- Kategori
- Resim
Leonardo Da Vinci ve gizemli tebessüm

MONA LİSA
İnsanlık tarihine baktığımızda, evrimleşmenin bazı sıçrama noktalarıyla gerçekleştiğini görürüz. Ateşi bulmak, tekerleği keşfetmek gibi. Bu buluşlar, pek çok keşfin de yolunu aralar. İnsanlığın hem zihnini, hem de yaşam alanını genişletir.
Gelişim çizgimizin ivmesini hızlandıran bu durumlar, insanlık zihniyetinde aydınlanmaya yol açar. İşte kimi dehalar, zamanın bu evrilme anlarına denk düşer. Bu dönemde yaşamış olan büyük zekalar, ya bu hareketin öncüsü olur ya da bu açılımın ortamını hazırlar. İçlerindeki tüm cevher zamanın ruhuyla bütünleşip bir çağlayan gibi hayata akar. O coşku insanlığın gelişiminin sıçrama noktasını oluşturup, hepimizin yaşamında bir ışık damlası oluverir. İşte bu insanlardan biridir L. da Vinci.
Noter bir baba olan Sen Piero da Vinci ile bir çiftçi kızı olan Catherina’nın evlilik dışı doğan çocuklarıdır L. Da Vinci. 1452 yılında Floransa yakınlarındaki Da Vinci kasabasında dünyaya geldi. Annesinin yoğun ilgisiyle büyüdü. Ancak annesinin başkasıyla evlenmesi sonucu büyükbabasının yanında yetişti.
Küçük yaşlardan itibaren meraklı bir çocuk olan L. Vinci çevresini gözlemlerken, yeniden yaratmanın hazzını erken yaşlarda kavramış olmalı. Yaptığı çizimler ve desenler çevresindeki herkesin dikkatini çekiyordu. Elbette babası Pierro da bunun farkındaydı.
Küçük yaşlarda resim yeteneğinin yanında matematik ve geometri konusundaki zekasını fark eden babası14 yaşında yanına almıştır. Leonardo babasının arkadaşı olan, Floransa’daki ünlü ressam ve heykeltıraş Andrea del Verrocchio’nun yanında çırak olarak resim yapmaya başlar. Buraya gelip-giden dönemin pek çok tanınmış sanatçısıyla tanıştı. Resim çalışmalarının yanısıra lir çalmayı da öğrendi.
Bu atölyede resim dışında mimari, heykel, müzik, optik, botanik ve birçok teknik konuda eğitim veriliyordu. 1469-1476 yılları arasında bu atölyeye devam etti. 1472 yılından itibaren serbest çalışmalar yapıp, bunun kazancıyla yaşadı. Klasik resim-heykel çalışmaları yaptığı bu dönemde ışık-gölge ilişkiler ve perspektif konusunda araştırmalar yapıp, resimlerine derinlik kazandırdı.
Onu çoğumuz ressam olarak tanır. Elbette ressamdır. Ancak bunun yanı sıra; heykeltıraştır, iyi bir anatomisttir, iyi bir mühendistir, iyi bir botanikçidir, iyi bir müzisyendir( saray müzisyeni olacak kadar), mimari projeler çizer, kimya, matematik, astronomi, optik ve daha pek çok alanda bilimsel çalışmalar yapmıştır.
Yaşamın her alanını derinden inceler. Bu gözlemler sonucu çeşitli bilimsel disiplinler arasındaki bağıntılar kurarak yepyeni buluşlar yapmıştır.
L. da Vinci’deki bilme tutkusu onu, iyi bir gözlemci yapmıştır. Nesnelerin görünen yüzeylerinin ötesindeki iç yapılanması her zaman onun daha çok ilgisini çekmiştir. Bu iç düzeneğe olan ilgisi resimde bir kırılma noktası oluşturduğu gibi, bilim- teknoloji alanlarında pek çok açılım oluşturmuştur. Bu buluşları teorik bir bilgi olarak değil de, yaşama konfor ve kolaylık sağlayacak araçlar haline dönüştürebilmiştir. Floransa’daki Uffizi müzesinde ona ayrılan salonlardaki proje, teknik çizimler ve makine düzeneklerini görünce onun insanüstü bir varlık olduğunu düşünmüştüm. Çağının koşullarını düşündüğümüzde, o çağda pek çok kişinin hayal bile edemediği şeyleri proje, çizim veya kullanım eşyası şeklinde insanlığa sunmuş.
Ömrü boyunca binlerce çizim yapan Leonardo’nun, özellikle anatomi çizimlerini baktığımızda bir bilim adamı titizliğiyle gözlem yaptığını görürüz. Otopsiler üzerinde yaptığı çalışmalar, sistematik olarak yapılan ilk anatomik çalışmalardır.
İyi bir gözlemcidir. Örneğin, uzun zaman kuşların, böceklerin uçuşlarını izledi. Buradan hareketle, uçuş makinasının, yani bugünkü uçağın krokisini çizdi.
Botanik konusunda araştırmalar yapmıştır. Bitki fizyolojisine yönelik inceleme ve çizimleri günümüze kadar ulaşmıştır. Çiçek ve filiz yapısı, yaprak dizilişi konusunda çizimleri vardır.
Sanatını yaparken de duyarlık kadar bilimsel kurgunun da gerekliliğine inanmıştır. O yüzden onun resim-heykellerinde ölçü, oran, derinlik, yani matematiksel düzenek vazgeçilmezdir. Zaten “son yemek” tablosu da bunun en güzel örneğidir.
Leonardo’da bilgiye ulaştıkça bilme dürtüsü daha da artmış olmalı.
Yaptığı araştırmalarla uzaklaşan cisimlerin soluklaşan rengini, rengin ışıkla değişkenlik kazandığını fark etti. Böylece perspektifin resimdeki önemini keşfetti. Bilginin, sanattaki güzele olan katkısını yaptığı resimlerde gösterdi.
Bununla beraber optik üzerine çalışmalar yapıyordu. Optik ve ışığın dalga boyu üzerine bilimsel sonuçlar üretti. Ses ve ışık dalgaları konusunda önemli çalışmaları oldu.
1482 de Milano’ya taşındı. Milano dükü Ludovico hizmetinde askeri mühendis, ressam ve heykeltıraş olarak çalıştı. Hatta Loduvico’nun 80 metre boyunda dev bir heykelini yapar. Ancak Fransız saldırısında yıkıldı. Burada 17 yıl boyunca mimari projeler, su kanalı projeleri, bina ve kale yapımı, uçan makineler, silah tasarımları ve festival organizasyonları yaptı. Yani bir kent yapılanmasında ne gerekiyorsa bütün bu alanlarda hizmet verdi. Sayılamayacak çoklukta projeye imza attı.
1494 yılında resim tarihinin teknik anlamda en mükemmel kompozisyonu kabul edilen “son yemek” tablosuna başladı. Santa Maria della Grazie manastırının duvarına kendi buluşu olan boyalarla yapılan resim sıva ve boya uyumsuzluğundan ötürü belli alanları dökülse de, daha sonra ressam Rafael’in tadilatlarıyla aynı şaheser özelliklerini korumaktadır.
1499 yılında Dük’ün ölümüyle Milano’dan ayrılıp Venedik’e gitti. Bu dönemde matematik ve mühendislikle ilgili çalışmalara ağırlık verdi. Ateşli silahlar, savaş silahları, top, fırlatma silahları, patlayıcıları bu dönemde tasarlamıştır. Ayrıca makasın ilk tasarımını da yapmıştır. Bütün bunların da ötesinde gemi çarkları ve uçak taslağı çizmiştir.
1502’de Haliç Köprüsü için yaptığı projeyi II. Beyazıt’a sundu, ama kabul görmedi. İlginçtir aynı tasarım düzenlenerek 2001 yılında Norveç’te uygulandı.
1513-16 yıllarında Roma’da yaşadı. Bu dönemde kadavralar üzerinde anatomi çalışmaları yaptı. Bu çizimlerden günümüze ulaşanlar Louvre ve Uffizi müzelerinde sergilenmektedir.
1516 yılında koruyucusu olan G. De Medici’nin ölümü üzerine Fransa kralı II. François’dan Fransa’nın baş ressam, mimar ve mühendisi olmak üzere teklif aldı. Paris yakınlarında Ambois’te, Kraliyet sarayının yakınındaki kendisine ayrılan konağa yerleşti. Kralla yakın bir diyalog içindeydi. Burada resimden çok bilimsel çalışmalar yaptı.
Leonardo da Vinci 2 Mayıs 1519’da Ambois’deki evinde 67 yaşında, ardında bir insan ömrüne sığmayacak çoklukta eser bırakarak öldü. Ambois’deki St. Florentin Klisesi bahçesinde toprağa verildi.
Ortaçağ boyunca resim, kutsal mekanları süsleme amacıyla yapılmıştır. Sembolik ifadelerden oluşan dini amaçlı resimlerdi. Sanat eleştirmeni Mehmet Ergüven bu konuyu şöyle dile getirir. “Resim hem kutsal mekanları süsleyen dekoratif bir zanaat, hem de, okuma yazması olmayanları inançlı kılmak üzere, dinsel öyküleri görünür hale getiren eğitim aracıdır.”der.
İşte bu anlayış Leonardo gibi Rönesans ressamlarının resime farklı bir boyut getirmesiyle değişmiştir. Resimde gerçeklik sadece zihinsel değil, duyularla algılanan biçimiyle resmedilmeye başlandı. Yani görünen doğanın resmini yapmaya başlarlar. Leonardo, perspektifi resimlerinde, nesnenin gerçekçi görünmesinin yanı sıra estetik bir görünüş sağladığının da farkındadır. Resimdeki nesneler belli bir mekan içinde hacim ve derinlik kazanıyordu. Böylece doğanın nesnesi ve bilgisi sanat eserinde bir araya gelip estetik bir yapıt haline geliyordu. Artık resimlerinin vazgeçilmezidir perspektif.
En çok bilinen tabloları: “Son Yemek” ve “Mona Lisa”dır.
Mona Lisa, Floransa’lı Franceska del Gioconda’nın karısıdır. Leonardo bu tablo üzerinde 4 yıl çalışmış ve beğenmemiş, bitirmek için yanında Fransa’ya götürmüştür. Öldüğünde de Fransa’da kalmıştır. Günümüzde Louvre müzesinde sergilenmektedir. Kusursuz bir tekniğe sahip olan tabloda, Leonardo için önemli olan bu portreyi yapmaya iten duygu ve düşüncedir. Zaten vermek istediği de bu yönde olduğunu düşündürüyor.
Bugüne kadar üzerinde en çok yorum yapılan tabloların başında gelir Mona Lisa. Bunun nedeni ise yüzdeki gizemli ifadedir. Üzerine binlerce yorum yapılmıştır. Yüzde hafif bir gülümsemenin hakim olduğu, güzel ve tuhaf bir ifade yapıldığı günden beri insanların ilgisini çekmiştir hep. Leonardo’yu tanıyanlar bu gülümsemenin annesi Ekaterina’nın tebessümüne benzediğini söylerler.
Ünlü Psikiyatr Freud, “Leonardo tarzı yüzlerde hafif androjen, gizemli ifadeye sahip resimlerdir. Bunun kökeninde ise; anneye duyulan aşırı sevgi ve bağlılık, onunla geçirilen mutlu anların bilinçaltında varlığı hep sürmüştür. Anneye bağlanıp kalma ve yüceltme sanatsal çalışmalarında gülümseyen kadınlarla yakışıklı oğlan başlarını konu alan eserler vermesinin ağır bastığını” söyler. (1)
Zaten, aynı androjen ifadeyi birçok tablosunda görüyoruz. Bunların bazıları: Kayalıklar Bakiresi, Kutsal Aile, Mağaradaki Madonna, Meryem ve İsa, v.b, adlı tablolarında hep aynı ifadenin izlerine rastlıyoruz.
Freud, yine bir başka yerde bu ifadeyi çözümlemeye çalışırken; “Mona Lisa, kapsadığı doğa parçasıyla birlikte resimdeki her şey esrarengiz bir düşselliğe bürünmüş, adeta bir fırtına öncesinin bunaltıcı havasındaki erotik titreşimler içinde yüzmektedir.”(1)der.
Androjen ifade kadın ve erkeği içinde barındıran bir ifadedir. Her iki cinsin özelliklerini içinde taşır. U. Eco, ise;”Mona Lisa’da üstün erkeğin beyin gücü, incelikli kadının zevkiyle birleşiyor; tinsel androjenliktir bu.”(2)der.
Burada da görülüyor ki, Leanordo da Vinci sadece resim yapmaz. O sanatsal sezginin dehası olmanın yanı sıra aynı zamanda bilimi de sanatla kaynaştırır.
O resim yaparken duyguların kökenindeki anlamı bulmaya çalışır. Bu yüzden resimlerindeki ifadeler, kolaylıkla çözülemez. Çünkü o, bir şefkat duygusunun yansımasında; hüzün, tutku, masumiyet, sevgi, kırılganlık gibi pek çok duygu halini verebiliyor. İşte resmindeki bu detaycılığı, onu bilime, duyguya ve insani öze yakınlaştırıyor.
KAYNAKLAR: 1) Sanat ve Sanatçılar Üzerine- S. Freud
2) Güzelliğin Tarihi- Umberto Eco
3) Vikipedia