Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

11 Ekim '11

 
Kategori
Öykü
 

Kızıl 18

Başkent Odeon bugünlerde biraz daha sakin görünüyordu ancak varisin kayboluşunun üzerinden altı ay gibi azımsanamayacak uzun bir süre geçmişti ve bunu fırsat bilen bazı çıkarcılar halkın arasına korku ve panik sokarak provoke yaratıyordu. İnsanların cahilliği, korkusu ve öfkesi ardından istediklerini elde etmeye, ülkeyi bölmeye çalışıyorlardı. Ülke aylardır şavk alarmı durumundaydı. Yöneticiler geceli gündüzlü bu işi sonlandırmak için harıl harıl çalışıyorlardı. Ve elbette Damal, birkaç bilim adamı ve Başkan'ın bu karmaşanın ardında sakladıkları çok daha değerli bir amaçları vardı. Yalnızca birkaç soylunun ve Mühin Nekar'ın da bildiği bu amaç ve sır onlara yıllardır arayıpta bulamadıkları o gücün kapısını açacaktı. Zaten halkı kışkırtan ve Ana başkent Odeon'a salan Mühin Nekar'ın ta kendisiydi. Böylece hem kendi ekmeğine yağ sürüyordu hem de yöneticilerin de bildiğini bildiği bu sırrı kendisi eline geçirmeye çalışıyordu. Ve bunun için iki seçilmişe de ihtiyaç vardı... Yorga gizlice sızmıştı binaya, girdiği bu odada yıllardır herkesten saklanan ve yalnızca birkaç önemli asilin ve elbette başkanın bildiği sırlar saklanıyordu. Hepsi gözlerinin önündeydi, hızlıca akıp gidiyordu. Elindeki taşıyıcı belleği bilgisayara bağladıktan sonra bilgileri indirmeye koyuldu. Buradan sonra önce Başkanı ve diğerlerini kontrol ettikten sonra Nekar'ın şatosuna yönelecekti. Orada da istediği bazı bilgiler olduğunu biliyordu. Şimdi bunu öğrenmeye vakti olmadığından bilgileri yedekleyip geri dönecek ve Elyanın da sakladığı bu sırrı öğrenecek, ona göre yeni planlar yapacaktı. Birkaç dakika içinde işi bitmişti. Koridora yönelerek derhal toplantı binasına doğru yola koyuldu. On- on beş dakika sonra oradaydı. Sinsice sırıttı hala bir milim dahi yol kat edemediklerini görünce... Demek ki yağız onları bu denli iyi gizliyordu.  hakkını vermek lazımdı. Ama bir de onların aptallıklarıyla uğraşmak zorunda kaldığı için utandı kendinden... Bu kadar gözetlemenin yeterli olduğuna karar verip ikinci hedefine doğru yola çıkmıştı. Bu işi mümkün olduğunca sessizce halletmeye uğraşıyordu ancak bunu başaramadığının henüz farkında değildi. Yorga daha Septist’e girer girmez varlığını hisseden hatula onu takibe almıştı. Yalnızca ona engel olmuyordu ve onu kıza götürmesi için sabırla peşinden gidiyordu. Nekar'ın şatosunda da bir süre oyalandıktan sonra yönlerini büyük hızar çölüne çevirdiler. Buradan sonra hayaller vadisi denilen bölge geliyordu. Elbette ne kadar da aptaldı nasıl tahmin edememişti. Onlar için o vadiden daha uygun bir gizlenme yeri olmazdı. Çünkü vadinin sihirli havası buna olanak sağlıyordu. Yorga ve Konsta'da geçmiş efsaneleri ve yaşananları çok iyi bildikleri için kızı oraya götüreceklerdi tabii ki... Ancak henüz çölü yarılamamışken Yorga duraksadı ve sanki izlendiğini anlamış gibi etrafı kolaçan etti.

 -   Ortaya çık, hatula. Sen olduğunu biliyorum. Göster kendini hadi...

 -   Hâlbuki kendimi iyi gizlediğimi zannediyordum. Dedi gizlendiği yerden çıkarak ona doğru yürümeye başladı. Önüne dek geldiğinde durdu ve gülümsedi.

 -   Paslanmışsın, eski dostum. Ben bile çok daha iyiyim bu konuda.

 -   Ona ne şüphe... Peki, ne arıyordun? Aradığını bulabildin mi bari Nekar'ın şatosuna dahi girmeni gerektirecek kadar gözünü ne kararttı senin?

-   Aye-il'i koruma içgüdüsü diyelim.

-   Anlıyorum. Nedir konu? Bilmem de bir sakınca var mı?

-   Hayır, yok ancak önce güvenli bir yere gitmeliyiz. Böyle uluorta çok tehlikedeyiz, gardiyan..

 -   Yani beni kendi ellerinle kıza götüreceksin? Çünkü onu götürdüğün bölgeden daha güvenli bir yer yok şu an için... O da yalnızca kısa bir süreliğine saklayabilir sizi...

 -   Sen merak etme. Bir planım var elbette... Şimdi gidelim... 

Küçük kulübeye ulaştıklarında yağızın kızı odadan çıkartmış olduğunu gören Yorga öfkeden deliye dönmüştü adeta. onlar da hatulayı gördükleri için şaşkındı. Ancak hiçbiri de kendilerini ifade etmeyi düşünmüyorlardı. Yorga bir an içinde sakinleşmişti. yağızı bir köşeye çekerek konuşmaya başlamışlardı. Elya bir süre daha ne yapacağını bilemez halde hatulayı izliyordu.

 -   Beni gördüğüne pek sevinmedin sanırım dedi zihninin içini doldurarak sözleriyle. Telepati yoluyla konuşmayı daha uygun bulmuştu.

-   Şaşkınım evet ama bu aptalın seni neden buraya getirdiğini bilmediğim için...

-   Henüz ben de bilmiyorum. Ancak önemliymiş...

-   Tahmin edebiliyorum dedi başını sağ omzunun üzerinden onlara çevirdi. Ancak bakışları yerdeydi. Adımlarını Yorga'nın bulunduğu köşeye çevirdi ve sakince onlara yaklaştı. yağızı kolundan kavrayarak biraz geri çektikten sonra adamı sertçe duvara yapıştırdı ve yüzüne daha önce hiç yapmadığı bir şiddetle yumruk attı. Aynı anda Midesine ve kasıklarına da... Yorga son aldığı darbenin acısıyla dizlerinin üzerine yere yığıldı. Elya adamın yere düşmüş başını yukarı kaldırarak öfkeli gözlerine bakmasını sağladı... diğerleri yalnızca izliyordu, Onu daha önce hiç böyle görmemenin şaşkınlığı da vardı üzerlerinde...

-   Sana bu işten uzak durmanı söylemiştim. Beni öfkelendirmen hiç iyi olmadı, General Yorga Artjin. Çünkü koruduğum sır tehlikedeyse sevdiğim adamı bile görmez gözüm. İçgüdülerim bana sırrı korumamı emrediyor. Verdiğim sözü boşa çıkartmayacağım. Bu lanet söz kendi Ağabeyimle birleşmemi gerektirse bile yaparım bunu... Yakasından tutup ayağa kaldırdı onu; - sana karışma derken çok ciddiydim. Beni dinlemen gerekirdi. Sır hakkında ne biliyorsun hemen söyle. Ben zihnine sızmadan...  Adam bir süre kızın öfkeden alev alev yanan gözlerini izledikten sonra cebindeki belleği çıkarttı ve uzattı.

 -   Henüz hiçbir şey...  Genç kız onu bıraktı ve elindeki belleği alarak hızlı adımlarla şöminenin başına gelerek onu ateşe fırlattı.

-   Umarım doğru söylüyorsundur. Kendi iyiliğin için dedi ona dönerek...

-   Hiçbir şey bilmiyorum! Dedi hiddetle. Hala canı yanıyordu. Ancak daha çok kızın ona yaptıkları yüzünden... Bu nasıl bir sırdı ki gözünü bu denli karartmıştı.

-   Sana daha önce de söylemiştim, Yorga. Beni ve sırrımı tehdit eden bir durumla karşılaşırsam gözümü bile kırpmadan en yakınımdakini bile öldürebileceğimden korkuyorum demiştim. Yalnızca sır kısmını bilmiyordun. Ama sen bunun olamayacağına inandırmıştın beni... En azından bir süreliğine... Bunu yapmamalıydın. Ancak henüz geç de değil. Bırak bu işin peşini, hepimiz için en iyisi bu...

-    Neden! Diye bağırdı öfkeyle; - Sır gizlendikçe senin için daha tehlikeli değil mi? Sana yardım için öğrenmem gerekiyordu.

-    Sen kendini kandırmışsın, sevgili Yorga. Bu sır onu bilen insan sayısı çoğaldıkça benim için çok daha tehlikeli... Zaten sandığın gibi ne Septist'teki asiller asıl sırrı biliyor ne de Mühin Nekar. Bildikleri yalnızca sırrı benden öğrenecekleri ve elde edecekleri... Bu sırrın muazzam bir gücü bünyesinde barındıran bir cisim olduğunu zannediyorlar ama ne kadar yanıldıklarını anlatmaya kelimeler yetmez. Sır ne muazzam bir güç ne de bu gücü barındıran bir cisim... Sır bundan çok daha fazlası... Ve sen her şeyi iyice karıştırıyorsun, Yorga... Hem hatulanın burada ne işi var? Biz onları kendimizden uzak tutmaya çalıştıkça sen dibimize sokuyorsun.

-    Peki neden? Dedi bu defa Yağız...

-    Anneme verdiğim bir söz yüzünden... Önceleri seni korumakla yanımdan ayırmamakla tam olarak bunu kastettiğini sanmıştım. Ancak bu konuşmanın devamında söyledikleri bunun öyle olmadığını anlamamı sağladı. Seni yanımda tutarsam asıl o zaman tehlikeye atmış oluyordum... Yani seni yanımda tutmamı söylerken aslında uzak durmamı kastediyordu. Anlamam biraz uzun sürdü...

-    Yine soruyorum; Neden?

 -     Üzgünüm, söyleyemem. Çünkü aynı zamanda koruduğum sırla da ilintili... Ve bu sırrı özellikle senin bilmemen gerekiyor. Dedi yeniden Yorga'ya dönerek; -  şimdi, bir nevi dindirebildim mi merakını? Daha fazlasını öğrenmeye yeltenme, Yorga. Sonu çok kötü olur senin için.

 -     Hayır! Sana söyledim; bu işin peşini asla bırakmam. Ta ki gerçeği öğrenip tamamen başka bir boyut kazanana dek...

-     Sen nasıl bir geri zekâlısın böyle? Üze-il'i bile idare etmek daha kolaydı. Sen nesin, kimsin?

-     Elbette öyleydi. Ben bir askerden çok daha öteyim. Eski bir gardiyanım...

-     Demek bir gardiyan, ha! Doğrusu yeteneklerin Silmli'yi yenebilecek kadar... Benimle kendini bir tutamazsın. Zaten uzun bir süredir kendimi, öğretmeye çalıştığın o zırvalıkları ve çok daha fazlasını biliyorum.

-     Yine sırrın, öyle değil mi? dedi Yorga ona yaklaşarak suratına tükürür gibi.

-     Evet, yine sırrım...

-     Yani aslında bana olan hislerinde yalnızca bu sırrı korumak için bir kamuflaj... Çünkü bu sır her neyse içinde bende varım. Beni de ilgilendiriyor. Ama ya Konsta? Dedi kızı omuzlarından kavramıştı sıkıca.

 -     Konsta bu olayın tamamen dışındaydı. Belki kaderi böyleydi, açıklayamıyorum. Ama sana olan hislerim gerçek, Yorga... Olmaması gerekiyordu ama oldu işte...

 -     Öyleyse anlat! Nedir bu körü körüne korumaya çalıştığın sır? Sırrı bana anlatırsan sandığın gibi tehlike oluşturmayacak. Yardımcı olabilirim. Dedi doğrudan ve inatla gözlerine bakıyordu.

-     Bunun için hazır olduğuna inanmıyorum, Yorga. Ben bile bugün hala kabullenmekte zorlanıyorum. O yüzden lütfen üsteleme. 

-     Hayır! Eğer beni gerçekten seviyor ve değer veriyorsan sırrı bana söylersin Aye-il. Üzgünüm ama bana bunu yapmaktan başka çare bırakmadın. Ya sırrı bize açıklarsın ya da sanırım bu gece yollarımız burada ayrılıyor.

-     Hayır! Bunu yapamazsın. Gidemezsin, tek zaafımsın. Bunu sen bile bana karşı kullanıyorsan düşmanlarım bir an bile tereddüt etmeyeceklerdir.

-     Üzgünüm... Seçeneğin yok, Aye-il. 

-     Tamam. Pekâlâ. Dedi çaresizce. Böylesine zayıf ve kolay yenilebilir olmaktan nefret ediyordu ama onu kaybetmeyi kesinlikle göze alamazdı. Ona bu lanetin tehlikesini ortadan kaldırmak için ihtiyacı vardı. Ve eğer şimdi çekip giderse ona bir daha ulaşamayacağını biliyordu. Bu yüzden anlatmaya karar verdi sırrı. Sanki ne olacaktı. Sırrı onun koruyucusu olan adama anlatmasında bir sakınca olmazdı herhalde. Kulübenin etrafında oluşturduğu sinyal bozucu enerji kalkanını güçlendirerek tedbiri biraz daha ele aldı. Onların yerini bilen birileri varsa dinleniyor ve izleniyorlarsa tehlike oluşturabilirdi.

        -     Evet! Dedi Yorga sabırsızca.

        -     Sır; dedi üzerindeki gömleği hızlıca çıkartarak;- benim! Vücudunda daha önce hiç görmedikleri anlamsız şekiller vardı. Ve belli ki tüm vücudundaydı. Anlam arayan bakışlarla kıza bakıyorlardı.

        -    Ve sırrın Üze-il'le ilişkisi onun da aslında bir sırrı barındırıyor olması... Oğlana yaklaştı ve onun da üzerindeki gömleği çıkarttı. Onunda vücudunda uzayıp giden çizgiler, spiraller, daireler vs. vardı ancak kızın vücudundakilerden tamamen farklıydılar.

        -    Ama… Bu nasıl olabilir? Daha önce yoktu bunlar vücudumda dedi Yağız şaşkınlıkla parlayan simgeleri inceliyorken.

        -    Bana her yaklaştığında oluyordu bu. Ancak önceleri bu simgeleri gizlemem kolaydı. Artık değil. Çünkü o gün yaklaştıkça enerji daha da artıyor ve ben engel olamıyorum. Hani o gece olanlar, sana karşı koyamamam... İşte o gece o günün yaklaştığının ilk belirtisi olarak ortaya çıkmıştı ve beni tamamen güçsüzleştirmişti. Ay tam dolunay evresindeydi ve hafif kızıl bir ışığa sahipti. Dünya'yla olan konumu tam dik ve yakındı... Tüm bu belirtiler aynı anda gerçekleştiği için beni zayıf düşürmüştü ve seni asabileştirmişti.  Ve O gün yaklaştıkça içgüdülerimiz bizi ay ve dünya arasındaki çekim enerjisi gibi birbirimize yaklaştırıyor. Ancak bunun olmaması gerek. Biz bir araya gelirsek bedenlerimiz yok olacak. Geriye bizden yalnızca içgüdüleriyle hareket eden iradesiz ruhlar kalacak ki bu ruhlar bir bütünün iki yarısı gibi, birleştiklerinde ortaya çıkacak olan enerji yedi bin kilometre çapında her şeyi yakıp kül eder. Ve bu da Septist'in tamamen yok olması demek... Bu bir lanet... Zamanın liderlerinin ve asillerinin acımasızca türümüzü o mağaralarda yakmalarının intikamı... Ve bu laneti yapan da Aron soyundan Omaylardı. Ve onların arasında senin büyük büyük büyükbaban da vardı Yorga. Hatta onları buna teşvik eden ve bir araya getiren kişi de senin büyükbabandı. Yani sizin soyunuzdu. Ve sen o soyun bugün ki ferdi olarak o gün yaklaştıkça bu katliama katkıda bulunacak elçisin... O lanetin bugüne dek süregelmesi için her jenerasyondan bir kişi seçilir. Ve lanetin zaman içinde yok olup gitmemesi için farkında olmaksızın size aktarılan enerjiyle laneti besliyorsunuz. Bu lanet çok önceleri Annemin Annesinde ve onun Annesinde de ve onlar için seçilen eşlerindeymiş. Yani üç jenerasyon bu laneti taşıdı. Bugün bu laneti ben ve eşim Üze-il taşıyor. Elçi de sensin... Olayın olacağı günse artık çok yakın... Çünkü ortaya öyle bir enerji çıkmalıydı ki hem vereceği acı fazla olmalıydı hem de tüm Septist'i taş üstünde taş bırakmadan yok etmeliydi. İşte o enerji bu sistemdeki tüm gezegenlerin ve aylarının aynı konumda biraraya gelmesiyle meydana çıkacak... Bu da tam olarak ocak ayının Onbirinci gününün onikinci saatinde gerçekleşecek... Yani zamanımız çok az... Eğer asiller ve Mühin Nekar bu gerçeği bilselerdi önüme engel olmak yerine durdurmak için yanımda olurlardı. Ama sırrı türümüzü yok eden asillerin soyundan gelen kişiler bilmemeliydi. Bunun için de önlem alınmış elbette... Eğer sır onlardan biri tarafından bile öğrenilecek olursa diye lanet bizi de yok edecek. Yani açık etmezsek biz hayatta kalacağız ve türümüzü yeniden devam ettireceğiz. Ancak ben türü devam ettirecek tek Omaylar olmadığımızdan eminim çünkü biz yok olursak her şey bitmiş olacak. Bu da demektir ki başkaları da var. Bir iki çift muhtemelen korundu. Ama şimdilik bizi ilgilendiren bunlar değil. Biz bu lanete nasıl engel oluruz onu düşünmeliyiz.

         - Anlamadığım tek konu var, Aye-il dedi Yorga sakin bir ses tonuyla;- sen ve ben neden birlikte olamıyoruz?

         - Çok basit seni aptal! Sen laneti devam ettiren elçisin... Bu yüzden birlikte olamayız.

         - Bunun içinde bir önlem mi alınmış?

         - Aslında bilgim yok. Kitabelerde üzerinde özellikle durulan konu buydu... Laneti devam ettiren elçiyle Lanetin gerçekleşmesi için seçilmiş aracı bedenler biraraya kesinlikle gelmemeli diyordu. Ve bunun gibi daha bir sürü boş beleş laflar...

         - Öyleyse bu denli üzerinde durulmasının nedeni istenmeyen bir sonuç meydana getirmesi gerçeği olduğunu varsayabiliriz. Belki de baştan beri cevap gözünüzün önündeydi ancak bunu kimse fark etmedi.

         - Ne demeye çalışıyorsun?

         - Belki de biraraya gelmemiz laneti ortadan kaldıracaktır. Arada oluşacağı varsayılan aşk ve bağlılık - saf ve masum olan elbette- laneti etkisiz kılacaktı.

         - Bu mümkün... Peki, bizim aramızdaki aşk ve bağlılık ne kadar sağlam ve ne kadar masum? Aksi takdirde başka bir çözüm varsa bile onu aramak için fırsatımız olmayabilir. Yalnızca bu varsayımın üzerine odaklanamayız.

         - Öyleyse sen ve Konsta başka çözüm yolları üzerinde odaklanırken ben ve Üze-il'de benim teorim üzerinde yoğunlaşalım.

         - Olabilir... İyi bir plan ama aynı anda kendimizi dış tehlikelerden de korumalıyız. Sırrı açık etmeden...  Ve her gün bittiğinde buluşacağımız nokta burası olacak... Oturup bulduklarımızı tartışır. Dinleniriz... Ve elbette sevgilimi görebileceğim tek anları heba etmemeliyim, değil mi? dedi oğlana yaklaştı ve kollarını boynuna dolayıp yanağından öptü; - teorin doğruysa ilişkimizi ilerletmeliyiz...

         - Seni şımarık... Alnından öptü ve bir süre sıkıca sarıldıktan sonra; - benim de tek zaafım sensin, Aye-il. Lütfen kendine dikkat et. Seni kaybetmek istemiyorum. Böylesine sevdiğim tek kadınsın... Şehvetsiz ve çocukça...

         - Ederim, sevgilim...

 

Birkaç hafta içerisinde Septist'teki tüm veritabanlarını, kütüphaneleri, bilim merkezlerini ve buralardan elde ettiği bilgilerin onu yönlendirdiği üzere Dünya'da birkaç tarihi şehri ve kütüphaneleri dolaşmıştı ancak elinde dişe dokunur tek bir bilgi yoktu. Öğrenebildikleri zaten kendi bildiklerinden ibaretti. Yalnızca birkaç yeni bilgi edinmişti ki bunlar da onu hiçbir sonuca ulaştırmıyordu. Ancak tüm bu hüsranın yanı sıra olumlu bazı gelişmelerde olmuştu. Yorga kendi teorisi üzerinde ilerledikçe yolkatetmişti. Ster-ulum ve Boyler'de bulduğu iki yeni kitabe'de bu teoriyi teori olmaktan çıkaran ve gerçek yapan kesin bilgiler bulmuştu. Zaten kendisi de kitabeyi incelemiş ve akıllarda şüphe kalmamıştı. Böylece ellerinde en azından yoğunlaşabilecekleri bir çözüm olmuştu. Ama işe yaramamasından ve her şeyin mahvolmasından da korkuyordu. Şimdi küçük kulübede hepsi birlikte oturmuş bu konu üzerinden tartışıyorlardı. Aralarına iki yeni kişi daha katılmıştı. Elmira Elya'nın Oditor'daki(tarihi bölge) büyük tarihi ve merkezi kütüphanede araştırma yaparken tanıştığı oldukça yetenekli bir kızdı. Yaşıttılar ve ona oldukça yardımı dokunmuştu...  İlk tanıştıklarında hakkında bazı şüpheleri olmuştu ancak sıradan bir köylü kızı olduğunu ve herhangi bir asilin emrinde ya da Mühin Nekar'ın boyunduruğu altında olmadığını anlayınca ona bir kısım bilgiler vermişti. Yalnızca yüzeysel ve onu hiçbir sonuca ulaştırmayacak bilinen şeylerdi. Ancak yine de onu detayların dışında tuttuğundan şu an bu toplantı da yer almıyordu. Ve Kariha... O muazzam bir güzellikti... O da bir Omay'dı. Ancak eşini henüz bulabilmiş değildi. Onunla Mansena'daki ( volkanik arazi bölgesi)Uzam yanardağında eski bir kitabenin varlığına dair edindiği bilgilerle taşı ararken karşılaşmışlardı. Eğer ikisi de birbirine tanıdık gelmemiş olsalardı öldüreceklerdi birbirlerini... Ancak şimdi çok iyi anlaşıyorlardı. Ve belki Kariha eşini bulamazsa belki de ağabeyiyle olabilirdi... Hatta daha da fazlası Kariha ondan hoşlanıyor gibiydi... Bu durum onu cidden çok heyecanlandırıyordu.

 

         -  Hey, Aye-il! dedi sinirleri gerilen Yorga dalıp gitmiş kıza...

         -  Efendim.

         -  Umuyorum ki sende şu an üzerinde kafa yorduğumuz şeyleri düşünüyorsundur.

         - Hayır, düşünmüyordum. Ben bu planın işe yaracağından eminim çünkü...

         -  Öyle mi? Peki nedenini de bilmemizde bir sakınca yoksa öğrenebilir miyiz?

         -  Çünkü aramızdaki ilişkinin masumiyetinden ve birbirimize olan sadakatimizden ve bağlılığımızdan eminim ve sana güveniyorum. Herhalde bunlar yeterli olacaktır. Dedi hınzır bir çocuk edasıyla gözlerine bakarken... Sonra diğerlerine dönerek bir süre bakışlarını süzmüştü.

        - İnanın. Eğer başka bir çözüm olsaydı bu riske hiç girmezdim. Elbette ben de endişeliyim, korkuyorum ama Yorga'ya ve kendime olan güvenim tam. Bu da bir yerde tüm korkularımı silip götürüyor. Artık sizin bu konuda kafa yormanıza hiç gerek yok. Bırakın bunu ben ve Yorga düşünelim. Sonuçta bu artık yalnızca ikimizi ilgilendirir oldu. Eğer o da kendisinden eminse düşüneceğimiz tek şey kalıyor geriye; laneti kaldırmak için bu saf enerjiyi nasıl ortaya çıkaracağız?

       - Elbette güveniyorum dedi biraz sinirle.

       - Öyleyse sorun yok, sevgili Yorga. Şimdi yeni sorunumuzun yanıtını bulmaya odaklanabiliriz...

       - Ancak öncelikle halletmemiz gereken bir şey daha var dedi Yağız bu ikisinin yakınlığından rahatsızlık duyuyordu.

       - Dinliyoruz dedi Elya, ne diyeceğini biliyordu zaten ama konuşulması onun da işine gelirdi. 

       - İkinize izin veriyorum diye Yorga sakın düşünme ki Aye-il seninle olacak! buna müsadem yok. o sana güveniyor olabilir ancak ben güvenmiyorum. kardeşimden uzak duracaksın bu iş hallolduktan sonra...Dedi biraz hiddetli.

       - Öyle mi, bay ukala! Unutma ki seni gebertmeye yemin etmiş biriyle paylaşıyorsun o iğrenç düşüncelerini. Ayağa kalkmıştı ve onun üzerine atılacak gibi duruyordu.

       - Sakin ol, Yorga. Dedi onu yerine oturması için geri çekerken; - abi  lütfen sen de biraz sakin olur  musun, geçmişte yaşananlar bugün de olacak diye birşey yok ki... ben onu seviyorum, buna saygı duyacağından eminim.

      - pekala,bazı detaylarda haklı olabilirsin ancak sana en ufak bir zarar geleceğini düşünürsem onu mahvederim.

      - öyleyse işimize dönelim artık.

      - elbette dedi hafif bir baş hareketiyle;- ben biraz dolaşacağım. bana durumu sonra anlatırsın.

      - Yok, hayır. O kadar hızlı değil, Silm’li seçilmiş. Dedi yanına giderek açtığı kapıyı hışımla geri kapattı, kilitledi ve onu da geri çekti - Ve neden biliyor musun? Çünkü o gece bana yaptığının intikamını zerre zerre alacağım senden. Öylesine acı çekeceksin ki bu benim o gece çektiğim acının binlerce kat fazlası olacak. Bu yüzden hiçbir yere gidemezsin. Geç otur yerine. Beni öfkelendirmek istemezsin.

     -  Bana nefretle bakıyor olman yeterince acı veriyor, kardeşim. Farkında olmaksızın intikamını alıyorsun zaten. Beni durduramazsın. Yakınında olmak artık ikimiz içinde çok tehlikeli. Dedi bir kolunu yakalamış öfkeyle sıkıyordu.

    -   Öyle mi? Ben yeterli olduğunu düşünmüyorum oysaki... Daha fazlasını yaşamalısın.

    -   O gün yaklaştıkça ikimizde ulaşabileceğimiz en uç noktaya dek ilerliyoruz, Aye-il. Bir arada kalırsak Kontrollerimizi yitireceğiz. şu an da olduğu gibi... kontrolünü kaybediyorsun elya, Bunu istiyor musun?

    -  aa ben özür dilerim dedi afallayarak geri çekilmişti;- bunu neden yaptığımı bilmiyorum.

-   dert değil şimdi ödeşmiş olduk dedi kardeşine sıkıca sarılırken.

   -   Hayır! Diye bağırdı Kariha. Artık duyduklarına katlanamıyor ve sevdiği adamın ölmesi fikri hoşuna gitmiyordu. Hepsi bir anda ona dönmüşlerdi. Ondan gelecek bir yanıt bekliyorlardı. Ancak Aye-il kızın bunu yapmayacağını biliyordu. Çünkü o denli utangaçtı ki bunu yapamazdı.

   - Neden böyle üzgün olduğunu söyleyeyim mi sana, Ağabey? Dedi yeniden ona dönerek. Meraklı bakışlarını kızın gözlerine dikmişti o da...

   - Söyle. Dedi istemsiz. Bunun olmasını istemeyen Kariha atılarak kızın koluna yapışmıştı.

   - Hayır. Lütfen yapma. Dedi yalvaran gözlerle ona bakıyordu.

   - Yapma, Kariha.bilmesi gerekiyor hem benim ağabeyim birtaneciktir. çok kibardır...

   -  Bu benim seçimim, benim kararım... Lütfen söyleme... Sana güvenmiştim ben. 

   -  Pekâlâ. Dedi kızın elini kavrayarak geri çekti; - Bu senin kararın... Sorumluluğu da sana ait. Ben karışmıyorum.

   -  Teşekkür ederim.

   -  Kariha. Dedi Yağız hala bir yanıt için bekliyordu. Ve kafası başında olduğundan çok daha karışıktı şimdi; - bilmemi istemediğin şey nedir?

   -  Aa, önemli değil. 

   -  Ben hala bir cevap bekliyorum. Dedi biraz daha inatla dikti gözlerini üzerine.

   -  Hala anlamadın mı? O seni seviyor. Dedi Konsta atılarak. Lafın uzayıp gitmesi sinirlerini bozmuştu.

   -  Ne! Sen beni seviyor musun? peki neden çekiniyorsun...

cevap alamayınca dalgın odasına yöneldi ve gözden kayboldu. Kariha üzülmüştü. Neden böyle yapmıştı? Ağlayarak odasına koştu ve kapıyı da ardından kilitledi. Kimsenin yüzüne bakacak hali kalmamıştı. Elya da utanıyordu şimdi kendinden. Bunu yaptığı ve Kariha'yı böyle bir duruma soktuğu için üzülmüştü. Yağız’ın da ona karşılık vereceğinden emindi halbuki, belki de yanılmıştı.Daha da önemlisi böyle bir tepkiyi ondan hiç beklemezdi. Hâlbuki o öylesine kibardı ki bırak bir kadının kalbini kırmayı bir de üzerine teselli olmak için elinden geleni yapardı o... Koşullar onu ne kadar değiştirmişti böyle. Yoksa aslında o gerçekte böyle biri miydi?

 

    -  abi! Onu nasıl kırdığının farkında değil misin? Suçu ne; senin gibi bir aptala âşık olması mı? Ondan özür dile hemen...

    -  Suçlu olan o değil. Sensin. aklından ne geçiyordu ki şu koşullarda en son şeydir bir ilişki düşünmem. bunu tahmin ediyor olman gerekirdi kardeşim.

    -  o konuda hatalıyım evet ama sen de hiç kibar sayılmazdın ondan özür dile en azından bunu yapabilirsin...

- tamam bir arayaparım. izninle şimdi dinlenmek istiyorum.

- tamam iyi geceler dedi ve çıktı odasından...

 

   

 

  -  Artık daha iyi misin? Diye sordu adeta sessizce.

  -  İyiyim. Seninle olduğum sürece hep iyi olacağım. Bana güveniyorsun değil mi, Yorga? Dedi doğrularak. Bu olayın öncesinde de merak ettiği bu soruyu dile getiriyordu korkuyla.

 -   Bu da nereden çıktı şimdi? Elbette güveniyorum. 

 -   ben bir imge gördüm yorga...

 -   İmge mi?

 -   Evet, o imgede sen ve ben vardık. Geçmişten bir anı gibiydi sanki. Mutluyduk ve sanırım evliydik. Peşimizde bizi takip eden iki küçük çocuk vardı. Biri oğlan diğeri kız... Yemyeşil bir çayırda koşuyor, eğleniyorduk. Sonra aniden gökyüzünden bir alev topu düştü üzerimize. Ve doğrulduğumda hepiniz yerde öylece yatıyordunuz. Ölmüştünüz. Dedi titrek sesiyle. Kendisi de titriyordu zaten, korkmuştu belli ki... Daha sıkı sarıldı ona.

 -  Sakin ol, canım. Bu yalnızca aptal bir halüsinasyondu... İkimizin bir geçmiş yaşantısı olduğunu sanmıyorum. Öyle olsa bahseden kitabeler olurdu, değil mi? Ve bunun gelecekten bir görüntü olduğunu da zannetmem. Çünkü geleceği görme yeteneği hiç kimseye verilmemiştir. Sende de olacağını düşünmüyorum.

 -  Öyleyse neydi gördüklerim?

 -  Bilmiyorum, Aye il. Kafanı bu saçmalıklara yorma... Unut gitsin. Uyu artık, yorgunsun.

 -  Uykum yok, yorgun da değilim. Dedi doğrularak; -  Ben biraz dolaşacağım. Sen dinlenebilirsin. İyi uykular.

 -  Seninle gelmemi ister misin?

 - Hayır. Yalnız kalmak istiyorum. Dedi ve aceleyle çıktı odadan. Daha fazla oyalanırsa ısrarlarına dayanamayacağını biliyordu ki şu an gerçekten yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Kulübenin yedek anahtarlarından birini alarak ahıra yöneldi. Atını alarak eğer ve koşum takımlarını bağladıktan sonra hayvanı zorlayarak vadiye doğru sürmeye başladı. Vadinin merkezinde küçük bir koru ve bu korunun ortasında da küçük bir gölet bulunuyordu. Özellikle sinirli veya moralsiz olduğu günlerde buraya gelir biraz kafasını dinlerdi. Ancak bugün tamamen başka bir sebeple gidecekti gölete... Gardiyan Hatula'yı gizli bir görüşme için buraya çağırmıştı. Asillerin arasında onlara yakın bir casusa ihtiyacı vardı. Ve bunun için en uygun adayda Gardiyan Hatula'ydı. Gizli planlarını öğrenmek, onlara ne kadar yaklaştıklarını bilebilmek için isteyecekti bu yardımı ondan. Gökyüzüne çevirdi bakışlarını, ay tam tepeye çıktığında geleceklerdi bir araya. Atı biraz daha zorladı ve hızını arttırdı. Tam vaktinde orada olmak istiyordu ki daha sonra yüzmek için biraz vakti olsundu. Beş dakika sonra varabildi buluşma yerine. Ancak o henüz gelmemiş gibi görünüyordu. Atını ağaçlardan birine bağladı. Ve etrafa şöyle bir göz gezdirmeye koyuldu. Keşke yanına bir fener falan alsaydı. Bu karanlıkta nasıl seçecekti ki adamı... Derken bir hışırtı işitti ağaçlıklardan, arkasını döndü ve gelenin Gardiyan Hatula olduğunu gördü.

 

-  Gecikmedim umarım dedi adam hafifçe önünde eğilerek.

-  Lütfen buna hiç gerek yok. Resmiyeti pek sevmem. Hele ki böylesini... Ayrımcı bir anlayışla insanlara dayatılan resmiyeti... 

-  Nasıl uygun görüyorsanız, efendim...

- Ve lütfen bana yalnızca ismimle hitap et. Ben henüz yönetimi ele almış değilim.

-  Nasıl isterseniz, Aye il.

- Ve dedi son kez gülümseyerek; - ' siz ' değil 'sen'... Tamam mı?

-  Pekâlâ...

-  Neyse artık konumuza girebiliriz herhalde, Hatula. Seni buraya neden çağırdığımı eminim anlamışsındır.

-  Çok doğru...

- karşı tarafın ajanı olmadığını umuyorumaksi takdirde risk büyük...

 

-   Hayır değilim. Yalnızca sizi yani seni aramakla görevlendirildim ki bütün Septist asilleri de aynı anda sizi yakın zamanda bulabilmek için uğraşıyorlar.

-   Peki, sana güvenebilir miyim? Benim için casusluk yapmanı isteyeceğimi göz önünde bulunduracak olursak yanlış bir karar da vermiş olabilirim.

-   Sizin istekleriniz asillerin isteklerinin önünde gelir, Ayeil. Sizi koruma görevi bana bizzat Ukmas Damal tarafından verildi. Ve öncelikli işimin de bu olduğunu bilmelisiniz.

-   Seni anlıyorum. Ancak seninle bağlantı kurduğumu Ukmas Damal dahi bilmemeli... 

-   Emredersiniz...

-   Bana istediğim her türlü bilgiyi detaylarıyla aktarmanı istiyorum. Ve bunun için normalde olduğundan çok daha dikkatli olmanı istiyorum. Eğer casusluğunun anlaşıldığını hissedersen o an kaçmanı ve yanıma gelmeni istiyorum. Tehlikeye atılmana hiç gerek yok. Zaten asillerin neler planladığını öğrensem de yeter. Beni bulamayacaklarından oldukça eminim...

-  O konuda haklı olduğunuzu söylemeliyim. Ancak yakalanırsam buraya geri dönmem uygun olmayacaktır. Benim aracılığımla yerinizi tespit edebilirler ki sanırım bunu hiç istemezsiniz.

-  Hayır, istemem. Ama... Benim yüzümden seni öldürmelerini de istemem. Ki sanırım önünde sonunda yapacakları da bu olur, öyle değil mi?

-  Evet...

-  Öyleyse anlaştık, Hatula dedi elini uzatarak;- benim için casusluk yapacaksın.

-  Anlaştık, efendim. Elini uzattı ve tokalaştılar.

-  Son bir şey daha Hatula, bunu istemem ne kadar güvenli bilmiyorum ama Mühin Nekar'ın şatosundan almanı istediğim bir şey var.

-  Nedir?

-  Bir kılıç... Atalarıma aitmiş. Bütün savaşlarında bu kılıcı kullanmışlar. Ve edindiğim bir bilgiye göre kılıç Mühin Nekar'ın şatosunun derinliklerindeki bir odadaymış. Anahtarı da sürekli olarak boynunda taşıyormuş... Çok riskli olduğunu biliyorum ancak o kılıcı almanı ve bana getirmeni istiyorum senden...

-  Nasıl isterseniz...

-  Şimdi git...

-  Evet, efendim. Dediği an gözden kayboldu adam.

 

Gün ağarmadan uyanmıştı yarım yamalak daldığı uykusundan... Bütün gece kafasında dönüp duran düşüncelerle birlikte hafif uykulara girip girip çıkmış, çoğu zaman bu dalgınlıkların arasında korkunç kâbuslar ve Annesiyle Babasını görmüştü. Dolayısıyla topu topu bir ya da bir buçuk saatlik bir uykuyla sabaha etmişti. Herkesin uyuduğu kuşluk vakti zaten genellikle onun en iyi saatleriydi. Sakindi, gün içerisinde boğuşmak zorunda bırakıldığı saçma sapan sorunlarla uğraşmadığı nadir anlardandı. Tek düşüncesi kılıcını geliştirmekti... Ki artık bu düşünceye eşlik eden ikinci bir sıkıntısı daha vardı. Laneti tamamen ortadan kaldırabilmek için elindeki tek çözümü nasıl kullanacağını bulması gerekiyordu. Yani bu masallarda prensesleri kendilerine getiren, prensi kurbağa görüntüsünden kurtaran o masum tek öpücükle mi olacaktı yoksa daha saf ve daha temiz haliyle yalnızca düşünceleri ve hisleri yeterli olacak mıydı? Ya da aklına gelmeyen bir başka yolu daha olabilir miydi bu enerjiyi ortaya çıkarmanın? Çözümü bulmuşlardı da bir de kullanmanın yolunu bilselerdi üzerindeki bu ağır sorumluluğun yarattığı gerginlikten bir nevi olsun kurtulabilecekti. Kılıcını biraz daha sert savurdu küfrederek... Bunu tekrar ve tekrar yineledi... Kolları yorulana, bacakları takatini yitirene dek salladı dağların ardından doğmaya başlayan güneşin ilk ışıklarıyla parlayan kılıcı...  Zaman yaklaştıkça ve o henüz dişe dokunur bir cevap bulamamışken günler, saatler gökyüzünde kayan bir yıldız gibi akıp gidiyordu ya aklını kaçıracak gibi oluyordu. Kılıcını toprağa saplayıp kendini sere serpe çimenlerin üzerine bıraktı. Islak çim kokusunu içine çekti yavaşça… Gökyüzünde tek bir bulut yoktu, güneşin yayılan ışıkları üzerine düşüyordu. Sıcaktı koca yaşlı yıldız, gökyüzü de alabildiğine mavi, ruhunun derinliklerine işleyen bir güzellikte uzanıp gidiyordu gözlerinin önünde. Keşke düşünceleri de bu denli sıkıntısız ve birilerine sakinlik verebilen bir varlık gibi olabilseydi. Güneş gibi ısıtabilseydi yürekleri, kimseye acı vermese kimsenin ona acı vermesine izin vermeseydi. Ancak hiçbir şey göründüğü kadar kolay olmadığı gibi yaşamakta öylesine sade değildi. Varlığı ve yokluğu vardı, sıkıntısı vardı ve sevinci... Yalnızlığı vardı gülümseyen gözleriyle beraberlikleri de... Acısı vardı, öfkesi, kini, intikamı... Yepyeni bir yaşama hayatını açan bembeyaz kanatlı bebekleri de vardı yersiz gelen ölümleri, uzun ve tüm manasıyla yaşanmış bir hayatın ardından beklenen ölümleri de vardı. Ve tüm bu bilinenin ardında daha yaşarken yitip giden, bedenleri henüz sağlamken ruhları çürümüş insanlarda vardı. Binlercesinin arasında sıkışmış hangi taraftan kimin çekiştirdiği bilinmeden yaşayıp giden çaresizliğin içine gömülmüş insanlar... Kendini bu şekilde tanımlamazdı kesinlikle ancak belki de izlediği yol istemese de sonunda onu o koca kara boşluğun içine götürecekti. Bu düşüncelerle birlikte farkında olmaksızın gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzülerek toprağa akıyordu. Acıyordu içi, ta ruhuna dek işleyen bir sızı karartıyordu berraklığını santim santim... Böyle bir hayatın içerisine nasıl girmişti? Ailesinin ölümünün ardındaki gerçek neydi? Ağabeyi neden ağabeyi değildi? Neden kaçmak zorundaydı? Peki, nasıl girmişti bu kahrolası koca okyanusun içine, sorunlarla nasıl baş edeceğini bile bilmiyordu ki kurtulabilsindi... Kulaklarına yaklaşan ayak sesleri çalınınca irkildi birden ve aynı anda tepesinde dikilen adamın üzerine düşen gölgesi sımsıkı kapattığı gözlerini aralamasına neden oldu. ' İyi misin?' diye soran ve gülümseyen gözleriyle ona bakıyordu. Kollarından destek alarak ayağa kalktı, kılıcını topraktan çıkarttı.

 

- İyiyim. Dedi gözlerindeki ıslaklığı giysisinin koluna silerken.

- Bu işten nasıl kurtulacağımızı düşünüyorsun, öyle değil mi? Ve bir çözüm bulamamak seni yıpratıyor. Sinirlerini geriyor ve aklını kaçıracak gibi oluyorsun.

- Çok iyi özetledin doğrusu... Bana bir yol bulduğunu da söylersen şimdi şuracıkta sarılacağım sana.

- Üzgünüm, herhangi bir yanıt bende de yok. Dedi gülerek.

- Of, gerçekten çok sıkmaya başladı bu mesele beni... Yakın zamanda bir şeyler bulamazsak delireceğim.

- Eminim bir cevap bulacağız. Dedi belindeki kılıcı eline alarak; - kılıcını ilerletmeye uğraşıyorsun herhalde. Görelim bakalım ne kadar yol kat etmişsin. Kılıcını ona doğru uzattı, bir defa havada savurdu ve pozisyonunu aldı.

- Bildiğini sandığından çok daha iyiyim dedi atılarak. Kılıçlar havada çarpıştılar, meydana gelen ses vadide yayılarak dağlara çarptı ve aynı hızla geri döndü. Yorucu bir dövüşün ardından ikisi de bitkinlikten yere yığılmış sessizce gökyüzünü izlemeye koyulmuşlardı. Elya yanındaki adama dönerek bir süre dalgın onu izledi.

- Söylesene Yorga, sence bir yolunu bulabilecek miyiz?

- Elimizde bir yol var zaten. Yalnızca onu nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz.

- Bulduğumuz hiçbir kitabede bu konudan bahsetmiyor. Bir yerlerde bilmediğimiz bir kitabe daha olmalı...

- Çok emin gibisin varlığından. Dedi ona dönerek.

- Son kitabeyi bulduğum yerde duvarda iki kovuk vardı. Birinde şu an elimde olan kitabe duruyordu. Ancak diğeri boştu. Belli ki biri asıl cevabı öğrenmemizi istemiyormuş ve kitabeyi yerinden almış... Belki de bugün aklımızdaki soruların cevapları o kitabedeydi. Onu bulabilirsek istediğimizi de almış oluruz. Ben hala araştırıyor olmama rağmen hiçbir şey bulamadım. Bana yardımcı olmalısın, belki onu sen bulabilirsin.

- Bunu neden daha önce söylemedin peki? Belki en azından elimizde bir ipucu olacaktı?

- Haklısın, ama sizde meşguldünüz. Aklınızı karıştırmak istemedim.

- Zaman daralıyor, Ayeil. Bilmem farkında mısın ama burada tüm septisti bir anda yok edebilecek bir lanetten söz ediyoruz. Bunun şakası yok, sana bir oyun gibi mi geliyor yoksa?

- Sen ne diyorsun böyle, tüm bu saçmalığın ortasında ben ve hayatım duruyor... Sence bu şekilde ölmeyi çok mu istiyorum? Ya da o vicdan azabıyla yaşamayı... Dedi hiddetlenerek...

- Haklısın. Üzgünüm, sana bunları söylemeye hakkım yoktu. Dedi onu kendine çekerek sarıldı ve yanağından öptü.

- Bilemiyorum, Yorga. Bütün bu saçmalık yalnızca beyinlerimizi değil ilişkimizi de yoruyor. Ben seninle birlikte geçireceğim huzurlu ve mutlu bir yaşam istiyorum yalnızca... Bu hayat bizim kaderimiz olamaz, adeta içine hapsedilmişiz.

- Ve bunu benim atalarım yaptı. Dolayısıyla...

- Hayır. Dedi ona dönerek yüzünü avuçlarının arasına aldı; - Bu yüzden seni asla suçlamadım. Sen de suçlama kendini... Atalarının yaptığı bir şey nasıl senin suçun olabilir. Burada sen de kurbansın.

- Kitabeyi bulma işini bana bırak. Sen yalnızca... Bilmiyorum işte dinlenmene bak, O gün geldiğinde zaten yeterince enerji kaybedeceksin.

- İkimiz birden ararsak daha çabuk sonuç elde ederiz bence. Bu sorumluluğu tek başına üstlenmene gerek yok. Anlaştık mı?

- Bu kez geride durmandan yanayım,Ayeil. Bu bahsettiğin kitabeyi her kim saklıyorsa içerisinde çok önemli bilgiler barındırıyor olmalı...  Ki onu korumak için de aşırı önlemler aldığından eminim. Elbette birgün birilerinin gerçeği ve bu kitabeyi öğreneceğini düşünmüştür. 

- Eğer öyleyse ki evet haklısın kesinlikle öyledir. Seni bu tehlikenin ortasına öylece bırakamam. Orada ölecek olursan kitabeyi ve yanıtları bulmamızın hiçbir anlamı kalmaz. Birlikte arayacağız. Ve öncelikli hedefler... Aslında tek bir öncelikli hedefim var, diğerleriyle boşa vakit harcamak istemiyorum.

- Nedir?

- Beni ele geçirmeyi en çok isteyen kişi kim?

- Ukmas Damal...

- Hayır, bundan daha fazla...

- Ciddi olamazsın, değil mi? Nekar'ın şatosuna öylece dalamazsın. Adam tam bir paranoyaktır. Her türlü tehlikeye karşı kendini sağlama almıştır.

- Bak şöyle düşün; Nekar'ın gerçekte beni neden istediğini bilmiyoruz? Ve hatta Lanetten haberdar olup olmadığını da... Kitabenin içeriğini de bilmediğimize göre... O kitabede hakkımda benim bile bilmediğim şeyler varsa Nekar beni ele geçirmeden rahat durmayacaktır. Belki de dediğin gibidir. Gidip kitabeyi ondan almamızı bekliyordur. Onunla karşılaşmayı ben de istemem ancak buna mecburuz. Öncelikli hedefimiz Mühin Nekar'ın şatosu olacak. 

- Peki, ama ya düşündüğün gibi değilse? Ya tek istediği amacına ulaşana dek seni elinde tutmaksa? Onunla işbirliğine mi gireceksin?

- Elbette, hayır. Ayrıca sandığı kadar da zeki olmadığını belirtmeliyim. Nekar'ı gerçekten çok büyütüyorsunuz. Küçük bir çocuk bile ondan daha zekidir.

- Onu fazlaca hafife alıyorsun, Ayeil. Sonra zarar gören sen olursun.

- Merak etme. Onun hakkında onun bile bilmediği şeyler biliyorum. Onu yenmem de yardımı dokunacak şeyler...

- Varis sensin...

- O zaman anlaştık. Nekar'ın şatosuna giriyoruz.

- Önce bir plan yapsak daha uygun olur. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya giremeyiz içeriye. Şato en son üretilen savunma ve güvenlik sistemi yazılımlarıyla korunuyor. Ayrıca özel eğitimli askerler şatoyu dört bir yandan gözetliyorlar...

- Nereden biliyorsun bunları?

- Çünkü Nekar'ın şatosunu korumakla görevlendirilen ve yazılımları üreten benim... Askerleri de ben eğittim.

- Söyler misin senin hakkında bilmediğim daha ne kadar sır var? 

- Zamanı geldikçe öğreniyorsun. Daha önce değil.

- Elbette, efendim. Dedi başını hafifçe eğerek.

 

 
Toplam blog
: 38
: 43
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Çalışırken denk gelmiştim milliyet blog sayfasına... Burada yazılanlar beni çok cezbetti ve ben d..

 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara