Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '09

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Kültür mirasına sahip çıkmak

Kültür mirasına sahip çıkmak
 

Özellikle İstanbul'un Haliç kıyılarını gezerim. Bedrettin Dalan'la başlayan Haliç'i temizleme projeleri Dalan'dan sonra gelen belediyelerce de sürdürülünce, bir zamanlar burnumuzu kapatarak geçtiğimiz Haliç'i artık çok güzel ve sevimli bir şekilde geçiyoruz. Ancak, hepimizin bildiği gibi Bedrettin Dalan zamanında Haliç kıyılarını temizleyeceğiz diye bir çok tarihi mekân da yıkılıp gitti. Bugün, Haliç'in suyu temizlendi. Haliç'in kıyı şeriti de temizlendi. Ancak, Haliç'in kıyı şeriti bugünkü durumunda olmamalıydı. Orada, yani o kıyılarda tarihin çok değişik zamanlarında yapılmış mekânlar restore edilip bugüne getirilmeliydi. Bugün Balat'ta sahilin iç kesimlerinde ayakta kalan eski dönem binalar çok güzel onarılıp değişik amaçlarla kullanılıyor.

Zaferler kazanmış nice Osmanlı Padişahı içinde ayrı bir yeri olan Fatih Sultan Mehmet, Konstantin'in şehrini ele geçirdikten sonra bile Roma ve Bizans'tan kalan hiç bir yapıta dokundurmamıştı. Eğer, Fatih Sultan Mehmet ve ondan sonra Osmanlı payitahtına gelen diğer padişahlar "kıt" insanlar olsalardı, kin ve nefret içinde yaşasalardı, bir çok Hıristiyan eseri saydıkları mekânları yıkarlar ve günümüze hiç bir şey bırakmazlardı. Demek istediğim şudur: 15. yy'da bile kültüre bir saygı ve sevgi vardı. Yoksa, bugün Suriçi bölgesini gezerken Roma ve Bizans'tan günümüze kadar gelmiş hiç bir mekâna sahip olamazdık. Bu bizim için utanç tablosu olurdu. Bu nedenle, dünya mirası olan tarihi mekânlara dokunurken dikkatli olmamız gerekiyor. Çünkü, onlar bugünün insanlarını kültür mirasını korudukları için onurlandırmıyor, atalarımızın kültür değerlerine verdikleri önemi gösteriyor. Bu nedenle de geçmişimizle övünç duymamıza neden oluyor.

Lâle Devri'ni yaşamış bu güzelim Osmanlı payitahtı İstanbul, her zaman Lâle Devri gibi dönemlere lâyıktır. Bakınız son yapılan kazılarda bu kentin sandığımızdan da çok eski dönemlerde yerleşim merkezi olduğu ortaya çıktı. Bir bölge ne kadar eski yerleşim bölgesine sahip ise o bölge o kadar yaşanası iklime, coğrafyaya ve tarihe sahip demektir. Şimdi, Yenikapı'da bulunan dünyanın ilk ticari gemi filosu, limanı, tersanesi hem İstanbul için hem de dünya kültürleri için çok çok önemlidir. Marmaray Projesi kapsamında sürdürülen bu kazılarda da umuyoruz Dalan dönemindeki gibi her şey buldozerlerin kepçeleri arasında kırılıp atılmaz. Bakınız, İstanbul Valiliği'nin hemen önündeki Ankara Caddesi'nde yapılan kazılarda, fazla değil en fazla bugünkü zeminin otuz santim altında Bizans dönemine ait yapı kalıntılarına rastlandı. Aynı durum Üsküdar kazıları için de geçerli oldu. Peki, oralarda yapılan değişik kazılarda, yeraltı kablo, kanalizasyon gibi uğraşlarda hiç mi bu yapıların izlerine rastlanmamıştı? Ya da o yollar kazılıp da üzerine asfalt döşenirken bu mekânlara hiç mi kazma değmemişti? Büyük bir olasılıkla o zaman da bu tarihi mekânlara ulaşıldı. Ancak hemen üzerleri kapatıldı. Çünkü, o tarihlerde dünya kendisinin kültür varlığı saydığı bu eserlere bu kadar eğilemiyordu. Fakat, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet ve ondan sonra İstanbul'da padişahlıklarını sürdüren nice padişah, bugün bütün dünyanın sarıp sarmaladığı kültür mirası varlıklarını koruma çalışmaları olmadan, büyük bir ileri görüşlülükle tarihi mekanlara, anıtlara saygı ile eğiliyor ve onların korunması için "emirnameler" yayınlıyor, "fermanlar" yazıyorlardı.

Eski İstanbul diye bir kavramı artık yeni İstanbulluların hafızasına kazımalıyız. Bu eski İstanbul sınırları çizilirken elbette Suriçi Bölgesi'nin dikkate alınacağı kesindir. Bunun dışında yani Suriçi Bölgesi dışında kalan Eyüp semti de "Eski İstanbul" sınırları içinde yer almalıdır. Haliç başlı başına bir eski İstanbul'u yaşatmaktadır. Elbette Haliç'in Beyoğlu tarafındaki bütün kıyılar da eski İstanbul adı altında kesinle yer almalı ve sonsuza dek koruma altına alınmalıdır. Bütün bu eski İstanbul sınırları içindeki dini yapılar, sivil karakterli binalar, askeri mekânlar, köprüler, yollar, fabrikalar sonsuza dek koruma altına alınmalıdır. Burada yani bu eski İstanbul sınırları içindeki eski mekânlara ancak ve ancak onarım, restorasyon hakkı verilmeli ve yeni yapılar asla yaptırılmamalıdır. Son dönemlerde Sultanahmet gibi olağanüstü tarihi bir dokuya sahip olan alanlarda bile otel yapımına izin verilmesi bizleri kuşkuya düşürmüştür. Sultanahmet gibi bir alana otel izni verilirse, bundan böyle eski İstanbul diye bir dünya kentinden söz etmemiz de mümkün olamayacaktır.

Marmara Denizi'ne muhteşem bir şekilde uzanan Sarayburnu ya da Tarihi Yarımada hiç bir şekilde bozulmadan gelecek kuşaklara aktarılmak zorundadır. Bakınız, Osmanlı Devleti bile, ki o devlet zamanında bir büyük dünya devleti olduğu halde, kendisi için yaptırmış olduğu Yeni Saray'a ki bugün Topkapı Sarayı dediğimiz sarayı en ince detayına kadar düşünerek inşâ ettirmiştir. Bu sarayın mimarı formu asla rastlantı olarak tasarlanmamıştır. Bir kere, Sarayburnu'nun coğrafi konumunu kirletmeden yapmak asıl niyettir. Sonra, görüntü kirliliği yaratmamak için boyuna değil de enine gelişmiş plânlar kullanılmıştır. Bugün bile özellikle yaz mevsiminde eğer belediye görevlileri bu sarayın çevresindeki ağaçları budamasalar, orada koskoca bir Osmanlı Sarayı'nın olduğunu hiç kimse farketmez. Fakat, bence Osmanlı'nı asıl saygı duyulması gereken düşünce yapısı tarihi dokuya göstermiş olduğu saygıdır. Topkapı Sarayı'nın bulunduğu alanda Bizans İmparatorluğu'nun Büyük Saray'ı vardı. Osmanlı, Yeni Sarayı'nı buraya yaparken, Bizans'ın Büyük Saray'ını yıkmadı. Bizans'ın o Büyük Saray IV. Haçlı Seferi sırasında Lâtinler tarafından yakılıp, yıkıldı ve soyuldu. Osmanlı, İstanbul'u ele geçirdiğinde zaten kent Lâtinler tarafından enkaz haline getirilmiş durumundan kurtarılamamıştı. Her ne kadar elli sene süren Lâtin işgâlinden sonra İstanbul yeniden Bizansıların eline geçmiş olsa da, bu tarihten sonra bir daha ekonomik bakımdan düzelemeyen İmparatorluk yeniden imara kalkışamamıştır. Zaten, dört tarafı Osmanlı Devleti'nin güçleri tarafından sarılan Bizans, bu ekonomik zorluk nedeniyle de ama yine de uzun direnişten sonra teslim olmuştur. Demek istediğim şudur: Osmanlı tarihi dokuya verdiği önemde bir Ayasofya Kilisesi'ni yıkmayarak, bir Aya İrini Kilisesi'ni yerle bir etmeyerek, Hipodrumda bulunan ve İslâmiyete kesinlikle aykırı olan "gölgesi düşen" put örneği hiç bir dikilitaşı, sütunu, heykeli yıkmayarak göstermiştir. Bir de düşünün, Fatih'in İstanbul'u aldığı dönemde eğer Osmanlı bunları yapıp, yakıp, yıksaydı hiç kimsenin sesi çıkmazdı. Ama, o zaman da bugün bile bir dünya devleti olarak anılan Osmanlı Devleti olmazdı. İşte, bu nedenle ve ne yazık ki, bugün ve 1950'lili yıllardan sonra tarihi dokuya verdiğimiz zarar bizi geçmişimizle koparttı. Kültüre ve eğitime, kültür mirasımıza "redd-i miras" yapınca da hâlâ ne idiğü belirsiz bir uydu devlet olarak yaşar olduk. Her şeyin başının "lieral ekonomiler" olmadığını mutlaka anlayacağız, ama iş işten çoktan geçmiş olacak. O zaman kültür değerlerinin ne demeye geldiğini anlayacağız. Oturup da saatlerce bir İstanbul kenti için bu adamın neden yazı yazdığını anlayacağız.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..