Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Kuş evi

Kuş evi
 

Merve tahta kapıyı itti ve içeri girdi. Kapının paslanmış menteşelerinden çıkan gıcırtı sesinden bir an irkilse de derme çatma kuş evinin duvarlarına hayranlıkla bakarak burası olmalı… diye düşündü. Gözlerini sıkıca yumup, derin bir nefes alarak, ciğerlerini temiz havayla doldurdu. Dışarıdan gelen kuş seslerini ve derede akan su sesini dinledi. Gözlerini yavaşça açtı.  Çevresine bakındı... Ortada tahta bir masa, masanın etrafında beş hasır sandalye vardı. Duvardaki raflı düzenek üzerine tahtadan yapılmış küçük biblolar özenle yerleştirilmişti. Onlara dokunup; sevgiyle gülümsedi. Tahta duvarlara kazılmış, isim baş harfleri ve aşk sözcükleri dikkatini çekti. Sözcükleri okumaya çalıştı, bazıları silik ve beli belirsizdi. Merve, duvarlara kazılmış yazıları hayranlıkla izlerken birden Kapının paslı menteşelerinin çıkarttığı sesle irkildi.  İçeriye kırk beş elli yaşlarında, alımlı, bir kadın girdi. Elinde içi yaseminlerle dolu bir sepet vardı. Kadının boynunda kumaştan yapılmış çantası asılıydı. Merve’yi görünce bir an duraksadı, sonra masaya yürüdü. Boynundan kumaş çantasını çıkarıp masanın kenarına koydu. Tok bir sesle; ‘uzun zaman oldu, bakımı yapılmıyor’ diye mırıldanıp; kuş evinin yıpranmış ahşap duvarlarını işaret ederek Merve’ye baktı. Göz göze geldiklerinde Merve’nin korkmuş olduğunu fark etti. Dudaklarında beliren gülümsemeyle; ‘ korkutmak istememiştim’ dedi. Masanın önünde duran tahta hasır sandalyeye oturdu. Sepetindeki yaseminleri masanın üstüne döktü. Çantasından çıkardığı iğnenin deliğinden, beyaz renkteki ipliği geçirip, ipliğin ucunu düğümledi. İğneye geçirdiği beyaz renkli ipliğe,  yaseminlerini dizmeye başladı. Merve, adeta olduğu yere çakılmıştı. Bir süre kadını izledi… Sessizlik can sıkıcı hale gelmek üzereyken; ‘Affedersiniz!’ dedi, Merve. Kadın yaptığı işten başını kaldırmadan; ‘Neden?’ diye sordu. Garip bir sessizlik tekrar ortama sahip olurken kadın; ‘Neden özür diliyorsun?’ diye ısrarcı bir ses tonuyla yinelerken sorusunu göz ucuyla süzdü Merve’yi. Merve, bir an soluk alıp  ‘Kapı açıktı. Kimseyi göremeyince içeri girdim’ dedi. Kadın, sakin ve dingin bir sesle; ‘Kimse gelmez zaten buralara… Ağaçlar iyice görünmez yaptı… Dalları da budamak gerek… Merdivenden çıkarken zorluk çıkartıyorlar.’ diye karşılık verdi. Merve, kadının ses tonundan cesaret alarak biraz rahatlar gibi oldu. Duvarlara kazılmış yazıları işaret ederek; ‘birileri ara sıra da olsa geliyor olmalı. Duvarlardaki yazılar…’  Kadın, yavaşça başını kaldırdı. Keskin bakışlarla Merve’ye baktı. Merve’nin lafını ağzına tıkarcasına;  ‘Belki bir zamanlar…’ dedi ve bakışlarını kaçırdı. ‘Artık kimse gelmiyor. O gördüklerin eskiden kalma.’ Kadın, sözcükleri yutarcasına yarım bırakarak konuyu değiştirmeye çalıştı. Tekrar yaseminlerine yönelerek; ‘Yaseminler kurumadan dizsem iyi olacak.’diyerek yaseminleri dizmeye koyuldu. Merve duvardaki yazıları incelemeye devam etti. Kadın, yaseminleri dizerken, bir yandan da göz ucuyla Merve’yi takip ediyordu. Merve bunun farkında değildi.

Kadın, onu ilk defa görmüştü. Bu kız burada ne arıyor diye düşündü. Bir fikir edinmeye çalışarak; Ona, bu civardan olup olmadığını sordu. Ne de olsa Kuş Evi arayıp sormadan bulunacak bir yer değildi. Merve bu meraklı soru karşısında, kadına yöneldi ve Ona; ‘anlaşılan, çevreyi iyi biliyorsunuz. Buraya, bu kuş evine sık geliyor olmalısınız?’  dedi. Kadın başını yaseminlerden kaldırdığında, Merve’nin sorgulayan bakışları ile karşılaştı. Kadın bakışlarını kaçırmak istercesine yönünü değiştirirken, ‘Eh… İşte… Sıkıldıkça…’ gibi kaçamak sözler sarf etti. Merve; ‘ne güzel, size huzur veren bir yer keşfetmişsiniz. Kasabanın şamatasından kurtuluyor insan buraya gelince… Artık kimsenin uğramıyor olması da büyük şans. Yoksa benim gibi sizi rahatsız edeceklerdi’ dedi.

Kadın yaseminleri dizmeye devam ederken, yol üstündeki kasabada oturduğunu söyledi; Kuş Evi kasabadan beş altı kilometre uzakta bulunuyordu. Kadının da dediği gibi bu bölgeden olmayanların bulabileceği bir yer değildi burası. Kuş Evi, asırlık bir ağacın gövdesine kurulmuştu ve kasabadan ayrılan patikayı takip ederek varılmaktaydı. Bir zamanlar otantik sevdalıların hayatlarını birleştirdikleri nikah salonu olarak kullanılıyordu. Belli ki kadın buraya tutkuluydu. Merve, bir süre kadını izledi ve ‘Yaseminleri seviyorsunuz’  dedi. Kadın, yaseminleri sevdiğini itiraf etti; ama Merve, kır çiçeklerinin renk renk duruşları ile daha büyüleyici olduğunu söyleyince, Kadın, azarlar bir ses tonuyla; ‘ama hiç biri yaseminler kadar güzel kokmaz’ dedi. Merve, kadının tepkisine bir anlam verememişti ama haklı olabileceği düşüncesi ile yüzünde beliren donuk bir tebessümle, ‘yaseminlerin kokusundan bu kadar çok etkilenen, tanıdığım ikinci kişisiniz’ dedi. Kadın, birincisi kim? der gibi Merve’nin yüzüne bakınca; ‘Babam!... Babam da yaseminleri çok severdi.’ diye karşılık verdi Merve. Kadın, alayımsı bir gülümseme ile ‘Baban romantik biri olmalı…’ dedi. Merve, hayır… Belki… Bilmem. Arasında karışık, çelişkili bir yanıt arayıp durdu. Çünkü babası konusunda kafası bir hayli karışıktı; uzun süre soğuk, seviyeli ve sevgisiz davranmıştı ona… En azından O, öyle hissediyordu. Sonra bir gün tanıdığından çok başka biri olduğunu anladı. Ama her şey için geç kalınmış bir zamanda… Aslında geç kalınmışlık, pişmanlığı beraberinde getirse de, yapılacak fazla bir şey yok, diye düşündüler ikisi de. Kadın, susmayı tercih edince; Merve, neden sustuğunu sordu ona… Kadın; ‘Geldiğinizdeki neşeniz kalmadı. Sıkıldığınızı düşündüm.’ diye yanıtladı. Merve, yüzünde beliren buruk gülümseme ile bakışlarını kaçırırken; ‘Özledim… Onu çok özledim.’ dedi. Kadın, ‘Şanslısın… Özlediğin biri var ve özlenen biri…’ Merve, ‘Sizin?’ diye sorunca, kadın keskin bir tavırla; ‘Hiç kimse! Özlediğim hiç kimse yok!’ diye yanıtladı ve öncekinden daha hızlı yaseminleri dizmeye devam etti...   Merve, ‘Buna inanmıyorum. Mutlaka birileri olmalı.’ demeye çalıştı; kadının geçmişinde bir sevgili olup olmadığı konusunda ısrar etti.  Fakat kadın; ‘Yok!’ diye sözü kesip attı. Merve, masaya yanaşıp, yaseminlerden eline aldı; kadına uzatarak; ‘size yardım etmek istiyorum’ dedi. Göz gözeydiler ve bakışları ile konuşurcasına bir süre öyle kaldılar. Kadın,  bakışlarını kaçırarak; ‘Keyfinize bakın siz. Bu iş beni yormaz’ dedi. İşine devam etti. Merve’nin yardımına ihtiyacı olmadığını söylerken, içindeki mutsuzluğun ve özlemin gün ışığına çıkmasından korktuğunu fark etti kadın. Merve, geriye çekilip, bir süre kadını izledi. Çok güzel bir kadın olduğunu düşünürken, düşünceleri dillendi; ‘çok güzelsiniz’ dedi Merve.

 Kadın; şaşırmıştı. ‘Ben mi?’ diye sordu. Merve ‘evet!’ diye yanıt verdi. Kadın, ‘belki bir zamanlar… Artık yaşlandım’ dedi. Merve, kadına hala güzel olduğunu ısrarcı bakışlarla yenileyince Kadın, ‘kendimi iyi hissetmem için söylüyorsan sağ ol. Hoşuma gitti’ dedi ve gülümsedi. Merve, ‘Merak ediyorum; sizin gibi güzel, zarif bir kadın…’ diye merakını sorgulamaya devam ederken; ‘Neden yalnızsınız?’ diye sözünü toparladı. Kadın, Merve’nin bir aile olup olmamaktan mı söz ettiğini anlamaya çalıştı. Merve’nin tam da merak ettiği buydu; ‘Eşiniz, çocuklarınız yok mu?’ diye sordu… Kadın, Merve’ye hiç evlenmediğini itiraf edince; Merve buna şaşırdığını; böylesine güzel bir kadının en azından biri tarafından sevilmiş olabilmesi ihtimalinin olmasından söz etti. Aslında, kadına içten dışa doğru süzülen bir güzelliğin, hissiyatı içinde söylenmiş bir sözdü bu. ‘Yasemin seven bir kadın’… diye sözlerini yineledi. Kadın, ‘Hayat şaşırtmacalarla dolu… Tıpkı babanız gibi…’ deyince; Merve heyecanlanıp; kadına babasını anlatmak istedi; ‘Size anlatmamı ister misiniz? Babamla ilgili…’ diyerek söze girmek üzereydi ki kadın, ‘buraya benimle konuşmaya gelmediniz her halde!’ diyerek onu tersledi. Merve, duraksadı… Suratında beliren donuk bir gülümseme ile kadına doğru iki adım attı ve ‘Hayır! Burada birinin yaşadığından bile emin değildim.’ dedi. Kadın, ‘burada yaşadığımı söylemedim’ yanıtını verdi. Bir şeyleri gizlemeye çabalarcasına, orada yaşamadığını sadece geldiğini; düzenli ve sık sık geldiğini; çünkü buraya gelmenin kendini iyi hissetmesine neden olduğunu söyledi. Kadının bu durumunu anlatırken ki ısrarcı tutumu insanı boğar gibiydi.  Merve, ‘Her şey yeterince açık değil mi?’ dedi. Kısa süren sessizliğin ardından; Merve, ‘Bunun adı, bağımlılık olmasın?’ diye sessizliğe son noktayı koydu. Kadın, Merve’nin gözlerinin içine bakmaktaydı ve  ‘Hadi anlat’ dedi. Merve, Kadının gözlerinin içine baktı ve sessiz kaldı. ‘ Babanı anlatmak istiyordun ya… Hadi, anlat.’ dedi. Merve, sessiz kalmaya devam etti; çünkü artık anlatmak isteyip istememe konusunda emin değildi. Oysa ki, kadın, onu dinlemekte kararlıydı. Merve, ‘Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama bana güven veren bir yanınız, var. Kim bilir? Bütün her şey belki de bu Kuş Evi yüzünden ’ dedi; bir kalp içine kazılmış, duvarda kazılı olan ‘C&S’ harflerine doğru ilerleyip, ahşap duvar üzerine kazılmış harflerin her kıvrımını sineye çekercesine onlara dokundu. Kadın, şaşkındı; ama onu dinlemeye kararlıydı. Merve, bir an duraksadı… Zamanı geriye alırcasına bir iç geçirip, anlatmaya başladı.

“İkimizin arasında görünmeyen ama hissettiğim kalın bir duvar vardı hep... Hissede biliyordum ama bunu açık açık hiç konuşamadık. Daha doğrusu O, konuşmak istemedi. Ben de korktum. Soramadım. Dilimle soramadığımı, gözlerimden anlamış olmalı ki, ‘keşke her şeyi anlata bilsem sana kızım!... Ama daha çok küçüksün, anlayamazsın…’ dedi bir gün. İlk kez o gün bu sözleri söylerken başımı okşamış, yanağıma küçük bir öpücük kondurmuştu. Başka da hiç o kadar yakın olmadık. Eve pek sık gelmezdi. Geldiği zamanlarda da hep düşünceli ve sessizdi. Evde, tek annemle kavga ederken duymuşumdur sessini. ‘Biliyorsun! Kızım için buradayım! Yalnız kızım için!’ diye avazı çıktığı kadar bağırırdı. Mutlu değillerdi. Bunu çocuk aklımla kavrayabiliyordum. Babamın eve gelişini iple çekerdim. Fakat eve her gelişinde annemin dırdırları onu usandırır; geriye çarpan kapı sesi ile evden çekip giden babamın ardından ağlayan annemin, hıçkırık sesleri kalırdı. Koşarak çıktığım tavan arasında kuytu bir köşeye siner, annemin beni aramasını beklerdim… Babam, benim için bu evdeydi ve O, bu evde mutlu değildi. Hoş, bu evde hiç birimiz mutlu değildik. Ama ben babamı yine de seviyordum… Bana dokunmasını, beni kucağına oturtup sevmesini, elimden tutup parka götürmesini, isterdim! Ama yapmadı… Annem… Annem acısının hıncını benden çıkartabiliyordu ama babamın bana bir gün bile kötü davrandığını bilmem. Babamın bende yeri başkaydı. O, yaseminleri severdi. Beni de severdi… Yüreğiyle!... Artık ne beni, ne de yaseminleri sevebilir.” Merve’nin sözcükleri boğazında düğümlenirken, yüreğindeki sancı gözlerinden bir damla gözyaşı olarak yanaklarından süzüldü. Kadın, ne diyeceğini bilemedi; ‘Belki de şimdi, eskisinden daha çok seni sevip, daha çok seninle birlikte oluyordur.’ demekle yetindi. Merve, gözyaşlarını silerken; ‘Belki... Belki de kalbimizde… Babam, en sevdiğimizin her zaman en yakınımızda, kalbimizde olduğunu söylerdi.’ dedi. Kadın, ana şefkatiyle ona bakıp gülümserken; ‘Eminim öyledir!’ diyebildi. Merve, başını kaldırıp Kuş Evi’nin ahşap duvarlarındaki kazılmış sevgi sözcüklerini izlemeye devam etti. Bir süre sonra ‘güzel olsa gerek.’  dedi. Kadın, güzel olanın ne olduğunu anlamamıştı. Merve, aşktan söz ettiğini söyledi. ‘Kim bilir burada ne derin aşklara imzalar atılmıştır.’ dedi. Kadın; ‘Kim bilir? Belki de hiç yaşamamışlardır.’ diye mırıldandı. Merve, duvarlardaki kazılmış isim baş harflerinin sahiplerini tanıyıp tanımadığını sordu kadına. Kadın garip bir telaşa kapıldı. Toparlanıp, hiçbir fikrinin olmadığını söyledi. Çantasından çıkardığı sivri uçlu aleti Merve’ ye uzattı. Onun da duvara aşkını kazımasını istedi. Merve, ‘Buraya kazıyacak bir aşkımın olabileceğinden ne kadar eminsiniz’ dedi. Kadın, Merve’nin genç, güzel ve akıllı bir kız olduğunu düşünüyordu. ‘Vardır mutlaka bir sevdiğin, sevenin’ diyerek üsteledi. Tahta oyucu aleti eline tutuşturdu.  Merve, tek başına; yani yanında sevgilin yokken doğru olur mu? diye sorguladı kadını. Avucunun içinde duran alete baktı; beceremeyeceğini söyleyip, aleti kırmaktan korktuğunu bahane etti. Kadın, ‘Kırılmaz! Onun işi bu…’ dedi. Merve bir şey anlamamıştı; kadın açıklamaya devam etti. ‘Tahtayı şekillendirirken kullanıyorum…’ Çantasının içinden iki tane tahtadan oyma, melek şekli verilmiş biblo çıkarttı ve Merve’ye gösterdi. Merve, hayranlıkla baktığı biblolara uzanıp, eline almaya çalıştı. Fakat Kadın, bibloları Merve’nin elinden kaçırırcasına geri çekti. ‘Ormandan topladığım işlenebilir küçük odun parçalarını kullanıyorum’ derken; bibloları duvardaki düzeneğin üzerine yerleştirdi. Merve, şaşkındı. Kadının verdiği tepkiye bir anlam veremedi. “İyi, tamam.” diyerek duvara doğru yöneldi. Kadın, Merve’nin burada oluşundan bir anlam çıkartmaya çalışmaktaydı. Sözü yalnızlıktan açtı. Şüpheli gözlerle onu süzerken; yalnız başına burada ormandaki terk edilmiş bir Kuş Evinde olmasının ne kadar doğal olabileceğini sorguladı. Merve, kadına kendi yalnızlığını hatırlatınca kadın; ‘sen her halde, adını kazımaya gelmedin buraya ya da bana babanı anlatmak için…’ diyerek Merve’yi tersledi. Aralarında konuşmadan hissettikleri bir gerginlik oluştu. Adını yalnızlık koymaya çalıştıkları bu gerginliği ikisi de tanımaktaydı. Zaten kimse orada tesadüfen değildi. Kadın son bir şüphe içinde Merve’nin birinden ya da birilerinden kaçıyor olma ihtimalini düşündü. Kim bilir, hırsızlık, belki de cinayet; diye geçirirken içinden; ‘Birinden mi saklanıyorsun?’ diye sordu Merve’ye. Merve, ‘Kim bilir… Belki de saklanıyorum’ diye yanıt verdi. Kadın, Merve’nin rahat tavrından rahatsız; ‘Saklanmak için hiç de iyi bir yer değil burası. Her an biri gelebilir. Mesela ben!’ deyince; Merve ‘Ya da ben’ diye kadını üsteledi.  Kadın, ‘Ben mi? Saklanmak benim için çok geç…’ diyerek Merve’ye doğru yürüdü. Tehdit eden bir ses tonuyla; ‘Ama siz, birinden saklanıyorsanız…’ diye dişlerinin arasından konuştu. Merve, kendini kadının pençelerinden kaçırırcasına uzaklaşırken; ‘Kimseden kaçtığım filan yok’ diye yanıt verdi. Kadın, yırtıcı bir kaplan gibi Merve’ye doğru yürümeye devam ederken; ‘Doğru! Eğer birinden kaçıyor olsaydın buraya neden…’ gelesin demeye kalmadan Merve, apansız bir hikaye uydurdu. ‘Şey… Sevdiğim bir adam var. Yakında evleneceğiz.’ dedi. Kadın, ‘O zaman, burada tek başına, ne işin var?’ diye sordu. Merve, ‘Evlilik benim için çok özel. Böylesine özel bir günün özel bir mekânda geçmesini istiyorum… Özel olabilecek bir mekân ararken bana burayı önerdiler.’ diyerek, adresin yazılı olduğu kâğıdı çantasının içinden çıkardığı bir kitabın arasından alıp, ‘Bakın, işte adres! Kuş Evi demişlerdi.’diyerek kadına uzattı. Kadın dingin bir tavırla, Merve’ye ilgisiz kaldı. Masanın yanındaki sandalyeyi çekti, sandalyeye oturdu.  Yaseminleri ipliğe dizmeye devam etti. Kısa bir sessizlikten sonra Merve; ‘Sordunuz ama ilgilenmediniz’ dedi. Kadın, bunun hiç iyi bir fikir olmadığını; onlara uğursuzluk getireceğini söyledi. ‘Bazı yerler siz isteseniz de istemeseniz de lanetlidir ve lanet insanların…’  Yakasını bırakmaz demeye kalmadan, Merve, kadının sözünü keserek; ‘Buranın hikâyesini biliyor gibisiniz… Bence buraya sıkıldıkça değil, sık sık geliyorsunuz siz… Burası sizin bir parçanız… Kim bilir; belki de, bir aşk hikâyesi yüzünden!’ diye kadını üsteledi. Kadın, ipe dizdiği yaseminlerin ipliğine bir düğüm attı. Merve, şüpheli tavırlarla Ona yaklaşırken duymak istediğini kadının ağzından almak için sorgusuna devam etti. Kulağına fısıldarcasına, Ona sokularak; ‘İnsanın kendinden kaçması kadar zor bir şey olamaz!’ dedi. Kadın, ipliğe bir düğüm daha atmakla yetindi. Merve, ‘insan aşktan korkar mı? Utanır mı hiç? Bir kez, ben de gençliğimde aşık oldum diyemediniz! Kim bilir? Belki de burada kazılı harflerden biri de size ait…’ Kadın, bu sözlerin üzerine eşyalarını çantasına toparlamaya başladı, Merve’ye yönelerek; ‘Belki… Ama size ne?!’ diye tersleyerek çantasını boynuna asıp, kapıya yöneldi. Merve onu kapının eşiğinde yakalarcasına sözlerine devam etti.

‘Belki de bir zamanlar ‘YASEMİN KOKULUM’ diye seslenen bir sevdiğiniz vardı.’ Kadın, yasemin kokulum diye içinden mırıldanıp kapının eşiğinden çıkmak üzereyken geri döndü. ‘Evet, vardı.’ diye geçirdi içinden. Merve’ye yöneldi. Kendisinin de bir zamanlar genç olduğunu ve tıpkı onun gibi hayalleri olduğundan söz etmek istedi… Sustu… Kapıdan çıkmak üzereyken; ‘Aşıktık!… Evlenecektik… Her şey hazırken, hiçbir şey söylemeden çekip, gitti. Sınırsız ve karşılıksız sevmiştim onu. Nefretimi, sevgimle yoğurup, kalbime gömdüm ben… Her şeyi unuttum… Bana olan aşkını; verdiği sözleri; bana her dokunuşunda kalbimin nasıl titrediğini unuttum… Ama… Yoo! Hayır! Hala hissettiğim bir şey var… Öfke!’   diye haykırdı.

 Kadın, sözlerini söylerken, çaresiz kalmış, yaralı bir ceylan gibi çırpınmaktaydı adeta... Kim olduğunu tam olarak kestiremediği bu kıza neden öfkesini kustuğunu da anlamlandıramamıştı. Fakat az sonra Merve’nin, yıllar önce kendini terk eden aşkının; Cemal’ın kızı olduğunu öğrenecekti. Geç kalınmış bir hesaplaşmanın eşiğinde idi iki kadında. Merve, babası ile çekilmiş fotoğrafını çantasından çıkardı ve Kadına uzattı. Resme baktı; Cemal… dedi kadın. Cemal, Merve’nin babası olmaktan çok başka bir şeydi şimdi… Merve, ‘siz, Sibel olmalısınız’ dedi kadına. Ve Onun için yazılmış birçok mektuptan bir tanesini uzattı Ona… Sibel mektubu açtı ve içinden okudu.

‘Yasemin kokulum… Seni bir daha göremeyecek olsam da, seni hep seveceğim… Sana, yakında baba olacağım diye mektup yazmıştım ama cevabı hiç gelmedi. Bilirsin, ben babasız büyümenin ne demek olduğunu bilirim… Kızımın babasız büyümesini istemedim. Bir anlık hata… Ama bu hatanın bedelini kızım ödememeliydi. Beni anlayacağına inanıyorum… Beni affet… Cemal.’

Merve, kadını uzaktan izledi. Yüreğindeki nefreti aklarken, ‘benim de mutlu bir ailede büyümeye hakkım vardı. Ama bu hakkımı elimden siz üçünüz çaldınız… Keşke babam sizi hiç tanımasaydı. Hiç sevmeseydi… Siz yıllarca ailemizin üstüne çöken karabasan gibiydiniz’ dedi. Sibel, ‘Annenin hiç mi suçu yok?’ diyecek oldu… Diyemedi.

 Merve’ye göre annesi hastalıklı bir kadındı. Hayatını tehditler ve şantajlar üzerine kurmuştu. Ömrünün geri kalanını beyaz gömlek içerisinde, kafasında kurduğu, olmayan dünyasında geçirecekti. Merve, dünyaya gelişiyle kendini de bu mutsuzluğun bir barçası sayıyordu. Sibel’e baktı ve ‘ben babamı bağışladım’ dedi.  Sibel, ‘bağışlanmanın kime ne faydası olacak’ dedi derin bir iç geçirerek. ‘Hep bir gün geri geleceğini umut ederek, geçirdim günlerimi… Şimdi bir umudum bile yok’ dedi, donuk bir gülümseyişle. Oysa Merve, huzurluydu. Sibel denen kadını bulmuştu. Bu buluşma acılarının hesabını sormaktan çok bir çeşit ruhsal arınmaydı onun için. Sözün bittiği yerdeydiler sanki. Öylece bir süre birbirlerine bakakaldılar. Hayata tutunacak bir sebep arayıp durdular göz bebeklerinin içinde birbirlerinin. ‘Ben babamı bağışladım’ diye tekrarladı Merve. Masanın üzerinde duran ipliğe dizilmiş yaseminleri eline alıp, kokladı ve yerine geri koydu. Hangisinin acısı daha büyük? Hangisinin yıkıntısı daha onarılmazdı? Diye geçirdi içinden Sibel… ‘Hayata tutunmak!’ dedi Merve’ye… Masanın üzerinde duran, beyaz ipliğe dizdiği, beyaz yaseminleri eline aldı. Yaseminleri kokladı. Merve’nin karşısına geçti. İpliğe dizdiği yaseminleri Merve’nin boynuna geçirirken; dışarıda akan nehrin çağıltısı ve kuş sesleri insana huzur veriyordu. Sibel, Merve’nin gözlerinin içine baktı. ‘Sence… Kuş Evinin bakım zamanı gelmedi mi?’ dedi. Kuş Evinin bakım zamanı geldi de geçmek üzereydi… Sibel’in çehresinde huzur dolu, mutluluğa yakın bir tebessüm belirdi. Merve, boynundaki yaseminleri avucunun içine aldı ve kokladı. Sibel’in gözlerinin içine bakarken, olması gerektiği yerde olduğunu fark etti.

İsmihan YORGANCI

2010/ LEFKOŞA

                               

 
Toplam blog
: 29
: 628
Kayıt tarihi
: 03.01.12
 
 

Tiyatro Sanatına gönül vermiş, içinde yaşadığım topluma yazarak hizmet etmeyi seçmiş sanatın bir ..