Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Günlükname yazıları

http://blog.milliyet.com.tr/esmula80

12 Ekim '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kuaför güncesi

Kuaförde saçlarımı boyatıyorum ve insanları seyrediyorum. Etrafta insanlar karınca gibi koşturup bir işin peşinde dönüp duruyor. Bir kadın, kızının işinin bitmesini bekliyor. Yanımda yaşlı bir teyze oturuyor ve ağzı çok kötü kokuyor. Uzaktan da olsa bu kokuyu alıyorum. Nefesi havada yayılıyor ve bana doğru geliyor. Yanından kalksam, nereye oturacağım. Gereksiz bir hareket, dikkat dağınıklığı yaratıp yeniden yerime oturacağım. Boş ver, gerek yok. En iyisi tesadüf zincirine katıl, yerinden kıpırdama. Başa geldi, oturup koklayacaksın artık, diyerek teslimiyetçi bir tavır sergiliyorum. Otura kalıyorum.
Ara ara bu durum çok başıma gelir.Zihnim gitmemi söyler ama vücudum yerinden asla kıpırdamaz. İçimden kendime söylenirim:" E, hadi ne duruyorsun yürüsene yahu, yok yok az daha durayım böyle".Öylece bakar dururum.Dünyanın geleceğine karar verecekmiş gibi yol ortasında düşünür ve daha sonra yoluma devam ederim. Düşündüğüm şey de alelade bir konudur. Acaba para çekeyim mi, çekmeyim mi gibisinden...

Sanırım sigarayı azaltmalı ya da ileri ki yaşlar için dişlerime, ağzıma çok iyi bakmalıyım, diye düşünüyorum. Niyeyse içimden böyle bir tedbir düşüncesi de aynı zamanda geçiyor. Son günlerde ruhsal durumum daha iyi seyir ediyor. Dibe vurmuş halim biraz daha iyi. Kendimi daha az dramatize eder durumda buluyorum. Bu hale de kendi kendimi soktum. Bana havalı bir görüntü mü veriyor, nedense? Ya da ben böyle saçma bir saplantıya mı düştüm?

Bugün oğlum babasıyla tüm gün. Beni azat ettiler. Kendime zaman ayırma günü ilan ettim. Eşim öyle buyurdu zira. İyi de oldu. Uzun zamandır buna ihtiyacım vardı.Eve kapanmak melankoliyi arttırıyor. Evin karanlık bir yönü var. Evde oturanlar, iş güç peşinde koşmayanların dünyası bambaşka bir dünya. Bu dünyayı renkli kılmak için, batağa batmamak için gün be gün uğraşıp duruyorum. Televizyonun girdabına düşmemek için, kendime meşgale yaratıp beynimi zinde tutabilmek için savaşıyorum. Evde oturup sıradanlığın kuyusunda dibe çökmemek, büyük uğraş.Ya bir kitap okumalıyım, ya da bir lisan öğrenmeliyim. Bunu düşünüyorum sürekli.Uygulamaya koydum mu, eh kısmen.
Tv' yi asla açmamalıyım. Allah korusun "kısmetse olur, evleneceksen gel" programları karşıma çıkarsa ya teslim alırsa beni. Kabus. Bunu kabul edemem. Zihnimi ele geçiremezler. Mücadeleme devam edeceğim. İş bulamadığım, meşguliyetimin olmadığı bu en verimsiz dönemi fırsata çevirmeliyim ve güçlenerek çıkmalıyım bu dönemin içinden. Aksi durum bana göre değil. Pes etmek de öyle. Tembellik, depresif bir ruh hali, hiç iyi sinyaller değil bunlar. Teslim olmamalıyım. Yaşayıp nefes alıyorsan hakkını teslim edeceksin. Sonra ne mücadeleler var, karşısında kendimi aciz, ezik hissettiğim. Derdime bakıyorum dert değil. Şükredecek ne çok şey var; ama benim de ölçeğim bu, sıkıntım bana göre yük. Bunu da inkar mümkün değil.

"Sıkı can iyidir kolay çıkmaz"derdi, ananem. Doğru, sıkılmak öyle tarifi imkansız bir dert ki, söküp atamıyorsun içinden, ama yüzünde sahte bir gülümsemeyle dengelemek de zorundasın. Anlatamazsın tamamen sıkıntının ne girift bir konu olduğunu.Herkesin sıkıntısı kişinin yaşadığınca bambaşka. Kimi evine, kimi işine, kimi birisine takılmış.
Ölçüsü, miktarı, tarifi herkeste farklı.

Midemi bir bulantı alıyor. Boya kokusu sardı, her yanı. Saçımı yıkasalar da gitsem.