Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

29 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kumpas

Kumpas
 

İşte şu ışıksız ve dağınık odanın kenarındaki yer döşeğinde uyuyan herif benim. İçerideki loş ışığa aldanmayın. Sabah olmuşsa bile koyu mor kadife perdem güneş ışığına karşı kahramanca bir mücadele verip odayı karanlık tutmak için uğraşıyor olabilir. Size saatin kaç olduğunu söyleyebilmem için uyanmam gerekiyor. Uyanıpta saatime bakmam gerekiyor. Peki bu ne zaman olacak? Bu kadın eli değmemiş oda fotoğrafına daha ne kadar süreyle bakacaksınız? Çok değil. Sadece 5 saniye daha. 5 saniye sonra bir kıpırdanmadır olacak.

Sayıyorum;

5,

4,

3,

2,

1,

ve uyandım işte. Fark edilmiyor mu? Vallahi de uyandım billahi de. Kıpırdamamış olabilirim, gözlerimi de açmadım belki. Fakat uyandım ben. Odanın rutubetli havasızlığını da alıyor burnum, dün gece boşalmış şarap şişesinden gelen ekşi kokuyu da. Acilen kalkmam ve camları açmam gerek. Odama yaz havasını buyur etmem gerek.

Haydi bismillah. Kalktım işte. Hepinize günaydın.

Açalım mor perdelerimizi, kurtaralım güneşi. Günaydın hepinize.

Değişik bir gün bugün, tuhaf bir gün. Sanki birisi benim ne yaptığımı anlatıyormuş da birileri bugün başıma gelecek olanları bekliyormuş gibi. Sanki bunları bir tek ben bilmiyormuşum gibi. Kafamın içinden geçenler duyuluyormuş ya da üzerime dikilmiş yüzlerce çift göz, eğlendirilmeyi bekliyormuş gibi. Bir tiyatro sahnesindeyim de haberim yokmuş gibi.

Hişşşşt! Gidin lan burdan! Yok izleyecek bir şey. İlginç bir şey olmayacak bugün. Olacaksa da bana olmayacak. Akşam sarhoş yatmış, sabah baş ağrısı ile uyanmış, komiklik olsun diye çizgili pijama almış fakat kimseyi güldürememiş bir kişiyim ben. Bundan daha da önemlisi varsa eğer, o da huysuz birisi olduğumdur. Karnım aç çünkü, hem de feci...

İşte böyle kendi kendine triplere girmeyi severim ben. Truman Show'dan çok önceydi, evdeki aynaların arkasında kamera olduğunu düşünürdüm hep. Dişlerimi fırçalarken birileri beni izlermiş gibi gelirdi. Gözlerimi aynaya dikip bakardım, "orada olduğunuzu biliyorum"der gibi bakardım. Şimdi yine o oyunu yaptım işte. Sanki ben bir kahramanmışım ve bir perdedeymişim ya da sahnedeymişim gibi. Her kes benim için ağlayacak ya da benimle gülecek gibi. Tek tek kötü adamları haklarken arkamda desteğinizi duyacakmışım gibi...

Oysaki sıradan insanların hayatında ilginç bir şey olmaz. Olsa da bir kaç ayda bir kere ya olur ya olmaz. O anı yakalamak içinde birisini 6 ay boyunca röntgenlemenin bir faydası olmaz diye düşünüyorum. O sebeple, ben orada olmadığınız biliyorum ama, hadi diyorum bir ihtimal orada birileri varsa diye diyorum; Değmez kardeşim değmez. Bu odadan sana ekmek çıkmaz. Sevgilim yok, bir atraksiyon olmaz. Evde kavga edecek kimsem de yok benim, şirin bir kedim ya da enerjik bir köpeğim de. Kapım da çalmayacak birazdan, telefonum da. Öyle şeyler filmlerde olur. Benim odamda olmaz.

İşte şimdi giyinip çıkıyorum. Nereye mi, nereye olacak bakkala gidiyorum. Karnı aç bir kişiyim ben. Bakkala gidip yumurta alacağım ve eve dönünce omlet yapacağım. Bayatlama sınırında peynirlerim var. Onları değerlendirmem gerekiyor. Umarım alacağım yumurta bayatlama sınırında değildir. İkisi bir araya gelirse sonuç kötü olabilir. Hayır bir kere olmuştu da, oradan biliyorum.

Heyyy bakkal amca. Günaydın sana. 3 yumurta, bir ekmek bir de Milliyet alacağım.

Al oğul, al sana yımırta, al sana ekmek. Lakin Milliyet gelmedi daha.

Beheyyy bre bakkal amca söyle bakayım bana, taze midir bu yumurtalar?

Taze oğul taze. 5 dakika olmadı daha geleli. Bak iki tane fazla al, o senin üst kattaki çocuğa da götür.

İşte bu olmadı bakkal amca. Bakma öyle gözlüklerinin üstünden bana. Sen iyi niyetlisin biliyorum. İki tane fazla YIMIRTA satmak için değil, birilerinin işi görülsün diye yapıyorsun böyle biliyorum. Neymiş, benim üst kattaki eşkiya da gelmiş demin. Yumurta istemiş, fakat henüz yumurta gelmediğinden sen onu eli boş göndermişsin. Şimdi bana diyorsun ki, al iki yumurtayı da komşuna götür. Olmaz bakkal amca götüremem. Biliyorsun sen de, ben hiç sevmiyorum o pezemengi. Gelsin bir kere daha, alsın yumurtalarını.

Bu davranışı onaylamıyor bakkal amca. Lakin sünnet düğünümde yastığımızn altına zarfla bırakılan paraları harcadığım günlerden beri beni tanıyan birisi olarak, üstüme gelmiyor hiç. Bu bir bakkal-müşteri ilişkisi değil.

Yumurtalar elimde, ekmeğim koltuk altımda ben giderim evime hey eviiiimee.

Şarkı söylüyorum diye neşeli sanmayın beni. Bir terslik var üstümde, yeminle var. Birileri izliyor gibi beni. Bir sonraki sahneyi bekliyor ve o sahnede başıma bir şeyler gelecek gibi. Herkes bunu biliyor ve bekliyor ve bir ben bilmiyormuşum gibi. Korkuyorum şimdi eve gitmeye. Bir sonraki sahne dediğin işte, ben apartmana girince başlayacak. Yani ben adımımı eşikten atar atmaz. Yani şimdi!

"Amaan" dedim kendime. Ne olacaksa olsun. Bana da bir eğlencele çıkar. Anlatacak bir hikayem olur benim de. Yüzümde bir yara açılır belki. O yaranın dikiş izleri hatıra kalır bana. Ne oldu diye sorar kızlar, "motorsikletten düştüm" derim. Yazarım arkasından bir hikaye. Mesaj açık, "tehlikeli birisiyim ben, dikkat edin" Oysa tehlikeli birisi değilim ben. Keşke olsam. Keşke birileri gerçekten bana baktığında bir ayağını denk alma, bir "bulaşmayayım şuna, tersi bok bunun" triplerine giriyor olsa. Değilim ama, değilim işte.

Yara izimin üzerinde elini gezdirip "çok acıdı mı" diye soran bir kız düştü zihnime. "Hatırlamıyorum" dedim. "Çok sahroştum."

Düş dünyamda fingirdeşirken ve gerçek dünyada merdivenleri çıkarken aniden bir çığlık sesi duydum. Bu çığlık nereden geldi, kulaklarım gerçekten böyle bir ses duydu mu, yoksa yine hayal dünyamda mıyım bir süre idrak edemedim. Sonra bir kere daha duyunca çığlığı kendime geldim. Alt kattaki komşumun evinden geliyordu ses. Kapısı da aralık. Korkudan dizlerim titredi, görmesem de bilirim ki betim benzim attı. Merdivenlerden gerisin geri koşup kaçmak istediysem de yapamadım. Kapıyı tekmeleyip içeri girdim. Bir yandan da avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Bu bağırma hesapta içerideki zalimi korkutmak için. Oysa ben korkudan bağırıyorum.

Sonra ne mi oldu? Hiç bir şey hatırlamıyorum. Kendimi komşumun evinde yerde yatarken buldum. Başımın arkasında şiddetli bir sızı vardı ve yarılan kaşımdan da yüzüme ve yere kan akmıştı. Az evvel uyanmama rağmen yataktan çıkmadığım gibi, pozisyonumu bir süre değiştirmeden bekledim. Ciddi bir rahatsızlık ya da sakatlık geçiriyor olabileceğim için endişelendim. Sonra ortamı dinleyip de içeride kimse olmadığına kanaat getirince ayağa kalkmaya karar verdim.

Benim sağlık durumum baş ağrımı saymazsak gayet iyi görünüyordu. Fakat aynı şeyi yerde bir kan gölünün ortasında yüzükoyun yatan komşum için söyleyemeyeceğim.

Onu gördüğümde sinirlerim boşalmadı. Soğuk kanlılığımı korudum. Hatta yanına bile yaklaştım biraz. Yerde kocaman bir bıçak vardı. Soğuk çelik, ılık kana bürünmüştü.

Bir süre ne yapmam gerektiğini düşünmüştüm. Hastahaneye haber vermeyi lüzumsuz gördüm. Polise gitmekten de kendimi bildim bileli korkarım. Kaç kere sorgulanacağımı, bundan sonra ne kadar vaktimi boş yere harcayacamam gerektiğini hemen fark ettim. Yapabileceğim bir şey olsaydı yapardım yeminle. Komşum ölmüştü ve ben katili görmemiştim. Fakat polis bu kadarcık açıklamadan yetinmeyecek, aynı şeyi bana sürekli ve sürekli soracaktı.

En iyisi benim hiç burada olmamamdı. Yerde bana ait olan küçük kan birikintisini temizledim. Ekmeğim yerde duruyordu fakat yumurtalarım yoktu. Tekrar bakkala gidip yumurta almam gerekiyordu. İşte buna çok sinirlendim. "Allah belanı versin!" diye bağırdım kafama vurup kaçan adama. Güzel sabahımın içine etmişti.

Benim bağırmamla birlikte aralık kapının açıldığını duydum. Ben saklanacak bir yer bulamadan eve birisi girmiş ve benim bulunduğum odaya doğru geliyordu. Az önce muhtemelen benim kafamda patlamış olan sopayı elime alıp kapının arkasına saklandım. İçeri bir kadın girdi ve yerde yatan cesedi görünce sinir krizi geçirip çığlık attı. Arkasını dönüp koşarak kaçacaktı ve eğer arkasını dönmesine izin verseydim beni de görecekti ve ben bu sefer gerçek bir zanlıya dönüşecektim. Hiç tereddüt etmeden elimdeki sopayı kafasının arkasına geçirdim. Patates çuvalı gibi devrildi yere.

Çok sert vurmamıştım, yine de bayıltacak kadar bir etki bıraktığıma memnun oldum. Yanına yaklaştım. Nefes alıyordu. Rahat uyusun diye onu sırt üstü çevirdim. Artık acilen gitmem gerekiyordu. Elinde bir torba vardı. Baktım, torbada ekmek, yumurta ve Milliyet vardı.

Heeeyyy! diye sevindim çocuklar gibi. Bakkala gitmeme gerek kalmamıştı. Ekmeği bıraktım, Milliyet ve yumurtayı aldım. Çok kötü başlayan sabahım biraz heyecandan sonra nihayet normale dönmüştü. Omletimi yapmak için daireden çıkıp merdivenlere doğru yöneldim.

Hayat ne kadar garip olabiliyor bazen.

K.

Not; Hasan Arslan'ın "kısa film yazalım mı" başlıklı bloguna ithafen bir metin çalışmasıdır.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=42971 Elimden gelen budur.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara