Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '07

 
Kategori
Kitap
 

Kitap: Dünyaya açılan kapı

Kitap: Dünyaya açılan kapı
 

“ Çok okuyan mı bilir yoksa çok gezen mi? ”. Öğrencilik dönemimizin bu çok ünlü münazara konusunda kazanan taraf kim olurdu, kim diğerine üstün gelirdi pek hatırlamıyorum ama eğer şimdi o münazaranın, çok okuyan bilir tarafından biri olsam mutlaka kazanan taraf biz olurduk. Kazanırdık çünkü Stefan Zweig’ın “ Yarının Tarihi ” isimli kitabının “Dünyaya açılan kapı olarak kitap” (1) başlıklı bölümde yer alan yaşanmış bir hikâyeyi anlatırdım o münazarada.

Zweig’ın, iç dünyamızın, kitapların o hem görünen, hem de görünmeyen dünyasıyla ne denli derin ve yaratıcı bir biçimde kaynaşmış olduğunu anlamasını sağlayan olay şöyle gerçekleşir :

Zweig bir gemi yolculuğu sırasında mürettebattan genç bir italyanla tanışıp onunla arkadaş olur. Gemide alt hizmetler sayılan temizlik işlerini yerine getirmekle görevli olan bu genç gülmeyi ve şarkı söylercesine İtalyanca konuşmayı sevmektedir. Bir mim dehasıyla her insanın jestlerini yakalayıp onları karikatürize ederek yansıtabilme yeteneğine sahiptir. Yetenekli ve oldukça zeki bulduğu bu gençle gevezelik etmek Zweig’a eğlendirici gelmektedir. Bir limandan hareket ettikleri bir gün genç elinde bir mektup ile gelip ondan okumasını rica eder. Zweig buna bir anlam veremez, mektubun İtalyancandan başka bir dille yazıldığını sanır önce ama hayır mektup İtalyancadır. O halde nedir istediği ?. Mektubu onunda mı okumasını istemektedir? Hayır, istediği, mektubu ona okumasıdır. Zweig o an gencin okuma yazma bilmediğinin, o nedenle kendisinden mektubu okumasını istediğinin farkına varır. Buna çok şaşıran yazar mektubu okurken, bir yandan gencin ağzından çıkan her sözcüğü aklında tutabilmek için nasıl da büyük çaba sarf ettiğini izler. Mektubu ağır ağır iki kez okur.

Bu olay yazarı çok tedirgin eder önce, sonra akıllı olduğunu bildiği, bir arkadaş gibi konuştuğu bir insanın okuma yazma bilmemesi ona büyük acı verir. Dünyanın böyle yazıya kapalı bir beyne nasıl yansıyabileceğini düşünmeye, okuyamamanın nasıl bir şey olduğunu gözünde canlandırmaya çalışır önce ;

Eline bir gazete alıyor, ama gazete yazılı olanları anlamıyor, bir kitapçının önünde duruyor; o altın yaldızlı sırtlarıyla, o rengârenk dikdörtgen biçimli şeyler onun için resmedilmiş yemişlerden ya da camın ardından kokuları alınamayan, kapalı parfüm şişelerinden farksız. O insanın önünde Goethe, Dante ve Shelley gibi kutsal adlardan söz ediliyor, ama bu adlar ona hiçbir şey ifade etmiyor, cansız heceler, boş ve anlamsız bir yankı olarak kalıyor.

Bu zavallı insanın, tek bir kitap satırından doğabilecek büyük mutluluklardan hiç haberi yok, betimlenmiş bir yazgının ansızın bir okurun iç dünyasında yol açabileceği derin sarsıntıları tanımıyor. Kitabı tanımadığı için, bütünüyle kendi duvarlarıyla çevrili olarak, karanlık bir yaşamı sürdürüyor.

Bütün ile hiçbir bağlantısı bulunmayan böyle bir yaşama, boğulmadan ya da yoksullaşmadan nasıl katlanılabilir? Yalnızca gözün, kulağın rastlantı sonucu kaptıklarıyla ve kitaplardan fışkıran dünya atmosferini içine çekmeden nasıl yaşanabilir?

Okumayan, tinsel dünyanın dışında kalmış birinin yerine kendini koymayı başaramayınca, yazar bu kez, düşünmesine yardımcı olur umuduyla, kendi yaşamını kitaplar sız tasarlamaya çalışır sonra;

Fakat bunu bile başaramaz.

Hangi nesneyi ve konuyu düşünürse düşünsün, bu düşünme eylemi kitaplara borçlu olduğu anıları ve deneyimleri de beraberinde getirmektedir. Her sözcük, okunmuş ya da öğrenilmiş bir şeye ilişkin sayısız çağrışımlara kaynaklık etmektedir. Daha sayısız bağlantı birbirini itip kakarak belleğinden dışarı fırlamakta, çocukluk günlerinden bu yana okumuş ve öğrenmiş oldukların tümü, bu tek sözcüğe alabildiğince zenginlik katmaktadır.

Zweig burada şunları yazmaktadır:

“… Ve anlıyordum: Geniş boyutlu, türlü bağıntılar içerisinde düşünebilme yeteneği ya da insanoğluna bu doğrultuda armağan edilmiş olan beceri, dünyaya çeşitli düzeylerden bakabilmenin bu tek ve görkemli yolu, yalnızca kendi deneyimlerimizin ötesinde, çok sayıda ülkelerden, insanlardan ve zamanlardan kitaplara geçip saklanmış deneyimleri de özümseyebilmiş olana aittir; kendini kitaplara kapamış olanın dünyasının ne kadar dar olduğunu düşünmek, beni sarsıyordu...”

Öte yandan bütün bunları derinliğine düşünebilmesini, okumayanların dünyanın verebileceği zevklerden yana yoksun kaldıklarını bunca güçlü duyumsayabilmesini, yabancı birinin yazgısı karşısındaki bu sarsılma yeteneğini de edebiyatla ilgilenmesine borçlu olduğunu söyleyerek şunları yazmaktadır:

“Çünkü okuduğumuzda yaptığımız, yabancı insanların iç dünyalarına girmekten, onlara kendi gözleriyle bakmaktan, onların beyinleriyle düşünmekten başka bir şey midir? ”

Kitaplardan almış olduğu sayısız mutlulukları, yaşamını bilgisizliğin dar boyutlarından kurtarıp enginleştirmiş, ona değerler arasındaki farkları göstermiş, bir zamanlar ki çocuğa henüz zayıf ve olgunlaşmamış bedeninden çok daha güçlü heyecanlar ve deneyimler getirmiş olan örnekleri anımsar teker teker. Okuduğu kitap ile evin dört duvarı arasına zorla giren bir dünya, aynı zamanda bir anlamda o duvarları da yıkmıştır; dünyamızın enginliğini, ölçüsüzlüğünü ve bu dünyada yitip gitme isteğini ilk kez kitaplar yardımıyla tanımıştır. Bütün heyecanları, kendi kendini aşma isteği, yaradılışının bu en iyi yanı, bu kutsal susamışlık, kitapların, onu, hep yeni yaşantıları kana kana içmeye zorlayan tuzundan kaynaklanmaktadır.

Şöyle demektedir Zweig : “…Düşündükçe, tinsel dünyamızın tek tek izlenimlerin milyonlarca monadından oluştuğunu, bunların çok azının görmekten ve yaşamaktan kaynaklandığını anlıyordum - geride kalanların hepsini, o büyük kitleyi ise kitaplara, okunanlara, yazı yoluyla iletilenlere ve öğretilenlere borçluyduk. Bütün bunlar üzerinde düşünmek, olağanüstü bir şeydi. Kitaplar aracılığıyla yaşadığım, çoktan unutulmuş mutluluklar yeniden aklıma geliyor, birine ilişkin anımsama bir sonrakinin canlanmasına yol açıyordu..”

Dış görünüşü bakımından ondan farklı bulunmayan, ama okuma-yazma bilmeyen, düşünce dünyası hadım edilmiş ve bu kusuru nedeniyle, sevgiyle ve yaratıcı bir tutumla daha yüce bir dünyaya erişebilme olanağından yoksun o zavallı gençle ilgili yaşantısı yazara kitabın, her bilene her gün evreni sergileyen kitabın bütün büyüsünü duyumsatmıştır.

Zweig yazısını şöyle tamamlamıştır:

“ Kitap, yalnızca kendi özel yaşamlarımızda değil, ama her yerde bütün bilginin ve bütün bilimlerin başlangıç noktasıdır. Ve insan hayatın bütününü, ancak kitaplarla kurduğu içtenliğin yoğunluğu ölçüsünde derinliğine yaşayabilir; çünkü sevgi dolu olan insan, ancak kitabın görkemli yardımları sayesindedir ki dünyayı yalnızca kendi gözleriyle değil, fakat bir mucize gibi, sayısız insanların ruhsal bakışlarıyla görebilir. ”

“ Mektup yazma sanatı ” başlıklı; yazımda Stefan Zweig’ın “Yarının Tarihi” isimli kitabından bir alıntıya yer vermiştim. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=80383 . Bu yazımı okuyan işyerimdeki değerli üstatlarımdan Hulusi Nasuhoğlu’nun “...aynı kitapta yer alan “ Dünyaya açılan kapı olarak kitap ” bölümünü de aktarabilirsen yararlı olur…” şeklindeki önerisi üzerine bu yazıyı kaleme aldım.

1881 yılında doğan Zweig, kitapların o hem görünen, hem de görünmeyen dünyasıyla ne denli derin ve yaratıcı bir biçimde kaynaşmış olduğunu anlamasını sağlayan olayı yaşadığında 26 yaşındadır ve 1907 yılında karşılaştığı genç, Avrupa’da % 7 yada 8 olduğunu yazdığı okuma yazma bilmeyenlerin ilkidir. 2000’li yılların Türkiye’sinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 12 dir. Diğer bir değişle nüfusun % 88’i okuryazardır. Peki bu % 88 kitap okumakta mıdır? Zweig’ın değişiyle “kitaplardan fışkıran dünya atmosferini içine çekerek mi yaşamaktadır? ” . Bu sorunun cevabı, maalesef, hayırdır.

Çocuk Vakfı’nca yapılan Eylül 2006 Türkiye’nin Okuma Alışkanlığı Karnesine (2) göre;

— Nüfusun yüzde 40’ı hayatı boyunca hiç kütüphaneye gitmemiştir.

— Kütüphaneye gidenlerin yalnızca yüzde 8’i kitap okuma amacıyla gitmektedir.

— Türkiye’de haftalık televizyon seyretme süresi 20 saattir.

— Yetişkin nüfusun yüzde 95’i yalnızca televizyon seyretmekte, yüzde 5’i televizyon seyretmenin yanı sıra kitap okumaktadır.

— Öğretmenler genelde kitap okumamakta, yüzde 63’ü bazen kitap okumaktadır.

— Üniversite öğretim üyelerinin yüzde 56.2’si ayda 1–2 kitap okumaktadır.

— Türkiye’de düzenli kitap okuma alışkanlığı oranı binde 1 dir.

— İhtiyaç maddeleri sıralamasında kitap 235’inci sıradadır.

— Gelişmiş ülkelerde kişi başına yıllık kitap alımı ortalama 100 ABD doları iken Türkiye’de bu rakam 1 doların çok altındadır.

Kitap okumuyoruz ya gazete?

Gazete okuma alışkanlığımız konusundaki rakamlar kitap okuma daha doğrusu okumama alışkanlığımız ile benzerdir. Nüfusu ülkemize yakın olan Almanya’ da satılan gazete sayısı 51 milyon adet olup her 100 kişiden 63'ü gazete okumaktadır. Fransa’da bu oran yüzde 41, İngiltere’de yüzde 44, İtalya’da yüzde 38, İsveç’te yüzde 61, Hollanda’da % 44 olup ülkemizde her yüz kişiden sadece 5’i gazete okumaktadır. Ülkemizde gazete satışı günlük 3.000.000 adet civarındadır.

Kitap okumamamızın nedeni “ ekonomiktir ” demek bu tabloyu ne kadar yumuşatır?

Kütüphanesiz eğitim kurumlarının olduğu ülkemizde kitap okuma oranlarını artırmak için devlete düşen görev yok mudur ?

Eskinin kıraathaneleri şimdinin kahvehaneleri eski işlevine kavuşturulsa, halk kütüphaneleri vasıtasıyla kütüphane kültürü canlandırılsa, aileler okumayı teşvik etse, kitap fiyatları devlet tarafından desteklense bu rakamlar değişmez mi?

Şöyle demiş Alman şair Goethe : “ Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur. Ben bu işe hayatımın seksen yılını verdim, ama yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem. ”

Kitapların yalnızca varlığını bile mutluluk nedeni sayan Montaigne şöyle demiş : “ İstediğim zaman onlarla mutluluğu tadabileceğimi bildiğimden, yalnızca varlıkları bile beni hoşnut kılmaya yetiyor. Ne savaş, ne de barış zamanlarında yanıma kitap almadan yolculuğa çıktığım olmuştur. Fakat çoğu kez günler aylar boyunca kapaklarını açmadığım da olur. Kendi kendime şu ya da bu kitabı nasılsa bir gün okurum, derim, yarın ya da istediğim herhangi bir zaman… Kanımca kitaplar, insanın yaşam yolculuğunda yanına alabileceği en iyi besinlerdir. ”

Kitabın o sihirli, ruhu harekete geçirici gücü yanınızdan hiç eksik olmasın.

2008 daha çok okuduğumuz bir yıl olsun.

B. Sıtkı Gürler 26.12.2007


(1) Stefan Zweig, Yarının Tarihi, Can Yayınları, 1998, 2. basım, sayfa 69- 77

(2) http://www.cocukvakfi.org.tr/soru2.htm

 
Toplam blog
: 27
: 12794
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

1960 Tefenni doğumluyum.Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü 1..