Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '11

 
Kategori
Blog
 

Kitabın mı var, derdin de var!..

Kitabın mı var, derdin de var!..
 

Bizim kitap, tanınmış kitabevlerinin "Çok okunanlar" raflarında ama, içim hala sıkılıyor. Neden ki?


Kitabım çıktı ya. İsmi de beğeniliyor. Bu “ Ört ki, ölem” kitabıyle karada bana ölüm yok” diye düşünmüştüm k, birden hayal kırıklığına uğradım. “Eksik olsun böyle kitap çıkarmak” diye diye, yedim kendimi. Pişmanlar oldum ki, sormayın gitsin! 

Kitap çıkmadan önce, hayallerim vardı. “Hele bir kitabım çıksın” diye diye geldiydim bu günlere. Yirmi yıl önceki resmi çekerken, “ Bu resim, kitap kapağı olsun” demiş, resmin aslını saklamıştım arşivimde. 

Nasıl oldu, ne oldu, aniden karar verdim. Bir hafta içinde baskısı yapılıp, elime koliler dolusu kitabı tutuşturuverdiler. her biri 36 lık kolilerden 50 tane var. Arabalar almadı. Taşıması dert. Eve getirip yer aradım onlara. Kapı ardlarına, yatak altlarına, evin hiç bir tarafı kalmadı koymadık. Hanım ses etmedi, kitap hevesim kursağımda kalmasın diye. Evde şimdi, eşyadan çok kitap var. 

Üstüne üstlük, başka bir kitabevi önünden geçerken, çığırtkan bağırmaz mı: “Kitaplar liraya, kitaplar liraya”. Hayretler ettim. Tanınmışların kitapları da 1’er liradan satılıyordu. Tam da benim kitabımın çıktığı günün akşamı…Ört ki, ölem! 

Eee, n’olcek bu kadar kitap? Satılacak. Masraf çıkacak, üstü bana kalacak. İçinden 100 tanesini basımevine hibe ettim. Usul öyleymiş. Daha sonraları, koli koli benden kitap istemeğe başladı yayınevi. Alıp alıp kitabevlerine dağıtımını yapıyor. 

Gittik dolaştık İzmir’de. Kitap raflarında en çok satanların arasında gördüm kitabımı. Bir güzel resimledim. Kitabevinden çıkarken, arkamdan mahzun mahzun bakıyorlardı. Şu kitaplar evlat gibi oluyor. Sağda solda görüyorsun vitrinlerde. Hepsi insanın gözü içine bakıyor. Yanından uzaklaşırken, kollarını uzataraktan, "gitme kal, n'olursun!" diyorlar sanki... 

Ne güzel günlerdi onlar. Kitabım yokken, daha şen, şakraktım. Kitap çıktı çıkalı neşem kaçtı. Keşke çıkarmasaydım. Hep hayal eder olsaydım. “ Kapak şöyle olmalı” diye planlar kurmalıydım. Yazılarımı seçerken, noktasını virgülüne dikkat etmeliydim. 

Derken, Sabiha Rana Hanım kitabıma Beyoğlunda rastlamış. Coşku ile övüyor kitabı, sağ olsun.Onlara diyemiyorum ki “Sıkıntı bastı kitap çıktı çıkalı. Sevinemiyorum” diye. Kitapların hepsi bir çırpıda satılacağını mı umdum ne? Nerde bu yoğurdun bolluğu? Di mi? 

Esasında bu yazıyı hiç yazmamam lazımdı. Pirmete dostumdan bir e-mail aldım. Bir editörden de üstün görüşle, kitabımın kritiğini yapmış. Bayağı ümitlendim. Pirmete gibi bir editörün sözüne güvenmek lazım. İçimi ferahlattı doğrusu. 

Kafam bir kızarsa, Türkiye’yi dolaşırım bagajdaki kitaplarla. Ama istemiyorum. Bazı raflarda “En çok okunanlar” arasına girmiş şimdiden. Buna sevinmek lazım mı? Onu da bilemiyorum. 

Tuttum bu sefer, Tarık Dursun K’ya gittim. Evvelsi gün Vakayinüvis telefon ettiydi. Foça’dan döndü mü diye soruyordu. Bu Pazar öğleyin söyleşisi varmış Radyoda. Benden telefonunu istiyordu. “Hah, dedim. Tarık beye gitme bahanesi hazır. “ Bizim Vakayinüvis, dedim, ses tonunuzu çok beğenmiş” Vallahi hatırladı arkadaşımızı “Gülname Hanım” diyor, başka bir şey demiyor. 

Sordum kendisine. “Yazar nasıl olunur? Cevaben “ Yazar olunmaz. Yazar doğulur ana rahminden” dedi. Çok okuyanlar da yazar olmaz. O zaman bütün çok okuyanların hepsinin, yazar olması lazımdır” dedi ve ekledi “ Hayatta insanlar, törpülene törpülene yetenek kazanırlar. Okul ve toplum da, onları eğitir” dedi. 

“Nasıl Yazıyorsunuz?” dedim “Yatarak değil tabi, dedi ve devamla O yazarlardan hiç farkım yok.” Esprisi üzerindeydi yine. 

Yavaş yavaş, içimdeki sıkıntıyla sordum, daha da feraha kavuşmak istiyordum. Yavaş yavaş konuyu o tarafa yönlendirdim. “Pat diye” konuya girdi. Çok zeki. Anlamıştı. “ Sen, dedi, şimdi otur oturduğun yerde. Dağıtımını yap ve bekle. Kitapçılık, bir nevi mastürbasyon’dur. Tam tatmin olmayan üstelik. Evin nafakasını kitap masraflarına yatırıyorsun. Kitaplar elinizdedir ve sevinir, tatmin olursun. Bu sevinçtir, benlikte kimya yaratır. Bunun zevki, hiçbir şeyde yoktur. Hayalleriniz, kitaplarla süslenir. İsteğiniz oldu işte. Sızlanmağa gerek yok! “ Böyle diyordu ustamız. Demek ben “mastürbasyon” yapmışım da, haberim bile olmamış. İyi ki, gitmişim ona. 

Ben kitap çıkardığımda, Tarık Dursun K gibi ilkin, kendime sordum “boynun uzadı mı?” diye. Yoğ! Şayet, bir kitap çıkarma hevesinizi ortaya koyamamışsanız, o zaman kahırlara düşersiniz ki, acıdır. Bir kitabın ömrü, 150- 200 yıldır. İnsanlar, onlarla anılırlar.” 

“Onur ödüllü” ünlü Hikayecimiz, romancımız, “Ört ki, Ölem” isimli kitabımın arka kapağını yazarken, benden “ Ustamız” diye bahsediyor. Buna sevinmekle beraber, hiç tanışmadığım bir başka usta da, editörlere taş çıkartacak bir gözlemle, bana mektup yazmış. İşte buna çok sevindim. Sevgili Pirmete “ Sevgili Canım Ağabeyim” diye başlamış. Şöyle ki: 

“Ört ki, ölem” için tekrar tekrar teşekkürler. (Kendisine imzalı yollamıştım)
Bilmediğimi sandığım yazılarını okuyup yeğenime tavsiye etmiştim, biliyorsun.
Yeğenim, iki gün önce geri verdi kitabı bana. Soluğunu tutarak okuduğunu, uykusuz da kaldığını söyledi. Çok mutlu oldum.
Ve yeniden elime aldım “Ört ki, ölem”i.
Hayır Ağabeyim, bu bir Milliyet Blog derlemesinin çok ötesinde bir kitap.
Tamam bir iki blogdaşını (vakayınüvis ve Abdürrezzak, Balcı, Sabiş ve pirmete) ebedileştirmişsin.
Ama senin bu kitabının MB’la bir ilgisi yok.
Ben de soluğumu tutarak tamamını okudum bu kez.
Serpil’e de söyledim “büle büle” diye. Şimdi sıra onda. Yarın sabah ona vereceğim 

Ağabeyim,
Senin markan olan “ört ki, ölem” deyimini müthiş güzel harman etmişsin kitabının satır ve paragraf aralarında. Ve son söz olarak. Çok yakıştırmışsın.
Tarık Dursun K.’nın (çok sevdiğim bir romancımızdır, bir Orhan Pamuk’a on basar benim gözümde) arka kapak yazısı, kitaptan anlayan insanlar için kaleme alınmış. Senin adına gururlandım.
Turizminden internetine, mankenlerden Ala Dağ’a, editör olgusuna, kedisine, köpeğine varıncaya kadar bir Türkiye, bir insan fotoğrafı çekmişsin. Bunu bana “yeğenim”söyledi.
Ben yaşamımda çok az kitabı bu kadar nefesimi tutarak ve sindirerek okudum. Bil ki, bu bir iltifat değil. Burada sen, benim Milliyet Blog’dan tanıdığım Muzaffer Ağabeyimin çok çok ötesindesin. Kutluyorum haddim olmayarak. Birikim, yaşama nesnel bakış budur.
 

Çok üzgünüm ki, “Ört ki, ölem”i, MB’da, kendi üslubumla ben tanıtmak isterdim. Yapamıyorum. Yapmak da istemiyorum. Çünkü gittim. MB düzelmedikçe (ki hiç sanmıyorum) gelmek de istemiyorum. Ayrıca (bu benim için en önemlisi) Serpil de istemiyor MB’da boy göstermemi. Boşanma sebebi sayarım diyorJ Haklı!
MB’da Muzaffer Ağabey’imi tanıdığım için çok gururluyum ben.
Nergis Hanımefendi’ye ve sana derin sevgi ve saygılarımla
Pirmete”
 

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..