- Kategori
- Evcil Hayvanlar
Lisa ve bebişler

Canlarıımmmm.
Sen büyük baba olacağım hayalleriyle dolaş, hem de gerine gerine…
Bir aydan az fazla süren beraberlikten sonra ayrılık vakti geliversin. Zaman ne de çabuk geçiveriyor.
Kızım Lisa artık bebişlerini besleyemez olmuştu. Tüyleri dökülüp bir deri, bir kemik kalmıştı. Ellerimle beslemem kâr etmemiş, artık kendi de ne bulursa yer hale gelmişti. Benim yemek seçen kızım artık önüne ne konsa yer olmuştu.
Yaramazlar, menişlerine sülük gibi bir yapıştılar mı bırakmak bilmiyorlardı. İliklerine kadar sömürmüşlerdi kızımın. O da zaman zaman onlara kızarak yanından uzaklaştırmaya başlamıştı. Süt takviyesi yetmez olmuştu bebişlere. Et sulu mamalar vermeye başladık. Koyduğumuz yemekler iki dakikada yok oluveriyordu.
Hanım "Artık bunların sahiplerine gitme zamanı gelmiş." dedi. Laf aramızda insanın böyle her şeyden anlayan karısının olması güzel. Bana kalsa rahat bir ay daha beklerdim. Ama nasıl da tombiş tombiş olmuşlardı...
18 Temmuz 2009
İlk bebişe eski komşumuzun kızının arkadaşları talip olmuşlardı. Haber saldık "Gelsinler" diye. Anne, iki kardeş, bir de bizim komşu kızları atlamışlar arabaya bebek almaya geldiler. Altı bebişten seç seçebildiğini. Onlar da devetüyü renkli, alnı beyaz sakarlı bebişe talip oldular. Onun dişi olduğunu belirttim. Belki almazlar diye. "Olsun benim planlarım var." demez mi delikanlı? "Peki bakacak yeriniz var mı? Apartmanda zor oluyor da..." demem kâr etmedi. Arkadaş onu İstanbul'a götürecekmiş. Anladığım kadarıyla üniversiteyi orada okursa beraber gideceklermiş.
Giderlerken gençlik aşılarını yaptırmayı ihmal etmemelerini, bebekleri olmadan da kısırlaştırmamalarını önerdim. İçimizin rahat etmesini söyleyerek aldılar torunumu gittiler. Arkalarından baka kaldım. Sanki hepimizden bir şey eksilmişti.
Arkalarından bir ağlamadığımız kaldı. O akşam hanıma "Sor bakalım Bebiş'in durumunu.." diyecek oldum. Tabii fırçayı da yedim. Bu tür karışık işler hep benim başımın altından kalkıyormuş. Bende "tık" yok. Çocuklarda da. Hani yüz buluversek gidip alıp geleceğiz.
Lisa Hanım'a baktım. İlk anda yavrularını şöyle bir saydı. Etrafına boş gözlerle bakındı. O kadar. Belki de sevinmişti birinden kurtuldum diye. Hain anne... Biz dört erkek, bir kızla kalakaldık.
21 Temmuz 2009
Ben bu arada ucuz paket sütlerden alıyorum. Lisa'ya da kilolarla kemik. Yetmiyor. Kasaplar da bir nazlı. Kemik zor bulunuyor. Bereket versin geçen yıl açılan hiper markete gidip rica minnet kemikleri alıp geliyorum. Bazen de öğrenciler orada yardımcı oluyorlardı. Bizim mesleğin en güzel yönleri işte. Sağ olsun çocuklarım. Beni boş çevirmediler.
Ekonomik yük fazlalaşınca diğer alacak olan arkadaşlara haber saldık. Bir kendilerine, bir de ablalarına istemişlerdi. Bahçeli evleri varmış. Patileri beyaz olan kız torunumla, siyah devetüyü rengi karışımı, gösterişli bebişimizi almak istediler. Hâlbuki onu ben büyütecektim. Hanım yine devrede. Bizde "gık" yok. Gerçi onun da içi gidiyor ama içimizden biri metanetli davranmak zorunda. O görev de Hanıma düşüyor. Kötü kadın Raziye.
Kala kala evde üç bebekle kalıvermiştik. Ortalık sessizleşivermişti. Artık biber fidanlarını kıranlar azalmıştı.
Elimde kalan üç bebeğim yerleri belliydi. Biri Emine Supkin kardeşime vereceğim. Her ne kadar evde tek kalıyorum, bakamam makamam, dese de ona postalayacağım. Çaresi yok. Söz verdi bir kere.
Diğeri de Sayın U. Kesici dostuma. O dostum da bebeklerden birini alacağını söylemişti. Öğrencileri ona rahmetli Çarli’sinin bir benzerini getirmişler. O da almış. Kıramamış çocukları. Ben sitemkâr bir mesaj yazınca “Alacağım dedik ya dost, bendekilerin ikisi de dişi. Erkek olsun. Haremi de hazır” demişti.
Gördün mü Emine Hanım? Analar ne sözünün eri yiğitler doğuruyor.
Diğerini de kendime ayıracaktım.
24 Temmuz 2009
Dün öğleden sonra bir telefon geldi. İnce, peltek bir çocuk sesi. “Yavrular büyüdü mü? Bak ablalara vermişsiniz. Bir tanesini bana söz vermiştiniz.” demez mi? Hemen Hanımı çağırdım. “Ne diyor bu çocuk Raziye?” dedim. Meğer benim Hanım daha önce annesi, babasıyla gelirse, bakacak yerleri de varsa verebileceğini söylemişmiş. Son durumu anlatınca çok üzüldü. “Ama söz vermiştiniz?” demiş telefonda. Peltek peltek söylenen bu sözün sahibi nasıl kırılır? Söyleyin a dostlar!
Bu akşamüzeri tekrar telefon. “Dedemle yavruyu almaya geliyoruz.” diyordu telefondaki peltek ses. İçimiz bir hoş olmuştu yine. Üç kardeş ne de güzel güzel oynuyorlardı. Hele devetüylü olanı öyle bir yemek yiyordu ki, diğer kardeşlerinin önüne kafasını uzatınca onların yiyişlerini engelliyor, doğal olarak kendi daha çok yiyordu. Karnını doyuruşu tıpkı benim Erinç. O da sevdiği bir yiyecek oldu mu gözleri dönerek yer. Göbekleri cabası.
Diğeri, inci siyahı tüyleri ve duman rengi gözleriyle biblo gibi bir şeydi. İki kardeş nasıl da oynaşırlardı.
Üçüncü kardeş tam bir Lord. Yapma bebek gibi. Bu avamın arasında benim işim ne? Havalarında. Kırçıllı bebek gittikten sonra onu kendime ayırmıştım. Uzun kulakları, kıvırcık tüyleri, asil bakışlarıyla doğa harikası bir şey.
Saat 20.00 sularında dede ve torun bir pikapla gelip tombik bebeğimizi alıverdiler. Babası evlerinin arkasına kulübe yaptıracakmış, olmazsa dedesinin köydeki evine götürecekmiş. Dede “Daha olmadı geri getiririz.” diyordu espirili bir şekilde. Kara kız, kucağında bizim bebeğimiz dedeyle giderken oğlumun gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Oğluma üzülmemesini, içimden bir sesin onun geri döneceğini fısıldadığını söyledim.
Neyse, Emine Hanım kurtuldunuz bebekten.
Biz evde, iki bebekle kala kaldık. Kusura bakmayın U. Kesici Beyefendi. Size de bebiş veremeyeceğim. Ben de Emine Hanım gibi sözümden cayıyorum. Bir güzel genç bayan ve iki beyefendi bebeklere talip. Şimdiden bir bebek eksiğimiz var.
İşte böyle dostlar. “Bebişlerle ben ne yaparım?” diye hayıflanırken üç bebek daha olsa gidecekmiş. Bebişlerin yeni yuvaları için güzel dilekte bulunan tüm dostlara ve bana moral veren E. Supkin Hanımefendi ve U. Kesici Beyefendi'ye sonsuz saygı ve sevgilerimi yolluyorum.
25 Temmuz 2009
Sabah saat 08.30. Biri bahçe kapısından bağırıyor: ”Hakkı Ağabey!” Beni sabahın köründe kim arar? Açacağım büfe için toptancı mı gelmişti? Kafamı uzattım. Aaa! Bizim dede. “Hakkı Ağabey bir bakar mısın?”
Ön kapıya dolandım. Boynunda tasması devetüyü, tombik bebek kara küçük kızın kucağında. Çocuktaki hüznü iyi ki görmediniz. Sabaha kadar havlamış mış, komşular rahatsız olmuş muş… bir sürü masal dedede. Bir şey demedim. Bebişimi aldım. Nasıl da suratımı yalıyordu. Hemen tasmasını çıkardım. Almadılar. Ben de kızdığım için üstelemedim. Bir ceza olsun istedim. Sanki umurundaymış gibi. “Hakkı Ağabey”miş.
Yavrunun iniltilerini duyan bizim Lisa hemen koşarak geldi. Yavrusunu öyle bir kokluyordu ki işte bunu görmeliydiniz. Ben, Lisa Hanım “Kurtuldum!” diye seviniyor sanırken beni yanıltmış ve hayran bırakmıştı kendine.
Ya çocuklarımın yüzündeki mutluluk? Hepsinin ağızları iki karış. Annemizin ise etekleri zil çalıyor.
Bebişi kardeşlerinin yanına bıraktığımızda bir oynayıverdiler, bir oynayıverdiler sormayın.
Lisa da uzun süredir ilk defa bebişlerini emzirdi.
Salihli, 25.07.2009