- Kategori
- Öykü
Mahir........... (13)
Aysel'in benim evi görmek istemesine önce fena sevinsem de sonra içimde pis bir kuşku. Ya bu deli Fırat eve... Fırat'ı arayıp sormayı düşünüyorum bir ara "neredesin?" diye de, vazgeçiyorum... Eşek değildir her halde. Bu gece de benim eve gideceği tutmaz....
Korktuğum olmuyor... Evde kimse yok. Üstelik pek de derli toplu. Fırat, ben ayılancaya kadar toplamış etrafı demek... Ama gene de eve girer girmez bir 'anason' kokusu... Ben bile fark ediyorum. Aysel etmez mi? Elbet ediyor da oralı olmuyor. Önce gidip Fırat'ın aldığı çekyata oturuyor. Ben de masaya... Uzunca bir süre susuyoruz. Hay allah, Fırat değilim ki, eve bir kadınla gelince neler yapılabileceğini çoktan unutmuşum. Ancak işte "misafirperverlik" babında soruyorum :
- "Ne içersin Aysel, kahve ya da rakı ?"
Kahve diyeceğini tahmin ettiğimden kahveyi hangi dolaba koymuştum diye düşünüyorum bir an, fincanların da temiz olup olmadığını... Yanılıyorum ... :
- "Rakı içelim Mahir. Onca yıllık evliliğimizde yapmadığımızı bari senin "bekar evinde" yapalım."
deyiveriyor. Eh onca içici Mahirliğimi gösterip on dakikaya kalmadan masayı düzüveriyorum bile... Aysel bir yandan masayı donatmamı izlerken bir yandan da evi gözden geçiriyor. Ben de farkında olmadan evi kolaçan ediyorum onunla birlikte aslında. Bereket etraf düzgün... Aferin lan Fırat kırk yılda bir işe yaradın...
Aysel, her zaman topladığı saçlarını bu kez salmış... Epeydir de boyamamış galiba... Tepesinde kar beyazı ormanlar çoğalmış. Rakının verdiği mayhoşluktan mı, yoksa çok ağlamaktan mı ela gözlerinin beyazı neredeyse kan çanağı... Aslına bakarsam 'dokunsam' ağlayacak... Eskiden çantasında taşıdığı yakın gözlüklerini boynuna asmış. Bu onu epey prof. havasında gösterse de artık yaşlandığının bir kanıtı mı olmuş ne? Rakısından bir yudum alırken, beni yanına çağırıyor. Yanına oturur oturmaz da elimi tutup :
- "Mahir, diyor, bunca zaman evli kaldık, bir böyle gece yaşamadık. Şimdi babamı gömdüğüm günün gecesi...
Sonunu getiremiyor... Gözlerinden akan yaşlar, 'yanlış yunluş elifler çizerek' önce şakaklarına sonra dudaklarının kenarına akıyor. O sanki ressam eliyle çizilmiş çenesinden damlayacakken öpüyorum o gözyaşını... Başını az çeviriyor, dudakları gözyaşını öptüğüm dudaklarıma değiyor. Ömür sürecek bir zaman geçiyor üzerinden...
Aysel, "Fıratlara gidelim." dediğinde, eh ben anca şöyle böyle kendime gelmişim. Sahi ya "Memoş" Fıratlarda... İşte o zaman aklıma geliyor, Fırat'a mesaj atmak... Kim bilir nerelerdedir serseri... En azından şu anda evde olsun...
Fıratlara geldiğimizde, ooo bahçede çoktan masa hazırlanmış, meyva tabağı masanın ortasında. Ne ararsan var. Gelin kız Selma ola ki içeriz diye, soğuk mezeleri masaya dizmiş. Neler yok ki?... Kavun peynir, haydari, plaki, büyükçe bir tabakta çoban salata, bir çanakta kabuklarından ayıklanmış ceviz, hemen yanında kuru yemiş, az ötede buğulanmış hamsi...Fırat, rakısını açmış, daha bir yudum almış almamış... Bilgisayarda Ahmet Kaya..." Yağmur yağar, ıslanırsın vay aman..."
Gelin kız Selma, benden önce Aysel Ablasına sarılıyor... Bu hüzünlü sarılış biraz uzun sürdüğünden, ben çoktan Fırat'ın masasına oturmuşum... Neredeyse Fırat'ın anında bardağıma doldurduğu rakıdan bir yudum alacağım ki bizimkiler masaya geliyorlar... "Memoş" ortalarda yok... Eh Aysel elbet "Memoş" u soruyor... Gelin kız yedirmiş bizim "Memoş" u, sonra bilgisayarda oyun oynamış, sonra da mahalledeki arkadaşlarıyla hemen bir sokak ötedeki halı sahada maça gitmiş. Fırat'ın annesi de peşinden... Emanet ya ne olur ne olmaz diye... Biz geleceğimizi bildirmesek ya gelin kız Selma, ya Fırat gidecekmiş peşinden de...
"Memoş" ben ikinci duble rakıyı bitirdiğimde, Aysel ve gelin kız Selma fena derin ölüm muhabbetlerine takıldıklarında anneyle beraber kapıda görünüyorlar... Epey terlemiş "Memoş"... Önce anasına, sonra bana sarılıyor... Daha sonra da ikimize birden... Gelin kız Selma:
- "Böyle durun, sakın bozmayın !"
deyip nereden hazır ettiyse elinde bir fotoğraf makinasıyla geliyor. Aysel'le ayrılığımızın beşinci yılında bir aile fotoğrafı çektirmiş oluyoruz böylece...
O gece Aysel, babasının evine gitmek istemiyor. Benim bekar evine gidiyoruz... Hatta Fırat sürüyor arabayı... Ben gene süremeyecek kadar içmişim ya... Oysa Fırat öyle mi? Ne kadar içse, kerata direksiyona oturdu mu, sanki onca içen o değil. Tek hata yapmaz ya, içkili sürerken...
"Memoş", Fırat amcamlarda kalacağım diye tutturduğundan (yoksa Fırat mı girdi çocuğun kanına...) onu Fıratlarda bırakıyoruz. Fırat, benim arabayla bizi benim eve bırakıyor. Onca 'arabayı al git' dememe aldırmayıp 'taksiyle dönerim eve' diyerek çekip gidiyor.
Aysel'le yıllar sonra yalnızız evde. Önce ne yapacağımı şaşırıyorum. Devam mı etsem rakıya? Aslında ne güzel olur, Aysel'le sabaha dek içmek. İyi de ya kabaran cinselliğim ne olacak? İşte böyle bir adamım ben. Kadının babası ölmüş, bunalmış, inanmadığı bir dinin evdeki törenlerinden kaçmak için sana gelmiş, sen kabaran cinselliğini düşünüyorsun. Üstelik, eski devrimciliğini 'cinselliğe' döndüren Fırat'ı eleştiren biri olarak ha! En azından Fırat senden daha dürüst be Mahir ! O, ben böyleyim, deyip yaşıyor. Sen...
- "Mahir ben bu çekyatta uyuyayım bu gece."
deyişiyle ayılıyorum düşüncelerimden... Hemen çekyatı çekiyor, odadan temiz çarşaf yastık bir de şöyle örtünecek bir şey, bir de bir eşofman getiriyorum.
Aysel, başını yastığa kor komaz uyuyor.
Ben masa başında sabaha dek rakı içerek onu seyrediyorum...
UFUK KESİCİ / Antalya