Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

10 Nisan '14

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Malatya

Malatya
 

Malatya'da


Yıl 1957, sıcak bir yaz günü. Üstü açık bir kamyonla Arapgir’den Malatya’ya gidiyoruz. Bozuk oturtulmuş, yer yer de toprak bir yol. O yıllarda, 100 km’lik bu yolu, arabalar 4-5 saatte alabiliyordu. Yolun solunda uzakta bir köy görünür Deregezen. Kırmızı toprak sıvalı, kerpiç duvarlı, düz toprak damlı, küçük tek ya da çift pencereli evler... Kuru dere yatağına serpiştirilmiş. Ahırları, samanlığı ve duvar diplerine dizilen tezekler, damlarına yığılan kuru otlar, kesler... Küçük bir iki kayısı bahçesi, bozkırda sıskalaşmış birkaç söğüt, iğde ağacı. İğdelerin yaprakları beyaz gümüş gibi tüylerle kaplı. Başağa durmuş buğday tarlaları...                                                                  

Söğütlü Çayı’nın vadisindeki Morhamam’dayız. Mola veriyoruz. Büyükçe kayısı bahçeleri; kavun, karpuz tarlaları; söğüt ağaçları vadiyi kaplamış. Sıcak mı sıcak. Köpeklerin dilleri dışarıda derin derin soluyorlar. Kamyon, çayı zorlukla geçiyor. İkide bir arkadaşıma Malatya’ya ne kadar yolumuz olduğunu soruyorum. Bozkır, alabildiğine uzuyor. Solumuzda yükselen Abdulvahap Tepesi* vadide nazlı nazlı akan Fırat. Malatya’ya yaklaştıkça, kayısı, dut bahçeleri, söğüt, kavak ağaçları yoğunlaşıyor; ancak ince bir toz bulutu bahçelerin yeşilliğini örtüyor. Malatya’yı, bir de Nisan'da görmeli. Kayısılar, açık pembe çiçek açıyor. Tüm Malatya Ovası, pembe gelinlik giyiyor.

Kayısı, Malatya’nın simgesidir. Malatya’yla özdeşleşmiş bir meyvedir. Malatya ekonomisine katkısı büyüktür. Malatya kültürü ve mutfağını da etkilemiştir. Kayısının meyvesinden çekirdeğine kadar her şeyi değerlendirilmektedir. Bunlar; işlenmiş kurutulmuş kayısı, dondurulmuş kayısı, kayısı konservesi, kayısı meşrubatı, jölesi, reçeli, marmelâdı, pestili, pastası, dondurması, yeşil kayısı turşusudur. (Kayısı, karaciğere, kan yapımına, kemik ve diş gelişimine katkı sağlaması kansere koruyucu etkisinin bulunması nedeniyle çok yararlı bir meyvedir). Dünya yaş kayısı üretiminin yaklaşık %10-15’i ve kuru kayısı üretiminin yaklaşık %65-80’i Malatya’ya aittir.[1] [ Biz de California’da (Kaliforniya’da) Malatya’nın kayısı kurusunu görünce Türkiye’mizin bir ürünüyle karşılaşmaktan kıvanç duymuştuk].

Bize, Ali Rıza Özer’in şu dizelerini anımsatmıştı:

Harman harman ürün ürün Türkiyem / Rüzgâr rüzgâr serin serin Türkiye’m / Şehirlerin birer birer gezilsin./ Malatya’da küp küp pekmez ezilsin/ Ankara’mda bal dudağa süzülsün./ Her karışın başka bir şan Türkiye’m/ Her şehrin bir başka cihan Türkiye’m.

Türkiye’nin güzelliklerini dışarıdan daha iyi görüyorduk; bir de bu güzellikleri, kaynakları yeterince değerlendirebilsek.

Eski Malatya’ya doğru yol alıyoruz. Merkez ilçeye bağlı bir bucak olan Eski Malatya, 1987’de ilçe yapılarak Battalgazi adını almıştır.* Eski Malatya Kalesi önünde ayakları çıplak, sürekli ayakta duran Deli Hacı Ali’ye para verildi. Şoför, bu adama para vermezse işlerinin yolunda gitmeyeceğini söyledi.        

Eski Malatya Kalesi’nden günümüze çok az şey kalmış. Kale taşları dökülmüş. Harap olmuş. Kalenin yapımına Roma İmparatoru 8. Titus zamanında başlanmış, Justinsanus (522-565) zamanında bitirilmiş.

Kentin ilk yerleşim yeri, Kalkolitik Çağda kurulan, Orduzu semtinde yer alan Aslantepe’dir. Yapılan kazılarda 7 kültür tabakası saptanmış. Kazı çalışmaları devam ediyor; ancak bilgi almaya gittiğinizde yetkili biriyle karşılaşamıyorsunuz. Kazı çalışmaları tamamlanmadığı için eserler henüz tasnif edilmemiş.

Arslantepe Höyüğü, binlerce yıl üst üste yığılan pek çok yerleşim tabakasından oluşmaktadır. M.Ö. 5. bin yıllarından  M.Ö.712 tarihindeki Asur istilasına kadar şehir olarak varlığını sürdüren tepe daha sonra uzunca bir süre terkedilmiştir. M.S. 5-6. yüzyıllar arasında ise Roma köyü olarak kullanılmış ve daha sonra  Bizans nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini tamamlamıştır.

İlk kazılar 1930'lu yıllarda Fransız arkeologlar tarafından yapılmıştır. Kazılarda taş üzerine alçak kabartma ile dekore edilmiş avlu ve giriş kapısının iki yanında iki aslan heykeli ve karşısında devrilmiş bir kral heykeli  ile bir Geç-Hitit Sarayı bulunmuştur. Bu eserler halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.

1961 yılından günümüze kadar devam eden ve İtalyan, Roma “La Sapienza Üniversitesi” arkeologları tarafından yapılmakta olan kazılar, Arslantepe'nin tarihini daha erken dönemlere taşıyarak önem kazanmasını sağlamıştır. Höyük'te yapılan kazılar sonucunda, M.Ö. 3300-3000 yıllarına ait bir kerpiç saray, M.Ö. 3600-3500'lere ait bir tapınak, binlerce güzel mühür baskısı, kaliteli metal eserler bulunmuştur. Elde edilen veriler göstermektedir ki; o dönemde Arslantepe, Aristokrasinin doğduğu ve ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı resmi,dini ve kültürel bir merkezdir

5. bin yılın sonundan 4. bin yılın sonuna kadar olan zaman süresi içinde güneydeki önemli tarihsel olayların da belirgin olarak yansıdığı Malatya'nın bu bölgesi, her ne kadar Yukarı Mezopotamya'nın bir parçasını oluşturmaktaysa da tam anlamıyla yerel özelliklerini yitirmemiştir. Özellikle 4. Bin yılında Aslantepe, Orta Fırat bölgesindeki yerleşmeler içinde önemli bir yer tutmaktadır. Geç Kalkolitik Çağ'da yerel yüksek tabakalardan oluşan sınıf, politik ve dinsel egemenliğin yanı sıra ekonomiyi, ürün ve üretim idaresini ellerinde tutmaktaydı.

Bu gelişme potansiyeli ile dış ilişkilerde üstünlüğü elde tutabilme, kısmen bölgenin elverişli durumundan kaynaklanıyordu. Çünkü bu topraklar su kaynakları bakımından zengin, dolayısıyla tarım için son derece uygun, ayrıca sık taşan Fırat Irmağı'nın taşkın alanı dışında kalmaktaydı. Bu ayrıcalıklar bölgenin en azından 5.bin yıldan Bizans dönemine kadar kesintisiz olarak iskân edilmesinde önemli etkendir. Yörenin doğal yapısından kaynaklanan gücü, yüksek tarım potansiyeli ile birleşince Aslantepe, topraklarını denetim altında tutabilen ve bölgedeki hammaddeyi işleyen ya da en azından işlenmesini örgütleyen egemen bir merkez konumu kazanmıştır.

Kerpiçten yapılmış anıtsal binaların bulunduğu geniş bir ortak kullanım alanı, 4. bin yılın sonlarında (M.Ö.3300-3000) tepenin güneybatı yamacında en az 2600m²'lik bir alana yayılmıştı

Bu alanda, büyük olasılıkla farklı işlevlere sahip çeşitli yapılar yer almaktaydı. Ortaya çıkarıldığı kadarıyla bu kısım, görkemli mimari ve işlevsel açılardan farklı bölümlerden oluşan büyük bir yapı topluluğudur. Çok amaçlı düzeninden dolayı bu anıtsal yapı topluluğu saray olarak nitelendirilebilir.[2]

Aslantepe’den Malatya Ovası; tüm özellikleriyle ayaklarımızın altına seriliyor. Yemyeşil bir ova. Kavak, söğüt, dut ağaçları arasından yükselen çatılar; göz alabildiğine uzanan kaysı bahçeleri, yakınımızda yükselen Bey Dağı, ileride çok uzaklarda siluetleri seçilebilen Ayran ve Göl Dağı.

Malatya’nın güzelliğine türküler yakılmıştır.

Malatya, Malatya bulunmaz eşin./Gönülleri yakar, ayla güneşin.

Gündüzbey, Orduzu Pınarbaşı, Sultansuyu Harası, Gürpınar Şelalesi’yle bir başkadır Malatya. Yeşilyurt, Gündüzbey kirazının tadına; Kernek Suyu’nun içimine doyamazsınız. Yaz aylarının bunaltıcı sıcaklığından sizi, Kernek Kanalboyu kurtarır. Kanalboyu yürür, Kernek Parkı’nda dinlenirsiniz. Malatya’dan Ankara’ya doğru yol alıyoruz. Beyler Deresi’ni geçip virajlı bir yokuşu tırmanıyoruz.Biraz ilerimizde yeşillikler içinde Sultansuyu Harası.Türkiye’nin en iyiyarış atları bu harada yetişiyor, lüks bir araba fiyatına satılıyormuş. Her biri birbirinden güzel kısraklar, aygırlar, taylar. Doru, al, kır, yağız renklerde. Kimisinin anlı akıtmalı. Yeleleri güneşte ıpıl ıpıl. At Türk’ün yaşantısının bir parçası.Orta Asya bozkırları atla canlılık bulmuş. Türk’ü ikinci yurdu Anadoluya at taşımış.1928 Ağustosu’nda Akçadağ kazasının Hamidiye yöresinde bir aygır deposu oluşturulmuş. Burda saf kan arap atı yetiştirmek amacıyla Sultansuyu Harası adı altında bir hara kurulmuş.

Bu kuruluşta, öteden beri saf kan Arap atı yetiştiriciliği ön plana alınmış. Bu yetiştiriciliğin temelini, Arabistan çöllerin derinliklerinde birçok araştırmalardan sonra ele geçirilmiş soylu, güzide kısraklar oluşturmuş.

1997’nin Nisan’ıydı. Dolmuşla Malatya’dan Arapgir’e gidiyoruz. 1950’li, 1960’lı .yıllarda 4-5 saatte kamyonla ya da otobüsle aldığımız bu yol, asfaltlanmış. Tohma Suyu üzerindeki Kırkgöz Köprüsü’nü[3] geçiyoruz. Eskiden zorlukla geçtiğimiz Kuruçay’ı gerilerde bırakıyoruz.

Toz, toprak yutmadan; giysilerinizin rengi değişmeden bir buçuk saatte Arapgir’e gidebiliyorsunuz. Malatya çıkışında; yolun sağı, solu kayısı bahçeleri. Açık pembe bir deniz göze alabildiğine uzuyor. Bu denizin kıyıları, Darende’den başlıyor; Morhamam’a kadar uzanıyor. Morhamam’dan sonra bir bozkırla burun buruna geliyoruz. Dere yataklarında, tek tük söğüt, iğde, kavak ağaçlarıyla karşılaşıyoruz. İlkbahar yağmurlarıyla yeşeren ekinler, bozkırın yüzünü güldürüyor. Söğütlü Çayı’nı geçip Dişterik Yazısı’na geliyoruz. Burası da çıplak kuru bir ova. Tek tük meşelikler, çalılıklar; buğday, arpa tarlaları; otlayan küçük koyun, keçi sürüleri bozkıra canlılık ve renk katıyor.

Elazığ Yolçatı’ndan sonra arazi yükseliyor; ovalar yerini, daha yüksek yaylalara bırakıyor.Soldan Göl Dağı başını gösteriyor. Sağda Keban Baraj Gölü’nün uzantısı görülüyor. Çok uzaklarda Munzur Dağları’nın mor siluetleri aklıma Doğan Kılıç’ın dizelerini getiriverdi:

Güneş kaybolurken, her akşam eteklerinden/Ulu Munzur Dağları renk renk tüle bürünür,/Eteklerinden bir hayal sürünür, sürünür...

 --------------------------------------------------------


* Bu tepenin başında bir ziyaret vardır. Çocuğu olmayan kadınlar, burayı ziyaret ederek çocuklarının olacağına inanırlar. Doğan çocuğa da Abdullah ya da Vahap adını verirler.

[1] Turizm Bakanlığı; Tanıtma Genel Müdürlüğü, Malatya’yı tanıtım broşürü, Ankara: 2001.

Battal Gazi, Seyyit Battal Gazi olarak da bilinir. Arap Komutan, 8. yüzyılda Emevilerin, Bizanslılara karşı yaptıkları savaşlarda ün kazanmıştır. Arap ve Türk halk destanlarına konu olmuştur. Battal Gazi’yle ilgili iki büyük destan bulunmaktadır.


[2]Prof. Dr. Marcello Frangipane,Aslantepe(Malatya Belediyesi Kültür Yayınları No:8,2003)

 

 

 


[3]Ana Britannica, Hürriyet Yayınları, İstanbul:1993,Cilt 3,s.4.

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara