Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '22

 
Kategori
Güncel
 

KÖYLERİMİZİN EBE'LERİYDİ ONLAR

 

KÖYLERİMİZİN EBE’LERİYDİ ONLAR… İSİMSİZ KAHRAMANDI HER BİRİ…

‘1957 yılında Artvin ili Yusufeli ilçesine bağlı Çevreli’de (Peterek) doğdum. İlkokulu köyde bitirdim. Ortaokula başladım. İkinci sınıfta iken, dedemim etkisiyle geriye dönük İlkokul sonu sağlık okulu sınavlarına girdim. Erzurum Yatılı Kız Sağlık Okulu’nu kazandım. Annem karşı çıkmış, ama dedemi aşamamıştı. Üç yıllık okul, ikinci sınıfta branş seçtirirdi. Ebelik ve hemşirelik… Ben, ebeliği seçtim. Yetimdik. Kısa yoldan meslek sahibi olmamızı isteyen dedemiz, kardeşimle beni okutmayı görev edinmişti…

‘Köyde bir orman bakım memuru vardı. Onun da atı vardı. Köyü de yakındı. Onun köyünde çalışma yapacaktım. O da bana eşlik edecekti. Yola çıktık. Onun atı cevval, benimki sümsük. O sıçrıyor, atlıyor, yol katediyor. Bense her zoru görünce, atımdan inip çeke çeke düz yola sokuyorum. Bir dereye geldik. Öndeki at girdi, geçti karşıya. Benimki kendini saldı, akıntıya kapıldı. Suya kapıldık. Yarıya kadar ıslandım. Su çok. Ormancı geri döndü. Atımın yularını eline aldı. Atıyla çeke çeke çıkardı bizi sudan…

‘Doğum sorunsuz geçti. Köyün geleneksel ebeleri vardı. İzin vermedim. Hemen güvendiler bana. Hiç zorluk çıkarmadılar. Doğum yaptırdığım kadının, yardım edecek, hizmet edecek kimsesi yoksa; o gün evini toplar, sobasını yakar, çocuklarını doyurur, odununu sobasının yanına koyar öyle ayrılırdım evden. Bazen ahırındaki hayvanlarına ot, su verir, ineğini sağar, sütü ocağa koyar öyle terk ederdim lohusayı…

‘İlk atamam Çorum İli, İskilip İlçesi, Karagöz Mahallesi’ne oldu. Dört köye baktım. Sadece altı ay kaldım. Kaldığım köyde çok doğum yaptırdım. Daha çok aşı çalışması yaptım. Köye gidince, önce muhtarla tanıştım. Babam benimle gelmişti. Çocuk gördüler beni. Ama ben açık konuştum. ‘Doğum yaptırmak benim görevimdir. Devlet göndermiştir beni. Güvenmese göndermez. Kimse doğuma girmeyecek. Ben, istediğim kişiyi yanıma alırım.’ dedim. Şaşırdılar, ama karşı çıkmadılar. ‘Boyundan büyük laflar etti.’ demişler. Doğruydu gerçekten. Boyumdan büyüktü sözlerim…

‘Artvin, Ardanuç doğumluyum. Beş kardeşin en küçüğüyüm. Annem, aşırı kanamadan ölmüştü. Küçüktüm. Babamızı da küçükken kaybettik. Yetim ve öksüz büyüdük. En büyük ablam öğretmen oldu. Evlendi. Küçük ablamla beni yanına aldı. Diğer iki kardeşimizi babaannemiz büyüttü. Küçük ablam öğretmen okulunu kazandı. Onu okuluna götürecek bir Allah’ın kulu çıkmadı. Yozgat çok uzak, yetim ve öksüz olmak fena…

Muş Sağlık Okulu’nu kazandım. Ebe olmak daha iyi olacaktı. Böyle karar vermiştim. Ablamın evinde misafir gibiydik. ‘Okutur musun abla beni?’ diye sordum. ‘Sen istiyorsan okuturum.’ dedi…

İlk atamam Ağrı İli, Patnos İlçesi, Aşağıgöçmez Sağlık Evi’ne oldu. Beş köye baktım. Türkçe bilen tek bir kadın bile yoktu. Erkekler biliyordu. Okul da yoktu köyde…’

‘Bir doğuma çağrıldım. Geleneksel ebeler yaptırmıştı doğumu. Plasenta düşmemiş ve şiddetli kanama vardı. Kadını toprak yığınına oturtmuşlardı. O kadar çok kanamıştı ki, toprak kanı emmiş, rengi değişmişti. Yasal olarak bu suçtu. Hiçbir sorumluluğu üstlenmeden şikayette bulunabilirdim. Yapabilir miydim peki? Hayır. Korunmasızdım çünkü. Hastahaneye sevk etmek gerektiğini söyledim. Kanamadan ölebileceğini, dilim döndüğünce ısrarla anlatıp ikna ettim. Çırpına çırpına… Bir sedye hazırlattım. İki saatlik yürüme ile gidilebilecek hastahane vardı. Erkekler, sedyeyi alıp yola çıktılar. Bana; ‘ Sen burada bizim dönmemizi bekleyeceksin.’dediler. Yanımda götürdüğüm kız çocuğu, erkeklerin kendi aralarında ne konuştuğunu duymuş. Bana tercüme etti. ‘Hasta köyden sağ çıktı. Ölü dönerse ebeyi vurun.’ demişler.’

‘Balıkesir, Burhaniye, 1957… İki kardeşiz. Ben küçük olanım. Annemizi, ben on yaşındayken kaybettik. Babaannemle kaldım. Kardeşimi de halamız büyüttü. Ortaokul’dan sonra, İlkokul mezunlarıyla beraber geriye dönük sağlık okulu sınavına girdim. Annesiz isen sahipsizsin. Babam, okutmak istemiyordu. Dedem bu işlerden anlamıyordu. Dayım öğretmendi, ama ilgilenemeyecek kadar uzaktı. Ebelik olsun, kolay olsun. Erzincan İli, Kemah İlçesi, Bozoğlak Nahiyesi Sağlık Ocağı’na atandım. Köylerde tek başımıza her zorluğun üstesinden gelmişiz, bunu hesaba katan yoktu. Ancak zor bir hasta gelince, maharetimizi gösterme fırsatı olurdu. Şimdi düşünüyorum da, görev tanımımızın dışında ne çok iş yüklenmişiz. Pişman mıyım? Hayır. Hayat kurtarıyorduk…’

‘Mezun olunca Adıyaman’ın Kahta İlçesi, Tokaris Nahiyesi Sağlık Ocağı’na atandım. Beş köy elli dört mezra vardı. Sağlık evinin aracı vardı, ama çoğu yere yol yoktu. Yayan yürüyerek gidiyorduk. Gidebildiğimiz yere kadar araçla giderdik. Sonrasında atlarla ya da yürüyerek… Semerli bir attan düştüm bir gün. Bir daha da binmedim. Bu bölgede dil sorunu vardı. Kadınlarla anlaşmak zordu. Erkeklerden yardım alırdık. İnsanlar çok yardımsever ve saygılıydı. Bize ikramda bulunmak için yarışırlardı adeta.

Gittiğim ilk doğum ters idi ve spina bifida (belde açık yara) denen durumu vardı. Bu durumun, benim hatam olmadığını anlatmak için o kadar zorlandım ki… Soğuk terler döktüm. İnsanları gerçekten tanımıyorsan ve nasıl tepki vereceklerini kestiremiyorsan, üstüne üstlük aynı dili konuşmuyorsan ölür ölür dirilirsin. ‘Hadi buyur, kendini benim yerime koy.’ dersin anlamayana. Kaç kişi biliyor bizim yaşadıklarımızı…

Ne çok korku yaşamışım. Hepsini hatırlamak ve dillendirmek zor. Şehre gelinceye kadar deliksiz uyku uyumadım ben. Yaptırdığım her doğum, büyük riskler barındırırdı. Ama bilmiyorsun risk nedir? Tansiyon, şeker, kalp hastası olabilir. İlkel bir dinleme cihazımız vardı. Karnına yapıştırıp, bebeğin kalp atışını duymaya çalışıyorduk. Tansiyon, nabız… Tamam. Sanki bütün semptomlar bunlarla mükemmel…’

‘Köyde hayat sakin ve sessizdir. Karda yürüyen adamın ayak sesini bile duyarsın. Çıtır çıtır ses çıkar. Hayatın belirtisidir. Gece gökyüzünde tüm yıldızları görürdüm. Özlüyorum o sakinliği…

Biz, yoksul ve çok çocuklu ailelerin çocuklarıyız. Yatılı okul, altın tepside sunuldu bize. Devletimiz baktı bize. Okuttu, besledi, büyüttü. Biz de borcumuzu ödedik. Herkesin bu devlete borcu var. Şöyle ya da böyle… Ödemek gerek…

Güzel yıllardı; geçti, gitti…’

(‘Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Destan… KÖY EBELERİ…’ Dilşad Aytekin)

 

 

 
Toplam blog
: 94
: 202
Kayıt tarihi
: 16.08.12
 
 

Babam; okumaya, hele de gazete okumaya çok meraklıydı. Aldığı gazeteleri okur, sonra da masama bı..