- Kategori
- Müzik
Kuzeyin oğlu
Kuzeyin veya Karadenizin oğlu ne fark eder tüm Türkiye'nin ve Yurtdışındaki gurbetçilerimizinde çok sevdiği kendine has tavırlarıyla hoş sohbet komple bir sanatçı. Kimi o tabikide Volkan KONAK.
06.03.2009 Cuma gecesi Ferhat GÖÇER’in sunduğu ve bir çok sanatçıyı zaman zaman konuk ettiği güzel bir program olan ''Biri Bana Gelsin'' de bir rüzgar gibi gelip geçen Volkan KONAK bana göre muhteşem bir performans sergiledi. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturma alışkanlığım olmadığı için aşırı uykum geldiği halde sonuna kadar zevkle izlediğim bu güzel müzik ziyafeti çok doğal ve bir o kadar da espirili hareketler ve şakalaşmalarla Ferhat GÖÇER’i gülmekten kırıp geçirdi ise de eminim benim gibi bir çok seyirciyi de gülmekten kırıp geçirdi ve bir o kadar da hüzün dolu şarkılarla hüzünlendirdi. Velhasıl müthiş bir gece geçirdik kulaklarımızın pası silindi.
Sanatçının tek kızdığım yönü uzun saçları oldu. Bilmem belki de bir bayan olarak onun saçlarını çok kıskandım. Şaka bir yana hayatını rayına oturtmuş herkesin derdiyle dertlenen gözlerinden süzülen yaşlarla yüreğimize derinden dokunan müthiş bir ses. Geçmiş yıllarda okumuş olduğum hayat hikayesi gibi bir hüzün bir kahkaha tipik bir Karadeniz uşağı:
Annesi, bir erkek çocuğun ardından beş kız doğurduktan sonra tekrar hamile kaldığında, tipik Karadenizli bakışıyla "nasılsa bu da kız olacak, aldırayım" der ve doktora gider. Ancak doktor "Üzülme abla, 300 liraya alırım" deyince sinirlenir: "Ya geç ordan, 300 liraya doğurur da büyütürüm oni." Böylece doğar Volkan Konak; 1967 yılının 27 Şubat günü.
Saynur ve Demirağa lakaplı Cevat Konak’ın son çocuğu ve hayatı boyunca, doktor 200 lira dese, bu dünyaya gelmeyeceğinin bilincinde olarak, zaman zaman da "Ee, ben 300 liralık adamım" diyerek.
Trabzon’un Maçka İlçesi'nin, değiştirilen Rumca adıyla Hacevera (Yeşilyurt) köyüdür doğduğu yer. Dolayısıyla hem genlerinden, hem yetiştirilişinden, Kuzeylidir. Sürmene bıçağı gibi keskin, köşeli, hiçbir zaman yuvarlak bir çakıltaşı olmayacağını bilen bir Kuzeyli. İlçeye üç dört kilometre yürümekle ulaşılan yüksekçe bir köyde doğup büyümesine rağmen, karayollarında işçi olan babası, çocuklarının yarın bir gün okumaya ya da çalışmaya şehre gideceklerini düşünerek verir ilk eğitimini. Dolayısıyla, babasının kavalye niyetine eline tutuşturduğu sandalyeyle, horondan önce "vals" öğrenir. Gaz lambasında Fakir Baykurt’lar, Yaşar Kemal’ler okunur evde. Tabii bir de Nazım Hikmet’ler... Tüm Maçka gibi onun ailesi de yüzde 98 okur yazarlık oranı ve ağır CHP’liliğiyle bilinir. Ama sonuç olarak Karadenizlidirler; Temel’le Dursun’un, bir de Fadime’nin memleketi...
Yıllar sonra bir gün kız arkadaşı yükselen burcunu öğrenmek ister. Bunun için doğduğu saati bilmesi gerekir. "Tek sosyal aktivitesi çocuk doğurmak" olan annesine sorduğunda aldığı cevap şu olur: "Uşağum saatini hatırlamayrum ama çok kar yağmişti!" işte gerçek yaşam kesitleri işte Karadeniz fıkrası daha ne olsun. Elbette hikaye burada noktalanmadı tüm komikliğiyle devam eder.
ULA UŞAĞUM, KORKARIM RAKI İÇEYSİNUZ
Volkan Konak en küçük ve beş kızdan sonra doğan erkek olduğu için evin küçük uşağı olmak sonucunda anne-babasınında en çok şımarttığı bir çocuktur. Ama yine de ailenin 14 ineği kadar değil. Yazın okul biter bitmez ailecek yaylaya çıkarlar ve o da diğer kardeşleri gibi, beş yaşından liseyi bitirene kadar çayırlarda inek başı bekler. Annesi önce inekleri besler, sonra onları. İneklerini o kadar sever ki, onlarla konuşur. Yaşlandığında sadece bir inek ve bir buzağıyla kalmış, onlar da gidince, duvara fotoğraflarını asmış, ortalarına da Almanya’da olan büyük oğlunun fotoğrafını yerleştirmiştir. Bu da gurbette yaşayan ineklerin arasında fotoğraf çektirip ailesine gönderen ve ortadaki benum diyen temelin komik fıkrasını hatırlatsa da gerçek bir yaşanmışlıktır.
Kuzeyin oğlu Volkan KONAK’ın ve arkadaşlarının Yaylada bulunduğu zamanlardaki tek eğlenceleri, ağaçlara çıkıp şarkı türkü söylemektir. Halaları, teyzesi, ablaları, babası hepsi yeteneklidir. Ancak o zamanlar onun yöre türkülerine fazla merakı yoktur. Daha çok onun ilgisini radyodan dinlediği zeybekler, Azeri türküler, Türk Sanat Müziği parçaları çeker. Yorucudur yayla günleri; ama onun deyimiyle "rüzgarla hür yaşamış, özgürce şarkılarını söylemiş", doğal beslenip büyümüştür. Ailesi de epeyce eğlencelidir.
Bir gece yayladaki ilkel evin arka odasında mısır püskülünden yaptıkları sigaraları tüttürürken, babaanneleri açar kapıyı. Dumandan gözün gözü görmediğini fark edince şöyle bağırır: "Ula uşaklar korkarım rakı içeysinuz!"
Ailesi eğlenceli ve ilginçtir. Dedesi Neşat Karahasanoğlu, "İsmet İnönü’nün kankası", ilk milli eğitim müdürlerinden ve Maçka’nın 16 yıl belediye başkanlığını yapmış kişidir. Haftasonları Zigana Dağı’nda torunlarına Lorca şiirleri okumuştur, Fransızca. Karısının tabutunu sabit kalemlerle yazdığı şiirlerle doldurmuştur. Ablası Nuran Bahçekapılı, kendi çapında bir ozandır; her şeyin maniyle anlatıldığı o yerde bir sürü destan yazmıştır. Volkan Konak’ın en çok ses getiren parçalarından biri olan Cerrahpaşa’nın sözleri de ona aittir, şimdi son albümde yeralan, Kazım Koyuncu’ya adanmış Gardaş da...
Maçkalı, "Bu dünyadan hayır yok/ Öteki de şüpheli" diyen insandır. Dedesi bir gün, ilçeye imam dayanmadığını fark edince Ankara’ya giderek bakanlıktan imam kadrosu çıkarır. Ahaliyi toplayıp bildirirken, geçici olarak imamlık yapan Ali Osman Çavuş itiraz eder; "Reis bey, iyi ettin de eksik ettin." Niye, diye sorar dedesi. "E bir de cemaat kadrosu getirecektin" cevabı alır.
Volkan ilkokulu bitirdiğinde, köyden Maçka’nın içine taşınırlar. Liseyi orada bitirir. Onun kaderini belirleyen, lisedeki müzik öğretmeni Nurdan Tipi olur. Babasını ikna eder, onu alıp ilk kez adım attığı İstanbul’a getirir ve aylarca çalıştırarak İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Halk Müziği bölümüne çok iyi bir dereceyle girmesini sağlar. 1987 yılında, İTÜ Sosyal Bilimler’de mastıra başladığında, Maçka’da yaptığı derleme çalışmalarından oluşan "Suların Horon Yeri" adlı ilk albümü de piyasaya çıkar.
Aslında amatör bir çalışmadır bu ama çizgisi için önemlidir; çünkü kendi yöresinin müziğine yaptığı ilk yolculuktur. Konservatuvarda bozlakların, zeybeklerin alıp yürüdüğünü, ama Karadeniz’in olmadığını görmüştür. Bu biraz da Karadenizlilerin tutuculuğundan kaynaklanır ona göre; sanata fazla önem vermemişlerdir o zamana kadar. Bu yüzden Türk filmlerini yanlış aksanlı bir dolu Karadenizli doldurmuştur.
Zaten onun da Neşet Ertaş gibi "gönül" diyebilmesi mümkün değildir. Yöre sazlarını, horonu ondan sonra öğrenir. Ama bununla yetinmez; yeni bir şey katmalıdır bu müziğe. Onun deyimiyle "gökkuşağına yeni bir renk." (dili, biraz "sevgi ve ışık insanları"nın dilidir). Köy müziğimiz var, bir de kent müziğimiz olmalı, der. Etnik motiflerle dünya enstrümanlarını bir arada kullanarak ve Nazım Hikmet, Sunay Akın, Yaşar Miraç, Ömer Kayaoğlu gibi şairlerin şiirlerini besteleyerek yeni bir tarz yaratmaya çalışır. Ama Karadeniz’e gider, oranın sanatçı ve aydınlarını toplayarak "icazet" alır önce. Orhan Gencebay’ın katkılarıyla oluşan Efulim albümü böyle çıkar ve çok beğenilir. Ardından "Gelir misin Benimle", "Volkanik Parçalar", "Pedaliza", "Şimal Rüzgarı" ve "Maranda" Kuzeyin Oğlu albümleri gelir. Ve ondan gelecekte daha bir çok albüm beklediğimiz Volkan KONAK paraya kıyıp ilk CD sini aldığım Ferdi TAYFUR’ dan sonraki diğer bir sanatçımızdır.
Onu daha uzun yıllar dinlemek istiyorum.
Kendisine ve sevenlerine sağlık esenlik diliyorum.
Saygı ile.