Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '14

 
Kategori
Sinema
 

LAL-mundar edilmiş nefis bir hikâye

LAL-mundar edilmiş nefis bir hikâye
 

İyi hikâye, acemice yapım


Yıl 1974. Kıbrıs çıkarmasının yapıldığı dönem. Antakya’nın bir sınır köyünde yaşayan Süleyman ile Cemal adındaki iki çocuk, Yılmaz Güney’le fotoğraf çektirmek uğruna dağların ardındaki ve kilometrelerce uzaktaki Adana’ya yürüyerek gitmeye karar verirler. Çocuklardan biri laldır. (Dili tutulmuş.)

Müthiş bir doğada geçen filmde, çocukların yol boyunca yaşadığı dramatik ve komik olaylar anlatmaktadır. Öykülerin her biri âdeta o dönemin Türkiye’sinin fotoğrafını çekmekte.

Konu oldukça sağlam anlayacağınız; öyküler de…

Ancaak… O kadar acemice işlenmiş ki… Bu acemilik senaristten mi kaynaklanmış, yönetmenden mi karar verebilmiş değilim.

Bir mutfak düşünün… Envai çeşit sebze var, baharat var, yağ var… Et deseniz, en kalitelisi mevcut… Mutfak aletlerinin hepsi de tam. İyi bir yemek yapmak için azıcık becerikli bir aşçı gerekli.

O olmayınca bunca ürünün heba olması kaçınılmaz.

LAL da, bire bir değilse de, öyle bir film işte. Bu kadar güzel hikâye nasıl böyle mundar edilir, üzülmemek mümkün değil.

Diyaloglar son derece didaktik. İlkokul müsameresi gibi…

Öykülerin büyük bölümü yarım bırakılmış. Birkaç örnek vereyim: İki kafadar, anlaşamadıkları bir gurup çocuğun nehre girmesini fırsat bilip elbiselerini saklar ve üzerlerine işerler. Çok komik bir şekilde detaylandırılabilecek öykücük orada kesilir. Oysa elbiselerini bulamayan çocukların tepkileri ve paniği, izleyicinin çok da ilgisini çekecekti…

Bir başka örnek: Jandarma tarafından yakalanacağını hisseden bir kaçakçı, mallarını bir dostuna emanet eder ve tam da tahmin ettiği gibi gözaltına alınır… O kadar! Ne aramada jandarmanın yaşadığı hayal kırıklığı, ne kaçakçının kendini ihbar edenle yüzleşmesi, ne de kaçakçının emanetçiye teşekkürü var.

Yazar, kaleme aldığı hikâyeyi yaşamamışsa ve hayal gücü zayıfsa, bir bilene sormalı, sorgulamalı. Bir karakolda gözaltı sahnesindeki polislerin diyaloglarını görecektiniz, 23 Nisan töreni sanırsınız. Hele falaka uygulaması. Falakaya yatırılanın ayakları sanki koltuğa yerleştirilmiş.

Yahu falaka sahnesi çekmek için illa falaka yemek gerekmez ki. Yiyene ya da atana sorar, öyle çekersiniz. Ya da Ahmet Rasim’in Falaka ve Gecelerim’ini okur, öğrenirsiniz.

Sonra… Falaka yiyen kan kusmaya başlıyor. Niye yahu? Falakadan kan kusanı ilk defa bu filmde gördüm.

Sahneler de kopuk kopuk. Çoğu kere toyca…

Yol kenarında uzanan bir hasta var. Adamın biri de at arabasıyla oradan geçiyor. Araba tam da hastanın önünde duruyor, sürücü aşağı atlıyor, hastayı kucaklıyor.

Yahu insan, “Kimsiniz, hasta mısınız, yardıma ihtiyacınız var mı?” diye sormaz mı hiç? Nerden biliyorsun hasta olduğunu? Belki yorgun olduğundan öyle uzanıyor.

Sanırsınız sürücü önceden ayarlanmış, hatta birkaç kez prova yapmış…

Bütün olumsuzluklarına ve acemiliklere rağmen LAL gene de izlenir. İlginç öykülerin ve doyumsuz manzaraların hatırına.

 
Toplam blog
: 172
: 2181
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..