Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '07

 
Kategori
Dostluk
 

Kıskananlar çatlasın, o benim bitanem!

Kıskananlar çatlasın, o benim bitanem!
 

- Kevser, bak bugünü mutlaka yazmalısın bloga.

- Yok arkadaşım, benim reklama ihtiyacım yok. Sen yaz da belki sayemde üç - beş kişi okur da üç - beş yorum alırsın. Hem kimbilir belki de Ümit Culduz’un “en çömezler”, “en yazamayanlar”, “en acemi, yazmaya çalışanlar” vb. gibi bir listesinde ilk sıralara girersin de biraz mutlu olursun.

- Ukalalık etme, sana MB’yi tavsiye eden kimdi, meşhur oldun diye şimdi bana hava mı atıyorsun?

- Tamam canım, inkar eden yok. Sen söyledin, MB diye bir yer var, oraya da yaz diye. Sen de çoktan pişman olmuşsundur ya neyse. Bilemezdin tabi iki ayda blogun gözdesi olacağımı. Ha bir de burada yazdıklarım yüzümden başıma gelmeyen de kalmadı zaten.

- Bak hala konuşuyo yaa, evet pişman oldum, evet blogun gözdesi oldun ama kızım sen de biraz çeneni tutsaydın ya. Bilmiyor musun MB’yi her gün binlerce kişi okuyo, eninde sonunda yazdıkların ayağına dolaşacaktı. Edebinle oturup, prens, kurbağa, çiçek, böcek yazsaydın ya.

- Olsun ben pişman değilim. İyiki de yazmışım. Oh canıma değsin, içimde kalıp benim karnımı ağrıtacağına, yazdım şimdi kimin başı ağrıycaksa ağrısın. Hem bak fena mı ettim, sayemde onlarca kişi bir araya geldik yemek yiyoruz. Bunlar son 13-14 yıldır canım arkadaşım Kevser ile aramızda geçen sayısız tatlı sürtüşmelerden sadece birkaç örnekti.

O’nun aramızdan ayrılışı (gerçi ben daha önce ayrılmıştım ya neyse) nedeniyle verilen veda yemeğinde yaşanılan o kadar hoş sohbetler oldu ki, ben onun da izniyle bir kısmını blogda paylaşmak istedim. O’nu bilenler bilir, pek kendinden bahsetmeyi sevmez, biraz utangaçtır(!) kızımız anlayacağınız. O’nu kartalsı yırtıcılığına, aslansı güçlülüğüne aldanmayın. O kadar mağrur, öylesine kırılgandır ki. On dört yıldır neler paylaştık bir bilseniz. Burada anlatmaya kalksam Sevgili Haşim’ce’nin isimsiz romanlar serisine rakip olur yazacaklarım. (merak etmeyin sevgili Haşim’ce, öyle bir niyetim yok, biz haddimizi biliriz. Ustalara saygımız sonsuz, siz romana devam edin, biz okumaya)

Neler paylaştık dedim, veda yemeği dedim ya, sanmayın ki, bunlar son görüşmelerdi. Asıl şimdi başlıyor bizim gerçek dostluğumuz. Eskiden sadece iş arkadaşı idik, şimdi tüm zamanlar bizim. Zaman sınırlaması, iş stresi, mesai saati derdi yok. Oh be dünya varmış!

Yıllardır paylaştıklarımız bizde saklı kalsın, bugün bizim için yeni bir başlangıçtı aslında. Aynı yılları bizimle paylaşan sacayağının üçüncü ayağı kadim dostumuz Yasemin’nin (ki o da ayrı bir dünyadır bizim için, buradan ona söz veriyorum onun içinde bir blog yazacağım) mimarlığında, eski iş arkadaşlarımızın Kevser için verdiği veda yemeğinde, daha önce, yıllar önce bizlerden ayrılmış birkaç arkadaşımız daha vardı. İşte onlardan biri Sevgili Neslihan, tutturdu yemekte şarap içelim diye. Ya olur mu hiç, arkadaşların çoğu, yemekten sonra çalışmaya devam edecekler, onlar içemezler, maazallah işten atılma sebebidir bu onlar için. Şimdi onların karşısında bizim de içmemiz olmaz. Bırak şimdi yemeğimizi yiyelim de gidelim. Yedik yemesine ama, bizimki ısrarlı. Bari buradan sonra başka bir yere gidelim diyor. Hah tamam işte o olur, hele biraz sabret.

Yemek bitti, işe dönmek zorunda olanlar döndü. Biz emekli ve işsiz tayfası biraz daha devam ettik sohbete. Son grupla da vedalaşıp, biz üç kafadar atladığımız gibi taksiye, soluğu Ortaköy’de aldık. İşte sonunda olmuştu, Kevser ile yıllardır hayalini kurduğumuz “ bir gün işi kırıp Ortaköy’e gidelim” deyip de bir türlü yapamadığımız şey de bugüne kısmetmiş. Hava da nasıl güzel, pırıl pırıl güneş, ılık bir rüzgar.

Kısa bir yürüyüşten sonra Ortaköy’de cafe-barların olduğu meydana ulaşıp, saksılarında gerçek çiçekler olan bir tanesini gözümüze kestirip oturduk. Garson kibar, sandalyelerimizi çekip bizi oturttuktan sonra siparişlerimizi sordu. Sen bize iyi bir şarap getir oğlum büyüğünden.

Sohbetin dibine zaten vurmuştuk da, bu meret şişede durduğu gibi durmuyordu işte. Bu kez kahkahalar lezzet kattı masamıza. Ne çok özlemişim sizi canım arkadaşlarım diye başlayan, gizemli, mağrur bakışlı Kevser’in iki kadehten sonra başlayan itirafları inanın bunca yılı birlikte yaşamış olan beni bile hayretlere düşürmeyi başardı. Ya, bir yandan gülüyorum, bir yandan ona da kendime de kızıyorum, bunca yıl nasıl atlamışız bunları diye. İtirafları merak edenleriniz için, eğer kendisinin izni olursa başka bir blogda yazmayı düşünüyorum ama biraz zor izin verir gibi geliyor bana. Her güzel gün gibi bugün de bitti, sohbeti Ortaköy-Beşiktaş arası yürüyüşle tamamlıyoruz. Onlar karşıya geçecek, ben ise günün sarhoşluğu (bakın şarabın demiyorum) ile hızımı almışken hafif bir tebessümle Kabataş’a kadar yürüyorum. Ve mutlaka yazmalıyım bunları diye düşünüyorum.

Kevser,

Daha ne kadar şaşırtabilirsin beni bilmiyorum ama bundan sonra yaşayacaklarımızın ve paylaşacaklarımızın heyecanı beni şimdiden sarmaya başladı bile. Lütfen en kıza zamanda tekrar görüşelim. Valla senin bu artist damadının eli ayağı biraz ağır galiba. Ben düğünü filan bekleyemeyeceğim. Düğünden önce mutlaka görüşelim. Bak yoksa, düğün tarihini ve adresini blogta ilan ederim. Blogcular basar düğünü haberin olsun. O artist damadın da onca hesabın altından nasıl kalkar bilmem artık.

Seni seviyorum be, çıngıraklı sarı yılan.

Resim: Ortaköy'den
Galeri: Veda yemeğinden ve Ortaköy'den

 
Toplam blog
: 14
: 1516
Kayıt tarihi
: 02.05.07
 
 

Otuzlu yaşlara veda etmek üzere, bir kız çocuk annesi, 22 yıllık iş hayatından sonra ev hanımlığına ..