- Kategori
- Anılar
Küçük gelin, büyük dost

Bir yığın ev eşyasıyla yüklü kamyonun arka koltuğunda oturuyordun. Seni ilk defa bu şekilde gördüm. Buzlu bir camın arkasından zor bela hatırlamaya çalıştığım o günde, erkek gibi kesilmiş saçların vardı ve itiraf etmeliyim ki kız olduğunu anlayamamıştım o anda. Bir kedi yavrusunun masumiyetiyle iyice sinmiştin köşende. Her şeyi öğrenmeye çalışan meraklı bakışlarınla, annenin babanın tanımadığın insanlarla olan konuşmalarını dinlerken ben de seni izlemek için uygun yer aramaya çıkmıştım. Benden daha büyüktün ama yine de bende uyandırdığın ilgiye bak ki, yıkadığı çamaşırları ipe taşımak için yardım isteyen annemin çığlıklarını bile duyamamışım. Aracın iyice boşalttığı yükleriniz taşındı teker teker. Bu arada sen de indin. Tüm halinle ortada böyle görünmen kafamda seninle alakalı daha fazla soru biriktirmişti.
Tutunamamışsınız hayata, bırakıp geldiğiniz yerlerden. Şartlar çok zorlamış, öyle ki, her biri değişik kademelerde okuması gerekirken, apayrı işlere koşan abilerin ablaların varmış. Bu talihsizliklerden sen de nasibini almışsın, ismini yazıp hecelemene bile izin vermemişler. Okul kavramını bilmeden, yaşıtların çantalarını sırtlayıp, desenli yakalıklarını düzeltirken, onların okul yolunda yürüyüşlerini her sabah göreceksin belki ama yılların kırıklıklarını, hüzünlerini usulca gözlerine bıraktığı ailenin diğer fertlerine rağmen senin gözlerin ışıl ışıl. Her şeyden habersiz bir şekilde oradan geçmekte olan kaz sürüsünü kovalamaya bile alelacele başlamıştın. En küçük kardeş olmanın tüm ayrıcalıklarını yaşıyorsun işte ama nedense o anda bundan sonrası için pek emin olamıyorum.
O güzel günün ikindisinde, bahçemizin pek sağlam olmayan çitlerine yaklaşıyor masmavi bakışların, benim de bittabi zorlamalarımla. Derken yalvarırcasına süzen durumumdan cesaret alarak usulca geliveriyorsun. Bir ömür süren dostluğumuzun başlangıcı oluyor bu buluşma. Sonraki seferlerde milyonlarca kez oynadığımız misafir-ev sahibi oyununu ilk defa tatbik ediyoruz. Çamur topaklarından yalancı börekler, pastalar, dolmalar yaparak zengin bir sofra kuruyoruz birbirimize. Konserve kapaklarını, yalancı yemeklerimize ev sahipliği yapmaları için yol kenarlarından, sokaklardan toplamaya girişiyoruz. Bundan sonra ikindi buluşmalarımızda yapacağımız yemeklere tabak bulmak için okula giderken bile artık gözlerim istemsiz olarak etrafı denetlemeye başlıyor. Çevre temizliği yapıyoruz bir anlamda her gün. İki mahalleden ibaret köyümüzün temiz bir sokağa iyice doyduğu yıllardı o yıllar.
Masal gibi zamanlar yaşıyoruz uzunca bir süre. Senin büyük abi, ablalarının birer birer yuvadan geri dönmemecesine ayrılıp, kendi hayatlarını kurmaları, içilecek iki bardak limonata, yenecek bir dilim tatlıdan daha fazla anlam taşımıyordu ikimiz için. Kaçınılmaz sona doğru gittiğimizden habersiz, ilkokulu bitirme zamanım yaklaşıyordu ve ilçedeki yatılı okula gidecek olma ihtimalim her buluşmamızda konuştuğumuz başlıca konu oluyordu.
Sen de bazen söylerdin, hayatta hiçbir şey aynı kalmıyor, her şey akıl almaz bir ivedilikle değişiveriyor. Beklentiler, umutlar, hayaller, gereksinimler, şartlar.. Ama en önemli şeyin birlik, beraberlik, dostluk olduğunu ikimizde sıkça tekrarlardık. Hatta birbirimize ilerde güzel, yakışıklı adamlar bulup evlendikten ve dünyanın başka kıyılarına gittikten sonra bile, her nerede olursak olalım, birbirimizi bulacağımıza, yine dostluğumuzun devam edeceğine dair sözler verip dururduk. İşte böylesine verdiğimiz yeminlerin gölgesinde ayrılıyoruz.
Buluşmalarımız gittikçe seyrekleşiyor bundan sonra. Birbirimize iyiden iyiye uzak kalıyoruz. Yurt yapımı yüzünden yapılamayan dersleri telafi etmek için konan ek derslerim hafta sonlarını da işgal edince, hepten kopuyor ilişkimiz. Hayat ne garip! Dostluğumuzun sekteye uğradığı yıllar, senin bir dostun sesine en çok ihtiyaç duyduğun zamana rastlıyor. Ancak bir Cuma günü, hafta tatilinde eve geldiğim vakit, öğreniyorum sizin ilk geldiğiniz zamanki gibi sessizce her şeyinizi toplayıp hayalet gibi gittiğinizi. Seni son görüşüm, dolmuşa bindiğim gün, bahçeden bana yorgun bakışlarla el sallayışın ve kimbilir belki ‘bir daha bir şansımız daha olur yarım kalan oyunlarımız için’ diye düşünerek koltuğunda tuttuğun kırık dökük oyuncaklarımızla oluyor.
Tamamen ayrıldıktan sonraki bu yıllar, yalnızlığına, ailenin geçim kaygılarını da katıp iyice bunalıma girdiğin yıllar oluyor. Bense bu zamanlarımı senden bihaber, sana yüklenen büyük misyonlardan bihaber, sıkıntılarından, kafanda yavaş yavaş oluşturmaya başladığın o korkunç düşüncelerden bihaber geçirmeye devam ediyorum. Takvimler bana mısın demeden ardı ardına değiştiriyor kendini. Beş yıl sorgusuz sualsiz geçiyor.
Sonra birgün, yine bir ikindi vaktinin demlenmiş dingin saatlerinden birinde, başkalarından sana dair durumu öğreniyorum. Hesabını tutmaya bile yetişemediğimiz bu arada seni, sevmediğin, istemediğin birisine vermişler. Her günün cehennem gibiymiş. Ne yazık ki, o sabah senin kurtulmak diye yıllar yılı kurduğun o korkunç düşünceye bir ip ve gözlerden uzak küçük, ıssız ve soğuk bir oda yetmiş. Seni çok sonra, kimsenin anlamlandırmaya yanaşamadığı donuk gülümsemen ve kanlanmış mavi yazmanla bulduklarında, büyük sorumluluklar yüklenmiş küçük yaşına ağlamışlar. Öğrendiğim vakit ben de ağladım.
Şimdi uzun zaman oldu. Uçup gittiğin yerde umarım çok iyisindir. Daha umutlu ve sana şans verilmeyen bu dünyada olduğundan daha ışıl ışıl bakıyorsundur hayata. Ben okumaya devam ediyorum. Aklıma geldiğinde bulutlanıyor gözlerim ama merak etme duamdasın hep. Unutmuyorum. Hem görüşeceğiz zaten eninde sonunda. Sonsuza kadar kim yaşamış ki?
Sonraki hayatımızda yollarımız kesişinceye dek, Allah’a emanet ol.