Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '10

 
Kategori
Siyaset
 

MAKÜ'de, cereyanı göğüslemek mi iyi, göğüslemek mi?

MAKÜ'de, cereyanı göğüslemek mi iyi, göğüslemek mi?
 

Eleştiri boyutu!


MAKÜ'de, Cereyana Göğüs Germek mi İyhi Germemek mi?

Kılıçdaroğlu’nun dam üstünde saksağan vur beline kazmayı kabilinden hiç gereği yokken türbanı gündemin merkezine oturtan “türbanı biz çözeriz” çıkışıyla başlayan türban tartışması hatalı bir eksende, yanlış bir kulvarda cereyan etmektedir.

Bir kere şunu hemen teslim etmek gerekir ki, Kılıçdaroğlu türban meselesini gerçekten “çözmüş” bulunmaktadır. Nasıl çözdüğünü ise bütün demokratlar, bütün partilileri, bütün ilerici ve devrimciler yürekleri sızlayarak görmekte ve izlemektedir. Nasıl çözmüştür? Kılıçdaroğlu ne kadar öğünse azdır doğrusu? Üniversitelerin kapılarını ardına kadar türbana açan YÖK genelgesine yol vererek çözmüştür. Parsasını da Erdoğan toplamıştır sürecin. Bununla kalsa iyi diyesi geliyor insanın. Arkasından üniversiteye doluşan türban, az zaman sonra burasını atlama tahtası olarak kullanarak devlet dairelerine, ardından ortaöğretime ve ilköğretime sıçrayacaktır. Çok yakında ameliyata giren türbanlı doktorlarımız, ders veren hocalarımız olacak; hiç merak buyurmayınız.

<ı>Hiç Kimseye Yasa ve Anayasa <ı>Hükümlerini Uyguladı Diye “Yasakçı” Yaftası Asılamaz

Türban tartışmasında “özgürlük” kavramı çarpıtılmakta, ona bilimselliğin ve tarihselliğin dışında anlam ve içerik yüklenmekte, örneğin MAKÜ rektörüne “yasakçı rektör” yaftası asılmaktadır. Yasaların ve Anayasanın amir hükümlerini uygulamasına “özgürlük” düşmanlığı isnadı yüklenmektedir.

“Türbana özgürlük” sloganı esas olarak 12 Eylül faşizminin açtığı ortamda, 1980’lerden sonra Türkiye’nin gündemine girmiş, bazı liberal “sol” (liboş) çevrelerce de destek bulmuş, kısa zaman içerisinde siyasal bir simge haline gelerek siyasal gündemin başlarına oturmuştur. Yunanlılardan ve Faslılardan alarak kamu görevlilerine resmi yasal serpuş olarak fesi getiren 2. Mahmut’a yobazlar ve halk kitleleri “gâvur padişah” demişlerdi başlangıçta. Ama 100 yıl sonra bu kez Mustafa Kemal, Devrim kanunlarından olan Şapka Yasasını çıkardığından aynı tepkiyle karşılaştı, toplumun tutucu çevreleri dinsel mülahazalar ileri sürdü. Yani Yunanlıların ve Faslıların giydiği fes 100 yıl içinde İslam dininin bir gereği haline gelivermişti. Türban ise 20–30 yılda dinsel bir gerek olarak topluma dayatılmasının semerelerini toplamaktadır.

<ı>Din ve İnancın Yeri Kişi Vicdanıdır

Özgürlük, soyut ve içi boş bir kavram değildir. İnanç özgürlüğü, insanoğlunun yüzyıllar içinde çarpışa çarpışa oluk gibi kan akıtarak elde ettiği önemli insan haklarındandır. İlkçağ’da da, Ortaçağ’da da insanoğlu mücadelelerle bazı özgürlükler ve haklar elde etmesini bilmiştir. Ama inanç özgürlüğü için burjuva demokratik devrimleri bekleyecektir. Ortaçağ toplumunda inanç özgürlüğü yoktur. Toplumsal örgütlenmenin temeli ve kaynağı dindir. Devletin başı –kral ya da padişah- “Tanrı’nın gölgesi”, yetkiyi Tanrı’dan almış ve sürü olarak kabul gören kitlelerin güdülmesi için gönderilmiş tanrısal yetkili efendidir. İlahi yetkilere sahip yöneticilerin bulunduğu toplumlarda inanç özgürlüğü bulunmaz. Ortaçağ’da serf ya da reayanın din seçme özgürlüğü yoktur. Orada halka biat etme “özgürlüğü” vardır. İnsanlık tabiata ve topluma akıl ve bilim penceresinden bakamadığı koşullarda inanç özgürlüğü mümkün değildir. İnanç özgürlüğü için bilimin dinin, aklın da inancın paslanmış zincirlerinden kurtulması zorunludur. İnanç ve din özgürlüğüne insanlık ancak burjuva demokratik devrimlerle sahip olmuştur. İnanç özgürlüğü Aydınlanma devrimiyle ve laiklikle insanlığın gündemine girmiştir.

Türbancılar diyorlar ki, “inancımızı yaşıyoruz”, “inancımızın gereğini yapıyoruz.” Bu kapsamda üniversitelere alınmadılar mı, “inancımızı yaşatmıyorlar”, “inancımızın gereğini yaptırtmıyorlar”, bu nedenle “inanç özgürlüğü yoktur oralarda.” Derler. Bu nedenle psikolojik savaş malzemesi olarak kullandıkları “yasakçı rektör” sloganını devreye sokarlar. Oysa yukarıda değindiğimiz gibi inanç özgürlüğünün üniversitelerde işi yoktur. Ya da başka şekilde söylersek özgürlük adına dinsel kaynaklara göre düzeni o ortamlara sokarsak bütün özgürlüklerin yeşerebildiği toplumsal zemini havaya uçurmuş oluruz. Din ve inanç özgürlüğünün sağlam zemini Aydınlanmacı ve laik devrimdir.

<ı>Türban Ortaçağ’a Teslim Olunarak <ı>Çözülürse Ortam Onun Hâkimiyetine Teslim Edilir

“Türbanı biz çözeriz.”

“Mezhep ve tarikatlara saygılıyız.”

“27 Mayıs ve 28 Şubat’ı yapanlar utanıyorlar.”

Bu söylemlerin yanına bir de “genel af”ı koydunuz mu, AKP ve PKK cephesinden “yeme de yanında yat!” haline gelmektedir.

Türban, mezhep, tarikat gibi unsurlar Ortaçağ’ı temsil ederler. Ve türban meselesi, Ortaçağ’a teslim olarak, gericiliğe taviz verilerek çözüme kavuşturulamaz. CHP, Ortaçağ’a, AKP faşizmine ve ABD-AB emperyalizmine taviz veriyor, teslim oluyor.

Üniversite, ilk kurulduğu zamandan bu yana yaklaşık 1000 yıldır, bilimsel düşüncenin oğul çıkardığı merkezler olmuş, asla inanca yer verilmemiştir. Bilim insanları, bireyler metafizik inançlara sahip olabilirler, olmuşlardır ama kurumsal olarak üniversitelerin inançlara hakkı yoktur. Biliminsanı aklımda yanlış kalmadıysa, Lavezye, “laboratuarın kapısından girmeden önce, şapkam ve paltomla birlikte kalbimdeki Tanrı inancını da çıkarır, vestiyere asarım” diye boşuna dememiştir. Üniversitelerde “hayatta en gerçek mürşit bilimdir” anlayışı ve yaklaşımı geçerli olmak zorundadır.

<ı>Türbanın Serbestîsi <ı>Hem Anayasa İhlali Hem de Görevi İhmal Suçu

Kılıçdaroğlu’nun gündeme taşıması ve meseleyi okşaması, laiklik karşıtı bir gelişme halinde göz yumacağını hissettirmesi sonucu, AKP’nin mal bulmuş mağribi gibi olayın üstüne atlamasıyla ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın da üniversitelere bir genelge göndererek meseleyi fiilen çözmesi sonucu, 30 yıllık kangren olmuş türban meselesi, savaşı kazanarak nihayet üniversite önlerindeki barikatları yerle bir ederek üniversitelere girmiştir. İlimizde de, bir yönden türban için, bir başka yönden de Rektörlük seçimini etkilemek amacıyla bir gazetede haberler yayınlamasıyla bunu bir eğitim sendikasının linç için kullanması sonucu MAKÜ yönetimi de yelkenleri fora etti ve şimdiye kadar yasaları, Anayasayı ve AİHM kararlarını uygulayarak gösterdiği dik duruşu terk etti. Bir bakıma MAKÜ yönetimi, Amasya Üniversitesi gibi cesaretli ve faziletli direniş ruhunu gösteremeyerek ve çoğunluğun tutumuna uyarak, Eğitim Bir Sen’in “bakın gördünüz mü, isteğimize boyun eğdi ve başörtüsüne kapıları açtı” dedirtmiştir.

<ı>Keser Döner, <ı>Sap Döner; Bir Gün Hesap Döner

YÖK Başkanı Özcan girişimiyle öğretim üyelerini boy hedefi haline getirmektedir, AKP faşizminin kurmaya çalıştığı polis devletini, korku imparatorluğunu pekiştirmeye çalışmaktadır. Füze kalkanının ülkemize konuşlandırılmasının perdelenmesine hizmet etmektedir. Esasen YÖK Başkanı Özcan’ın işlediği Anayasa suçuna ortak olmak demektir türbana yol vermek. YÖK Başkanı Özcan’ın yarattığı fiili durum ve ortamda türbanın serbestliğe kavuşması, kararı veren YÖK açısından da uygulayan Rektörler açısından da hukukun açık ve somut olarak ihlali sözkonusudur. Kanunsuz emri uygulamak, hem emri vereni hem de uygulayanı bağlar. Yani bu durumda hem rektörler hem de YÖK Başkanı Özcan fiilen Anayasayı ihlal suçu işlemektedirler. Ayrıca kanunsuz emri verene geri göndermeyip uygulayan rektörler bir de görevi kötüye kullanma suçunu işlemektedirler. Keser döner, sap döner, bir gün hesap döner; hesap sorma platformları kurulabilir.

 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..