- Kategori
- Siyaset
Kürt aşiret diktasında Türk olmak ya da cehennemin yeni anlamı

Etnik ırkçı Kürt sözde siyasetçiler ve teröristler “eşitliğe dayalı bir federasyon” ve sonrasında bağımsızlık peşinde. Bu “Türk tarafının” bir paranoyası değil, “Seçimlerden donra özerklik ilân edeceklerini” açıkça söyleyen Kürt etnik ırkçılığının ezelî hedefi.
PKK denen terör ve katliam şebekesinin amacı kurulduğu yıldan beri biliniyor. Türk topraklarının bir kısmında Kürt etnik yapısının egemenliğinde sosyalist bir devlet kurmak.
Her şeyden önce artık işin bir “kültürel haklar”, “ifade hürriyeti” sorunu olmadığını sanırım en bağnaz solcular bile anlamış olmalı ki daha düne kadar “Kürt” dendiğinde, Türklerce ezilmiş bir “ulus” var olduğunu sanan Maocular dahi artık Türk Bayrağı’nın gölgesine sığınmak ihtiyacı duyuyor.
Peki bu ayrışma nasıl meydana geldi?
Türk solcuları, etnik ırkçılığın bütün sosyalist söyleminin aslında basit bir bölünme vasıtasından ibaret olduğunu anladı. Bunun yanı sıra “ulus içinde topluluk olmak” ile “ulusu bölerek ulus olmaya çalışmak” arasındaki farkı anladılar. Bugün artık marjinal, radikal biçimde vatansız birkaç sosyalist dışında Kürtçülüğü aklamaya çalışan Türk pek az.
Peki Kürt etnik egemenliği, etnik ırkçı sözde siyasetçilerin ve teröristlerin vaat ettiği gibi gerçek bir “eşitlik ve refah” ülkesi sağlayacak mı? Artık bölünmenin hükümet eliyle resmî bir “süreç” haline getirildiği göz önüne alınırsa doğu ve güneydoğunun kaderi hakkında ciddi şekilde düşünmemiz gerekiyor. Önümüzdeki günlerde egemenliğin Barzani ve Apo ortaklığında bir Kürt etnik aşiret devletçiğine törenle devredileceği neredeyse kesin gibi. Zira etnik ırkçılığın ayrışma ve bölünme söylemleri, egemenliğimizi tanımadıklarına dair saldırgan ve düşmanca beyanlarını susturmakla görevli hükümetimiz, bunun yerine Türk ulusunu, çoğunluk diktası eliyle susturmak ve sindirmek derdinde. ( Bu şu gerçeği gösteriyor ki ülkemizde din devletini arzulayan ve ulus bilincinden hiçbir şekilde haberi olmayan, cahil bir “sağ” kitle, millî irade denen oy çoğunluğunu elinde bulunduruyor.)
O halde meselâ Kürt etnik devletçiğinde Türkçe eğitim öğretim yapmak isteyen okullara izin verilecektir herhalde? Türkçe tabelalara izin verildiği gibi bir “Türk özerk bölgesinin” oluşumuna da izin verilerek Türklerin bir arada yaşadıkları bölgelerde, kendi yönetimlerini oluşturmaları hatta özerk parlamento oluşturmalarına izin verilecektir. Böylece asla Kürt olmamış ve olmayacak, Kürtçe de bilmeyen Türk grupların Kürtlerin egemenliğinde onlarla karışmadan kendi başlarına yaşayıp gitmelerine izin verilecektir, öyle mi?
Biri şunu sorabilir: “ Türkler için söyledikleriniz yıllardır Kürtlere yapılmakta, farkında mısınız?” diye
Ulusal bir yapı içinde etnik kökenden bağımsız şekilde daha üst bir kimlik etrafında birleşilerek hukuk birliğini, kanun önünde eşitliği gerçekleştirmek mümkündür. Türkiye’de olan şey, uluslaşmanın getirdiği “kanun önünde eşitlik” imkânını, etnik ırkçı Kürtçülerin anlamamakta ısrar etmeleridir.
Sorun şu: “Türk” dediğimiz toplumsal yapı, içinde binlerce yıldan beridir sayısız ırkın, kavmin eridiği, hercümerç olduğu, ortak bir tarih, ve kültür bilinci meydana getirebildiği, büyüdükçe büyüyen ve kültürel anlamda kapsayıcı, dönüştürücü bir güce sahip olan bir yapı.
Oysa Kürt toplumsal yapısı böyle değil. Kürt toplumsal yapısı, kendisini ancak aşiret, kan bağı, akrabalık ile tanımlayabilen bir yapı. Kuzey Irak yığışması da aşiretlerin, ancak en güçlünün zorlamasıyla itaate dayalı olarak bir yerde bulunabildiği, barınabildiği bir gönülsüz beraberlikten ibaret.
Peki ama insanlar aşiret halinde yaşıyorlar diye kendi devletlerini kurmamalı mı?
Burada da sorun şurada ortaya çıkıyor ki devlet denen yapı rızaya dayanan, hukuk birliğini ve emniyeti sağlayan, ırklar, dinler üstü bir yapı değilse aslında ona “devlet” de denemiyor. Kuzey Irak yığışmasında Barzani soyadını taşımayan bir üst düzey yönetici göremediğimizde, şunu anlıyoruz ki devlet, takım elbise giyen koyun çobanlarının, bir takım kâğıtlara yarım akıllarıyla bir şeyler yazıp imzalamasından ibaret değil.
Yukarıda bahsettiğimiz “kanun önünde eşitlik” ideali için öncelikle kanunları yapabilen, ırk ve din egemenliğinden kurtulmuş, akılcı kurumlar gerçekleştirebilen bir üst ve üstün toplumsal yapıya ihtiyaç vardır ki o yapı yalnız ve ancak ulustur. Bugün gelişmiş ülkelerin tamamı uluslaşmış veya uluslaşma yolunda ülkelerdir. Hiçbir gelişmiş batı ülkesinde etnik bir grubun uluslaşmadan ayrışarak ulusun egemenliğine ortak olması için terör faaliyetine girişmesine hatta bunun siyasetini yapmasına dahi izin verilmiyorsa bu söylediğimiz doğrudur. Uluslaşamamış toplumların meydana getirdiği koalisyonlar, federasyonlar ise yaşayamamış ve bölünmüştür: Yugoslavya, Çekoslovakya gibi…
Demek ki bir ulus içinde yer alamayan almak istemeyen unsurlar ancak ulusal yapılara karşı düşmanlık besliyor.
Peki bölünmüş etnik topluluk sözde devletlerinde durum ne?
Sırbistan- Karadağ’da tek bir Boşnak yaşamıyor. Ermenistan’da tek bir Azerbaycan Türk’ü yaşamıyor. Kuzey Irak yığışmasında Türkler açıkça inkâr ediliyor ve Federal Irak Anayasasında adlarının geçmesine dahi Kürtler tahammül edemiyor, zaten nüfusları Kürtlere yakın olmasına rağmen Anayasa’da anılmıyorlar.
Kuzey Irak yığışmasında bırakın diğer dilleri, Soranca dışında bir Kürt şivesinin konuşulması dahi yasak.
Kuzey Irak yığışmasında çok partili demokratik hayat var mı bilemiyoruz ama bütün seçimleri nedense hep Barzani’nin partisi kazanıyor. Peki bu insanlar Amerika’dan medet umarken “Bütün seçimleri daima kazanan Saddam’ın şerrinden” başkan Bush’a sığınmıyorlar mıydı? Amerikan askerleri Irak’ta devlet otoritesini yerle bir ettiğinde Kürtlerin, ilk yaptığı, Kerkük tapu arşivlerini yakmak ve Türkleri evlerinden kovmak olmamış mıydı?
Bugün ezildiğini iddia eden Ahmet Türk gibi bir politikacı “Kasr-ı Kanco” gibi bir kâşanede Türk ulusal birliğinin kendisine sağladığı kanun önünde eşitlik imkânı sayesinde, hiç kimsenin, Kürt olduğu için mülkiyetine dokunmayacağının teminatıyla yaşayabiliyorsa “Ulus devlet bitmiştir!” demek, cehalet değilse açıkça ihanettir. Çünkü Türk ulusu, mülkiyet ve hayat haklarını etnik kökene bakmaksızın egemenliğinin her noktasında teminat altına almaktadır.
Oysa bugünden belli olduğu şekilde anlaşılmaktadır ki Kürt etnik devleti kurulduğunda, bölgede Kürt veya Ermeni olmak dışında insanlara bir tercih sunulmayacak. Bunun da ötesinde Türk olmak müstakbel Kürt devletinde, açıkça ezilmeye açık bir potansiyel düşman olmak anlamına gelecektir.
Kim ne derse desin, bebek katili Apo’nun arzuladığı Kürdistan, Türkler için cehennemden farksız olacaktır. Türkiye’de kaset çıkaramadığı için asker, polis, öğretmen öldürmeyi “insan hakkı” sayanların, bölgede resmi egemen olmaları halinde, ortalığı Kerkük’ten bin kat daha dehşetli bir cehenneme çevireceklerini görmek için herhalde kâhin olmaya gerek yok.