorsunuz? O size bağlı; sizin değerlerinize, anlayışınıza, hayatta ne istediğinize, bağlı…

Başkalarının dikkatini nasıl çekmek istiyorsunuz? Değerli şeyler yaparak; yaptığınız iyi şeyleri savunarak mı; yoksa çeşitli numaralarla milletin dikkatini çekip, yıldızlaşarak ve boş hayaller peşinde başkalarını da sürükleyerek mi? Nasıl.

Hayat sizin. Ama her şeyden, önce siz nasıl bir insansınız? Öncelikleriniz neler? Biraz düşünün bakalım. 

Genç insan, insan topluluklarının içine atılınca, koca bir derya denize girmiş hamsi gibi olur. Ancak kendisini kabul eden bir toplulukta varolduğunu anlayabilir.

İnsanoğlu ancak belli bir toplum içinde kendini bulabilir. Bu çoğu kez kendi seçtiği, kendini kabul eden, kendinin kabul ettiği bir topluluktur. Yoksa insanoğlu bir bakıma her zaman bir toplumun içindedir. Aile bir toplumdur; okul  bir toplumdur; iş yeri bir toplumdur; ordu bir toplumdur vb. İnsan hayatı boyunca ister istemez çeşitli topluluklara girip çıkabilir. Ama bunlardan çoğu kendi istediği, seçtiği toplumlar değildirler.

İstanbul’da İstiklal Caddesine çıktığınız zaman, koca bir güruhun, topluluğun parçasısınız; onunla birlikte yürüyorsunuz; çarpıyorsunuz; bazen de hiç tanımadan alış-veriş ediyorsunuz. Ama hep suskun, ama hep tanımadan. O toplum, aslında sizin bilerek seçtiğiniz toplumlar değildir ama varolan toplumlardır. Siz de o toplumlardan birinin içine zaman zaman atılırsınız.

Fakat bazen de belli bir toplumu içinde yaşamak için seçersiniz. Oradaki insanların bir bölümü size yakın, sizin benzeriniz insanlardır.

Başlangıçta, herkes size aynı gelir… Her sabah aynı “Merhaba”lar, aynı güler (veya çatık) yüzler, aynı rutinler. Ama zamanla, bazı insanlarla ilişkileriniz arttıkça, insanların davranışlarının nasıl farklılaştığını görürsünüz. Çoğu kez bu davranışların esasında çıkarlar, ekonomik nedenler yatmakla birlikte; ondan da öteye, insanların içinde olan “Başkalarının dikkatini çekmek” güdüsünün fena halde rol oynadığını göreceksin.

Çünkü toplumda, her zaman iki türlü balık olduğunu göreceksin; bir, çevresindeki sularda sessiz, sakin gezip ; kimsenin dikkatini çekmeden kendi iç aleminde, kendi hesapları peşinde dolaşanlar: iki, saatli mayın gibi toplumda yer alan ve her an patlamaya hazır, saatli bombalar. İkincilerin ne kadar tehlikeli varlıklar olduğunu zamanla aralarında yaşadıkça anlayacaksın.

Ama çoğu kez onlardan kaçınmak mümkün değildir. Çünkü o tiplerin , çeşitli tipleri her zaman, her yerde dolaşmaktadır ve birilerine çarpmak için bela aramaktadır.

Belli bir toplum içinde uzunca bir süre, sessiz sedasız yaşamak mümkün müdür? Ki buna yabancılar “survive” derler; bir bakıma, hayatını idame ettirmek, ve ölmeden yaşamak demektir. Mümkündür. Toplumda sessiz, sedasız yaşayabilirsin. Ama, riskli bir toplumda birileri seni durmadan iteler, kakalar… riski göze almanı ister.

Toplum senden görünür olmanı; dikkat çekmeni; değerlerini göstermeni ister.

Belli bir toplumda başkalarının dikkatini nasıl çekersiniz? Belki yine iki yol vardır: Bir, “İyilikle..” ; iki, “Kötülükle…”

İyi insanlar, çoğu kez, kendilerine çok fazla güvendikleri için, uzun süre görünmez olmayı; başkalarıyla çatışmamayı seçerler. Fakat ne yazık ki, iddialı bir toplumda çatışma ister istemez gelecektir. Önce fikirler çatışacaktır; sonra da çıkarlar. “Benim dediğim iyi… Senin dediğin kötü..!” çatışmalarının ötesinde, her zaman psikolojik çatışmalar vardır; her zaman “Ego”lar ortaya çıkar ve insanlar  durmadan, “Ben, ben, benim…” diye ortada dolaşmaya başlarlar.

Bu çatışmalar açık bir ortamda, daha doğrusu patronlar tarafından denetlenen bir ortamda olduğu gibi… Onun dışında, iş yerinin her yerinde, her zaman sürer gider.

Zamanla, “Ben şunu ileri sürmüştüm… Uygulamadılar, işte başlarına bunlar geldi…” tezleri, toplum içinde her yerde söylenir hale gelir. İşler iyi giderken belki bunlar daha az duyulur; fakat, eğer işler bozulmaya yol tutmuşsa, akıl verenler; çok bilenler de çoğalır.

“Başkalarının dikkatini çekmek isteyenler…” çoğu kez bunu, başkalarını kötüleyerek yaparlar; atalarımızın deyimiyle “zem ederek…” yaparlar. Yani, arkadan konuşurlar; kötülerler; başkalarını kötüleyerek kendilerinin iyi olduğu kanısını yaymaya çalışırlar. Genellikle  “ısırırlar” ; kötü şakalar yaparlar; ironiler kullanırlar… Siz onun ne demek istediğini anlarsınız.

Ama bu şer odakları zamanla taraftarlarını artırmaya çalışırlar ve bir gün, “kendilerine katılma gününün geldiğini, size açık açık anlatma zamanının geldiğini …” hatırlatırlar. Artık tam belanın ortasındasınız. Mutlaka şu veya bu “klik”i seçmeye yönlendirilirsiniz.

Bazıları muazzam politiktir; uzun süre kimsenin “suyuna” gitmeden, kendi davasının peşinde sürüklenip durur.

Sonunda kimler kazanır. Kötüler mi, iyiler mi? Şu grup mu, bu grup mu?

Ona siz karar vereceksiniz. Bu toplum size ne gibi özellikler kazandırdı; aileden, anadan babadan aldığınız terbiye ne? İyi bir insan mısınız, yoksa sizde bir karıştırıcı mısınız?

Her şeyden önce “Değerleriniz” neler? Topluma gerçek katkılarda bulunabilecek; onu olumlu yönde değiştirebilecek güçte misiniz; yoksa yaptığınız kötülüklerle, şerlerle, bazılarını korkutup, bir yerlere tırmanmayı mı düşünüyorsunuz? O size bağlı; sizin değerlerinize, anlayışınıza, hayatta ne istediğinize, bağlı…

Başkalarının dikkatini nasıl çekmek istiyorsunuz? Değerli şeyler yaparak; yaptığınız iyi şeyleri savunarak mı; yoksa çeşitli numaralarla milletin dikkatini çekip, yıldızlaşarak ve boş hayaller peşinde başkalarını da sürükleyerek mi? Nasıl.

Hayat sizin. Ama her şeyden, önce siz nasıl bir insansınız? Öncelikleriniz neler? Biraz düşünün bakalım.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..