- Kategori
- Efsaneler
Kız Kulesi efsânesi (Gülce-Bahçe)
Katrede umman çalkandıranın
Zerrede kâinat yüzdürenin
Verdiği aşkla kul yandıranın
Doksan dokuz adı ile
Bir öyküye başlayalım.
………Evvelin en evveli
………Sonun en sonu
………Muhammed’i yâr edenin
………Hiç bitmeyen aşkı ile
………Söz söyleyip gülcelerle
………Çağı nakışlayalım.
*
“Kendini görmeden adını duyan,
Her milletin hayran olduğu şehir,
Her bir güzelliği takdire şayan,
Gönüllerin neşe dolduğu şehir.
Nice savaşların kırmış yayını,
Herkes almış kısmetini payını,
Emirgan’da yudumlarken çayını,
İnsanın hayale daldığı şehir.
Habibin methiyle çözüldü esrar,
Bu güzel yadlara olamazdı yar,
O yaşlı haliyle Eyübelensar,
Medine’den kalkıp geldiği şehir.
Macar urban ile toplar dökerek,
Karalardan gemileri çekerek,
Güllelerle surlarını sökerek,
Haliç’ten denize daldığı şehir.”
Şâirleri sevdasından deli deli gezer durur
Anlatmaya söz gerektir, dilimizi çözer şehir
Yağmurda usul usul şarkılarımızı besteler
Akşamları sanki pul pul sularını süzer şehir
Bir martıda çığlığım, düşlerimizi alıp gider,
Koynundaki dalga aşktır, edalıca yüzer şehir
Gitmem yalılardayım, pençerelere bakar boğaz
Gökler bana ağlıyorken güle güle gezer şehir
Her caddesi bir masaldır niceleri harap olur
Elbet bize naz yaparken şekerini ezer şehir
Takvimlere baksa, susmaz, Fatihini arar sorar
Sulardaki aynalardan yedi tepe dizer şehir.
”Pençeleri aslan bakışı şahin,
Bu askere ne yapacak Costantine,
Bin dört yüz elli üç yılı Fatih’in,
Alın teri ile aldığı şehir.
Hisarlar yapılmış karşı be karşı,
Hala kulaklarda o fetih marşı,
Sultan Ahmet’iyle kapalı çarşı,
Herkesin aklında kaldığı şehir.
Burada nice gönül erleri yatar,
Burada çok güneş doğar ve batar,
Senelerdir Dolmabahçe yas tutar,
Mustafa Kemal’in öldüğü şehir.
Kazanoğlu cahil kalma ustan bul,
Tarihlerde okunacak destan bul,
Bura yedi tepe bura İstanbul,
Burası herkesin bildiği şehir.”
*
Kaçbin kere bilmiyorsun bu kulede sabahladım
Aşkın ile yol verirdim gemilere adım adım
Yüzyılları çalkalarken geceleri hesapladım
Girdin yine sen bu şehrin yüreğine benim ile
Girdin ya bir tanem,
Antik çağdan Bizans’a
Bizans’tan Osmanlı’ya
Şehrin görgü şahidiyim
Yaşımı sorarsan bak İstanbul’a,
Sever misin, sevebilir misin baharımı,
Aşk soluyan güneşimi acaba?
Ben ki,
Anıt mezarların tarihteki ilkiyim
Gümrük istasyonuyum zincir çekilende Sarayburnuna
Toplarla donatılıp savunma kalesi,
Sürgünlerin durak yeri,
Karantina adasıyım koleraya karşı
Radar bende, siyanür deposu olan yine ben…
Osmanlı’da gösteri platformuydum
Nedim’li şiir lâleleri açar halâ düşlerimden…
Kule,
Kale
Sarnıç
Ve
Fenerim…
Sultan ikinci Mahmut’un tuğrası var kapımda
Şimdilerde “bar, café, restaurant” diyorsunuz yaptığınız işe
Anlamıyorum nedense dilinizden-dişinizden…
Davacıyım tarih önünde, davacıyım vallahi sizden…
Getirin,
Getirin bana
Selçuklu sultanlarımı,
Geri verin mavi sularda geri dönülmez kulaçlarıyla
Canını dişine takarak sevdiğine gelen yiğitlerimi, geri verin…
……………Fırtınalı bir gecede kırılınca fenerim
……………Battal Gazi yiğidini sabaha dek beklerim
*
Suların mavi ipek tenine
Kıyıların ateşten gölgesine
Bir sevda türküsü yakarım her gece
*
Ben
Aşkın
Simgesi
Sonsuz sevda
Sır kapısıyım
Ben Türkün Türküsü
İstanbul tapusuyum..
Ben
Aşkın
En hasıyım
Sevdiği için
Kuleden atlayıp
Canına kıyan kızın
Yaradan’a duasıyım…
*
Ağaçları
Bilir misiniz
Erkencidir,
Giyinip soyunanda
Üşürler, donarlar, titrerler
Ben aynen öyleyim işte bugün
Aşkın aynasından toplayıp pırıltıları
Savuranda ben varım dernek düğün…
Biraz acılı, biraz üzgün ve sessiz…
Mustafa CEYLAN