Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '09

 
Kategori
Güncel
 

Köpeğimle yatıyorum Sayın Başbakan!

Köpeğimle yatıyorum Sayın Başbakan!
 

Maia'dan sevgilerle... Kimleredir bilinmez...


Evet, gerçekten de… Adı Maia, ahh, bir görseniz ne sevimlidir kendisi, ama, şey… Pardon, siz köpek sevmezdiniz değil mi!

Bir yerde okumuştum, aklım almıyor ama, köpek giren eve melekler mi girmezmiş ne? Canlının insanını, köpeğini, solucanını, örümceğini yaratan Allah’ın köpeklerle ne derdi olabilir ki?

Mesela, insanın beynine örümcek girebiliyor, bir güzel de ağlarını örüyor, o ağlar beynin normal algılamalarına filtre görevi görüyor, şu meleklerin de işleri zor! Örümcek ağlı beyinlere mi yetişsem, bu beyinlere inanan insanlara mı yardıma gitsem…

Köpek seven insanı hayda hayda sever, o yüzden bence melekler köpek barınan evlere girmeye bile gerek görmezler, Allah zaten o insanların iyi niyetlerinden haberdardır da, sevgili meleklerim, gereksiz mesai tüketmeyin demiştir!

Haa… Bir bilimsel gerçek var: Köpeklerden bulaşabilen virüsler var ve bunlar insan bedeninde kist oluşumlarına neden olabiliyorlar, kist aşısı yaptırmak gerek, aşıyı takip etmek gerek, bilimsel açıklamalardan anlamayan halkı, hem de işlerine geldiğinden olsa gerek, melekler adını kullanarak korkutmuş da olabilir birileri vakti evvelinde, başka türlüsünü beynim kabul etmiyor nedense… Filtreleri az olabilir, ama, köpeği örümceğe tercih ederim!

Örümceğin de bir kusuru yok aslında, nedense hayvanları kullanarak göndermeler, benzetmeler yapmak dilimizde, kültürümüzde pek tercih edilen bir durum, yoksa doğruları kişilerin yüzlerine söylemek cesaret istediğinden midir bu durum, onun için mi hayvan adı verilen canlıları alet eyledik insanca iletişim kuramama problemimiz ve arkasında durmaktan belki de korktuğumuz düşüncelerimiz için?

……

Sayın başbakan, Maia ile birlikte yatıyoruz dedim ya, o nefes alışları, rüya gördüğündeki çırpınışları, sevgi ile bakışları ve sokuluşları… Gezmeye çıkarırken beş dakika süren mutluluk dansları… Hepi topu verilen günde bir öğün yemek! Yemeği nerede olsa bulur! Sevginin değerini bir takım insanlardan daha çok biliyorlar, biliyor musunuz?

Kaygıdan, korkudan atlamıyorlar üzerinize, sevdiklerinden yalamak istiyorlar elinizi, yüzünüzü…

Hayvanlar korkudan sever gibi duramıyorlar, sayar gibi de…

……

İsimlerini anımsayamıyorum, bir şair ve eşi, bir de köpekleri, maddi anlamda çok zora düşmüşler, yaşını başını almış kişiler, köpeklerini dışarıya salmışlar, gitsin ve yemek bulsun kendine de, yaşamını idame ettirsin diye…

Köpek dediğimiz canlı varlık var ya, sayın başbakanım, o yaşlı karı kocayı terk etmemiş, açlıktan arka ayaklarını yemiş!

Evet, aynen öyle!

Korku duyduğundan değildi gitmeyişi, içgüdüsel tercihiydi…

Kendi ayaklarını yiyerek, ki acımadı mı canı sanırsınız, ona sahip olan, onu seven insanları terk edemedi, hatta korumak istedi!

Bu durum bir şeyi de bana öğretti: Demek ki ön ayaklar daha önemliymiş!...

Hattı zatında ön ayakların görevini arka ayaklara boş bulunup da yüklememek gerekmiş!

……

Sayın başbakan, sanmayın ki Panter Emel lakaplı hayvan sever kişi gibi yaşamımın anlamını hayvanlara adamışım! Emel Hanım’ın kendi tercihidir, ancak bir çocuk mu kurtarmak istersin, bir hayvan mı diye bir seçim durumunda kalsam, inanın seçimim insandan yanadır!

Neden diye sorar mısınız bilemem, ancak yine de açıklayayım: Hayvan adı verilen canlılar doğal içgüdüleriyle yaşarlar, insan adı verilerin canlıların iç güdüleri vardır ancak toplumsal değerler içgüdülerini algılamaya bir türlü fırsat vermezler!

Üstelik, yeni doğan bir hayvan canlı, az bir süre içinde kendi varlığının farkındadır, insan denen canlının yeni doğmuşu çok daha fazla bir süreçte gelişimini tamamlar!

Yürümesi, konuşması, besin bulması…

Fazla tuttum sizi ama, bir şey daha söylemeden geçemeyeceğim, hayvanlar yaşama kolay adapte oluyor dedim ya, anne eğitimini almadan sahiplenip de, evlerimize aldığımız hayvan canlılar, hani mini minnacıktı elime geldiğinde diye annelik-babalık şefkatiyle anlatılan anılar vardır, Maia da öyleydi biliyor musunuz, henüz yirmi beş günlüktü, tedavi gören oğlum çok istediği için onaylamıştım, sizin değil ama bizim krizimiz aslında çoktan başlamıştı ama gelin görün ki, on altı yaşında intihara eğilimli, takıntı hastalığı tedavisi gören bir oğla sahipken paradan ziyade cana odaklanıyorsunuz, yaşadınız mı bilemem! Haa, bu arada, can da para ile satın alınabiliyormuş, onu da öğrenmiş oldum, Maia’nın değil de sizin sayenizde!...

Maia’nın öğrettiği ise şuydu: Mini minnacık aldığınız, ki hep keyif yoktur altında, bir canlı korkudan tir tir titriyor! En güvendiği anne teninden ayrılmış, ne için, benim tenimden kopan yavrunun yaşama tutunması adına…

Iyykkk… İyykkkk… Diye ağlama sesini duydunuz mu bebek dışında bir canlının?

Evet sayın başbakan, ben duydum! Oğlum için bir yaşama el koydum, o el koyduğum yaşama oğlumdan farklı davranırsam, biliyor musunuz, ben utanırım!

O kalbi atan, Allah’ın yaşam verdiği mini minnacık canlı, o gece koynumda, boynumda uyudu, anneden kopuşunu göğsümde ağlayarak dindirdi…

Ona bakacak maddi gücüm var mı sanırsınız, bir canlıyı doğal ortamından kendi oğlunuzun anlık mutluluğu için alı koyuyorsanız, gün gelip de, misyonu bitti diye sokak ortasına da bırakamazsınız!

Ya hiç sahiplenilmeyecek, kendi doğasında yetişmesine izin verilecek, sahiplenildiyse de işi bitince ne hali varsa görsün diye sokaklara salınmayacak!

Oğlum ilk günlerdeki gibi önemsemiyor Maia’yı, duygularını tatmin etti! Maia maddi bir zarar bana, burası doğru, adı her ne olursa olsun, çıkarım için kullanıp, sonra da ardını bırakırsam, yastığıma başımı koyup da uyuyamam ben!

Hele ki yerinizde olsaydım, bunca insan gözümün içine bakıp da, iş, aş beklerken…

Hiç parasız halimle bir köpekten vazgeçemiyorken ben…

......

Ne diyeyim, boşuna siyasete atılmak için para pul sormuyorlar!

……

Ahh… Sormasalar ya…

Hani bir de baskı olmayacağına inansam, çoktan emeğimi harcardım, seve seve…

……

İlle de siyasette boy göstermek gerekmiyor, üstüme düştüğünü düşündüğüm her bir vazifede adım, sanım, bedenim ile buradayım!

……

Maia öyle güzel uyuyor bu arada, söz etmeden geçemedim, melekler gibi… O nefes alışları, sessiz, sedasız, o beden devinimleri, hafif kımıltılı, bir oğul keyfim kadar, bir köpek kızım var…

Tanrım! Ne büyüksün!

Her bir can verdiğinde, ama adı insan, ama köpek, hoş bu isimleri sen vermedin, olsun… Ama sardunya dedik, ama gül… Yasemin, çınar, kocaoğlan…

Oğul, kız adını da aslında biz koyduk…

Hatta, bir köpeğe kıyamazken, adın hatırına, kızlarımıza kıyıp, nezdinde aklandık!

Allahım, sana tapınmayanlar grubundayım, sana tapınmak yerine, seni anlamak yolundayım!

Sahip olduğum değerler çerçevesinde…

Hani görüyorsun ya, yarattığın her canlı eşit olmasına rağmen gözünde, birileri bir diğer canlıları küçümsüyor ya, Tanrım!... Lütfen, beni yarattığın gibi kalayım!

Gönül ve akıl gözüm yarattığınca açık olsun!

Sisler, perdeler ve de oyunlar, lütfen bana bulaşmasın!

Doğruyu algılamama izin ver, lütfen…

Biliyorsun değil mi, bu arada, bunları isterken, aslında senden değil de istediğim kendi gönlümden!

Laf değil, sen bizdesin, biz sende… Gören, bilen göze aşk olsun!

Bunlardır yüreğimden geçenler, naçizane…

Kaygım, korkum yok, insanlığımı bildiğim sürece, ne yaşarsam, ama güzel, ama çirkin, buradaki akistir, gerçek, hissediyorum ki, görünenden farklıdır!...

Sen biliyorsundur da, ben de biliyorum, işin özü zaten burada, namaz kılmam, oruç tutmam! İçki de içerim, sigara da, esrarla işim olmadı hiç ama, hani yasak sayılmıyor ya…Köpeklerle insanlar karşılaştırılıyorlar ya, hani, anlayamıyor insan, çocuklarından üçer-beşini seçer gibi…

Seçer mi hakikaten ana-baba dünyaya getirdiği varlıklardan birkaç tanesini?


Gülgün Karaoğlu
Şubat,15/09

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..