- Kategori
- Siyaset
Laf-ı Güzaf

KADIN! (RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR)
Geçen hafta tanıştığım bir hanım efendinin sözlerini ve aramızda geçen diyalogluğun ilginçliğini aktarmak istiyorum.
“Nasıl buluyorsunuz siyasetçilerin arasında geçen diyalogları?” dedi.
Yeni tanımış olmama karşın konuşurken rahatsızlık duymayacağım bir insandı.
Tüm içtenliğimle “Çirkin, çok çirkin buluyorum.” Dedim.
Kelimeler ardı ardına dizilirken sohbet koyulaştı. Yaklaşımımızın aynı olduğu ve fikir olarak ortak platformda buluşmanın getirdiği garip bir haz aldım bu sohbetten. Karşımda Tunceli doğumlu, İstanbul’da yaşayan bir insan. Bir anne vardı. Çocuğunu tehlikelerden korumaya çalışan, onun için iyi bir eğitim ve gelecek hayali kuran benim gibi bir anne.
Kürtleri yanlış anlatıyorlar ona göre. Ben de farklı düşünmüyorum.
Kürtlerle nasıl düşman olacağız? Yahut Türklerle nasıl düşman olacağız? Sorusuna karşılık aradık beraber. Aynı semtte yaşayan kadınlar ve anneler olarak bizim bakış açımızdan değerlendirilse düşmanlıktan söz etmenin mümkün olmadığını gördüm ki mutluluk duydum iki taraf adına da.
Ne o bana ve çocuğuma ne de ben, ona ve çocuğuna zarar gelsin istemiyorsak, biz birbirimizin hayatlarına kast edemezsek; neden düşman olarak lanse ediliyoruz sorusunun cevabına takıldık birlikte.
Seçim öncesi meydanlarda, sözlü ve yazılı basın kanalıyla birbirlerine hakaretler yağdıran siyasetçileri düşündük. Pervasızca savrulan sözlerin nereye gittiğinin hesaplanmadan ağızdan nasıl döküldüğünü anlamaya çalıştık.
“Siyasete girince insanın mizacı bozuluyor” noktasında buluştuk. Bir derecede doğru bir saptama, yaşadığımız son günlerin beyanatlarına bakınca.
İçtenlikle sordu “Peki bu insanlar seçim sonrası bir ittifak yapmak zorunda kalırlarsa ne olacak? Bir birlerinin yüzüne bakmayacaklar mı? Küsüp gördükleri yerde arkalarını mı dönecekler? Hayır, tabi böyle olmayacak. Onlar söyledikleri sözleri ve ettikleri hakaretleri unutacaklar. Hiçbir şey yokmuş gibi birbirlerine “Sayın… diye hitap edecekler.” Bu kısmı iç bulandırıcı doğrusu. Eski bir söz var “Öpeceğin yüze sıçma”der. Kaba bir söz olmasına karşın durumu çok net ifade ediyor.
Sohbetimiz ilerlerken “Daha önceki seçimleri hatırlar mısınız? Hakaret ve aşağılama dolumuydu bu şekilde?” sorusuna karşılık vermek için düşünmeme gerek yoktu. Zira ben de çocukluğumdan bu yana kırk küsur yıllık hayatımda birbirini bu denli aşağılayan ve yaralayan beyanatlar içinde yapılmış seçime hiç tanık olmamıştım.
Zaman değişti desem, değişmemesi abzurt olur. Doğal olarak zaman değişecek. İnsanlar değişti desem, zaman hızla akıyor. Yeni kuşak siyasetçiler eskilerin yerini alıyor. En doğal döngünün sonucu bu. Ölüm ve doğum.
Bunların hiç birisi yaşadığımız yani bize yaşatılan bu kötü hitabet ve davranışların sebebi olmaya yetmiyor. Buna bir sebep de gerekmiyor.
Çocukluk yıllarıma ait derin izler bırakan olaylar var. Mesala; gaz kuyrukları, sana yağı kuyrukları, tüp kuyrukları… Yasaklı kitaplar, yasaklı şarkılar…
Seçim dönemlerine ilişkin aklımda kalan hitabete dayalı bir anı yok. Demirel’e ait “Gaz vardı da biz mi içtik” sözü gibi zamanında dile pelesenk olmuş niceleri var.
Rahmetli Ecevit’in fırlattı kitabı hatırlıyorum. Ama ne kadar düşünsem aklıma küfre yakın hakaretler ve aşağılamalar içeren söz gelmiyor eskilerden.
Yada şu an duydukların öylesine ürkütücü geliyor ki diğerlerini gölgeledi ben hatırlayamıyorum.
Burada da durum değişmiyor. Önemli değil daha önce bu denli ağır sözlerin sarf edilip edilmediği. Asıl konu “Sarf edilmemesi gerekliliği.”
Sebebi neyi kazanmak olursa olsun, insanlar gurur kırıcı, ailesini yaralayıcı hakaretlerle karşı karşıya kalmamalı. Seçmenden oy alabilmek için kimse oy vermeyeceğini düşündüğü seçmene garip isimler uydurmamalı.
Kıssadan hisse; Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Çerkes, Alevi…analar birlikte yaşamaktan yana. Kimse başkasının çocuğunun canına kast etmek niyetinde değil. Kimse kurduğu düzeni bozup gitmeyi düşünmüyor. Türk, Kürt, Laz, Ermeni, Çerkes, Alevi…analar yaşanılanlardan rahatsız ve üzgün. Duruma çare bulamamanın yarattığı sancıyı ve korkuyu evlatlarına her baktıklarında yaşamanın huzursuzluğunu taşıyorlar.
Merhamet ve doğurganlıkla taçlandırılan biz kadınlar. Bizler bu ülkenin nüfus çoğunluğunda yer tutuyoruz. Politika ve ülke yönetimi söz konusu olunca yerimizi bulamıyoruz.
Kendi adıma kimlikler ve inançlarla derdi olmayan kadınların yönetimde daha çok söz sahibi olmalarının yaşanılan coğrafya için kaçınılmaz olmasının gereklilik olduğunu düşünüyorum.
Daha seviyeli ve paylaşımcı. Eşitlik ve adalete dayalı düzenin teminatının kadınlar olduğunu düşünüyorum. Kadınlar, kendileri ve toplumun geleceği için ülke yönetiminde yer edinmek gayretinden asla ödün vermemeliler.
Kadınlarına ülke yönetiminde söz vermeyen topluluklarda demokrasinin gerçekliği tartışmaya açıktır düşüncesindeyim.
Gerisi de laf-ı güzaf…
Sağlıkla ve mutlu kalın.