- Kategori
- Aşk - Evlilik
Koca (mı)?...
Gözpınarlarında yaş, duygularında hissin esamesi okunmuyordu, kadının. Kocasının başında öylece oturuyordu. Etrafında olup bitenin bile farkında değildi. Herkes bir şeyler söylüyor, bir şeyler anlatıyor, ama o susuyordu. Soğuk hava ile birlikte sanki, biraz daha soğumuştu, yüreğinin sessizliği. “Susmak” tövbesi vardı. ”Bir gün sen benden önce ölürde, Rabbim bana bunu gösterirse sana ağlamayacağım.vah demeyeceğim.” Diye kocasının gözlerinin içine baka, baka and içmişti. Kocası, yaşamının çoğunu kumar masalarında harcamıştı. Ne karısı, ne çocukları vardı onun için Varsa yoksa kumar. Ve Bir kumar masasında kaybettiği tek gözünün yanına şimdi canını bırakmıştı. Hayır ağlamayacaktı kadın. Huzur kelimesi belki bundan sonra hayatlarına girerdi, kimbilir…
……
Hiç bir şey düşünemiyordu. Yıllardır dayak yemek artık vazgeçilmezi olmuştu. Tüm bunlara katlanıyordu çünkü, iki oğlu vardı. Birde çalışma hayatına hiç girmemişti. Koca çalışıyordu, evi geçindiren parayı getiren oydu, ama dayak atanda oydu. hayat ona dayağı bahşetmişti, koca sıfatıyla birlikte…
Bu gece ise “Artık bir daha seninle bir araya gelmeyeceğim, yetti artık”diye son noktayı koymasında; kendinin, annesinin, hele askerden gelmiş dağ gibi oğlunun dayak yemesinin yanında, tüm buna, bütün köyün şahit olmasıydı. Oğlunun yakarışları gecenin sessizliğinde göğü inletiyordu “Baba, sen babamsın yeter baba, vurma baba, vurma ne olur” diye yalvarışları bile havada kalıyor adam yüklendikçe yükleniyordu. Nasılda ciğerinden ciğer eklediği evladı, annesi kardeşi, kendisi kimse kurtulamıyordu, Sarhoş adamın elinden. Adamı alkol hapsetmiş, içindeki kötülüğü dışarı çıkarmış, resmen zebanileştirmişti. Herkes oradaydı, ama herkes, duyan koşuyordu ama ne mümkün sarhoş adam devleşmiş zebaniye dönüşmüştü.Aslında herkes çaba sarf ediyordu, ama ne mümkündü sarhoşun belindeki tabanca nedeniyle yaklaşmak.Heyhat sabahın kör ışıklarına kadar sürmüştü, kavga, oğlunu kaçırmışlar, kadını eve hapsetmişler, kardeşini göndermişlerdi.Yoksa zebani, insan azmanı adam durmuyordu..Sabah olduğunda kadın;”Seninle bir daha mı? Tövbe” diyordu.Oğlunun dayaktan şişmiş, kendi kırılmış koluna bakarak…
.....
“Allah cezasını kesmesin, Cehennemlerden çıkartmasın” dedi kadın.Halbuki kocası öleli 20 seneyi geçmişti.Hala içi nefretle doluydu kocasına karşı, çok çekmişti, asla ve asla affetmiyordu.
Sarhoş gezdiğini, halbuki sevgisinin hiçte gerçek olmadığını anladığında, ilk gecesiydi.Daha ilk gece şefkati, sevgiyi, aşkı görmesi gereken çiçeği burnunda taze gelin.Evde Kocasının sarhoş arkadaşlarına hizmet ediyordu.Gelin hediyesi olarak ise gelen, dayaktı.Sarhoş kocanın ilk gecesi böyle başlamış ve böyle devam etmişti.Taa ki 37.’sinde karısını dul bırakmasaydı, beklide cehennem yılları devam ediyor olacaktı.
3 Çocuğu olmuştu, adamdan.Ama mutluluğu hiç görmeyen, baba tarafından tacize uğrayan büyük kızın; annesinin boğazına yapışmış, ”para vermezsen seni öldüreceğim” diye bağırarak boğmaya kalkan babasının sırtına sapladığı bıçağın darbeleriyle yere yığıldığını gördüğünde, annesinin zor nefes aldığını fark etti.Babanın damarlarında dolaşan alkol oranı %97’yi geçmişti.Evet, kızının bıçak darbeleri sarhoş babayı toprağa götürürken, Polis asla ve asla suçlu bulmamıştı kızını...Gurbet ellerde toparlanmaya çalışan bir anne, 3 çocuk kalmıştı.Ve de öyle yaptılar, toparlandılar, birbirlerine sevgiyle sarıldılar, hayata yeniden tutunup, her şeyi geçmişte bırakıp, kaybettikleri mutluluğu yakalamanın peşine düştüler.Annenin ise ne öfkesi geçmişti nede yediği dayakların acısı…
……
Kadının sesi kısılmıştı iyice, artık bağırsa da ses kalmamıştı.”Komşular ne olur bana çok görmeyin, ciğerparem aşkım öldü, ciğerim yanıyor” diye feryat ediyordu.Biricik kocası elinde son nefesini vermişti.Kalp krizi demişti 112 ekibi.Bir anda ruhu uçmuştu kocasının.
Hayat onlara gülmüştü belli.Karısına adam”Osman” diye hitap ederdi, öylesine bakardı karısının gözlerinin içine sevgiye.Hiç ayrılmamışlardı; iyi günde kötü günde…Karısının koltuk değneğiydi..Zaten kadında öyle ağlıyordu.; “Kalk canım kalk, değneğim yok, sen benim koltuk değneğimdin, şimdi beni değneksiz, çorapsız, sensiz bıraktın”diye.
Yıllar var ki gözlerinin içindeki pırıltı seslerinin tınısına eşlik ediyordu. Evlendiklerinde öyle fakirlerdi ki, ahırda kalıyorlardı, ne giymeye, ne yemeye bir şeyleri vardı.Ne zamanki Almanya yolu açıldı, karı koca yıllardır iyi yaşamak için çalışıp didindiler.Evimiz, olsun, paramız olsun, çocuklarımız bizim yaşadıklarımızı yaşamasın diye didinip durmuşlar.Daha çok değil, yeni almışlardı denize nazır dairelerini, Hayat onu, en yaşanması gereken zamanda, halkın tabiriyle; “eli, ağzına vardığında” almıştı, çok sevdiği “Osman”ından….Karısının koltuk değneğiydi halbuki…
Dile kolay yarım asrı, beraber tüketeli çok olmuştu.Daha bir kez olsun, birbirlerine ağır söz söylememiş, kaş karatmamışlar, bir kez olsun dargın yatağa girmemişlerdi.
Öylesine sevgi ilmeğiyle örülmüştü evlilikleri.Çok zenginlik hiç görmemişler, çalışıp yemişler, çocuklarını büyütüp, toruna karışmışlar.Kıt kanaat geçinip, daime şükretmişlerdi.Mutluydular, en çokta bu yönden zengindiler.Koca yıllardır, inşaat işlerinde çalışmış, karısı bahçesini bakmış, ineğini sağmış, akşam gülen gözlerle, mutlulukla oturmuşlardı sofranın başına.Ne zamanki inşaatın yorduğu vücut direncini kaybetmiş, adam artık kendine hakim olamamış, yaş 85’i geçmiş.Bir bebeğe dönüşmüştü.Evet bir bebekti adam.Koca bir bebek, karısının iki büklüm olmuş beline rağmen;altını değiştirirken, üstünü giydirirken, akan ağzını mendille silerken, yemeğini yedirip, suyunu içirirken bile gözlerindeki ışıltıyı görebilen bir bebek. Az uzaklaşsa kadın, kocasından; hemen gerisin geri gelirdi, kalamazdı uzun zaman hiçbir yerde, ya bebeğine bir şey olursa, diye…O bebek ki vücudu bitmiş bebek; karısına, o yemyeşil gözleriyle büyük mutluluk pırıltıları ilke bakmaya devam ederken Allah'ına şükrediyordu, böyle bir eşi olduğuna, kadın da aynı şekilde şükrediyordu…