Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '20

 
Kategori
Bilim
 

Manyetik Bir Makine miyiz?

Bedenen ve ruhen ne kadar farklılık göstermiş olursak olalım insan, evrenin manyetik alanı içinde varlığını sürdüren ve aslında her hücresinde kendine özgü elektrik devresi bulunan elektromanyetik bir makine olabilir mi? Aslında yazmama neden olan merakımı giriş cümlesi ile tamamen özetledim. Bundan sonra tek satır yazmadan, sizi kendi zihninizle baş başa bırakıp yazımı burada bitirebilirim. Zira bundan sonra ne yazarsam yazayım hepsi sorumun etrafında dönecek, cevabı birlikte aramaya çalışmamızdan öteye gitmeyecek. O yüzden tam da burada, yeniden başa dönüp, sizden ilk cümleyi bir kere daha okumanızı isteyeceğim; insan, evrenin manyetik alanı içinde varlığını sürdüren ve aslında her hücresinde kendine özgü elektrik devresi bulunan elektromanyetik bir makine olabilir mi?
 
“Makine insan” kavramı yeni tartışılmaya başlanmış bir konu değil. İnsanın “bir makine” olduğu tezinin eski savunucularından hekim-filozof Julien Offray de La Mettrie, Saint Malo’da dünyaya gözlerini açtığında takvimler 25 Aralık 1709’u gösteriyordu. Yani bu mevzu modern zamanların, dijital çağın gündemine alınmadan asırlar önce konuşulup tartışılmaya başlandı. La Mettrie, maddeden bağımsız bir ruhu düşünmenin anlamsızlığını savunarak, gerçekten var olanın yalnızca madde olduğunu göstermeye çalışarak Histoire naturelle de l’ame (Ruhun Doğal Tarihi) ve L’Homme machine (Makine İnsan) kitaplarında materyalist bir bakış açısı sergilemişti. Ona göre doğada tam bir süreklilik vardır ve “insanın öğrenimi ne kadar sınırlı ise düşüncesi de o kadar az olur”. Yani insan bilmediğini bilemez! Duyular olmazsa düşünceler, kavramlar olmaz. Bu yüzden “ruh” denen şey duyumlar alan beyinden başka hiçbir şey değildir. La Mettrie, Makine İnsan’da anatomiden seçtiği delillerle, bedenle birlikte uykuya dalan ve işlevini yerine getirmek için beslenmeye ihtiyaç duyan ruhun, bedenin belli fonksiyonlarından söz etmenin bir yolundan başka hiçbir şey olmadığını öne sürer. Bu tezin ne kadarı doğru olabilir? İnsan beyninin gizemli uzayında, 90 milyar nöronlu bir galakside yolculuk etme şansımız olsa belki dönüşte elimizde kesin bir cevap bulunabilirdi. Şimdilik, elimizde beynimizin bir algılayıcı gibi çalışabildiğini gösteren bazı deliller var o kadar. Nörobilimi uzay kadar heyecan verici bulmam boşuna değil anlayacağınız. Sahiden bizler, organik makineler miyiz acaba? Öyle isek bir ana kaynağa bağlı olmamız, birbirimizle ve dünya ile elektrik ve manyetik devrelerle ilişki kuruyor olmamız gerekmez mi? Yoksa bunu zaten farkına varmadan yapıyor muyuz?
 
 “Biz” kimiz, “ben”lerin toplamı mı?“Ben”den kastettiğimiz şey aslında ne? Kuantum Fizikçi Fred Alan Wolf “Sizin şu anda ‘ben’ derken kastettiğinizle, her bir varlığın ‘ben’ derken kastettiği aynı şeydir…”diyor ve ilâve ediyor ; “çok sayıda algılayıcı (yani insan beyni) olmasına rağmen, evrende tek bir akıl ya da tek bir bilinç vardır. Evrenin herhangi bir yerinde birbirinden bağımsız iki ayrı bilinç mevcut olamaz… Dolayısıyla, ‘ben’ derken kastettiğiniz bir hayaldir, yanılsamadır; ancak, gerçek; evrensel tek’dir. Evrende ‘tek bir akıl’dan başka bir şey olamaz.” İtirazlarını duyar gibiyim; “Birbirinden böylesine farklı yaşamlar varken, bu nasıl mümkün olabilir?” diyorsunuz değil mi? Hâlbuki Stephen Hawking de, beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşemeyeceğini söylemiyor muydu? Başka bir soru ile konuyu biraz daha derinleştirelim; Beyinlerimiz bizim farkında olmadığımız bir iletişim ağına bağlı olabilir mi? Yoksa büyük bir mıknatısa benzeyen vücudumuzun yaşam sistemi hareketli bir elektrik santrali gibi mi çalışıyor?
 
Manyetik alan tarafından oluşturulan manyetizma fiziksel bir olgudur ve her maddeyi belli bir ölçüde etkiler. Elektrik akımı ya da temel bir parçacık herhangi bir manyetik alan yaratabilir. Balıkların, kuşların ve bazı canlıların yol tarifinde bile manyetik alanı algılayıp ona göre hareket ettiğini biliyoruz. Kuşlar, balıklar ve diğer bazı canlıların manyetik alanı algılayabildikleri, manyetik alanı yol tarifi için de kullanabildikleri biliniyordu. Peki ya insanlar? İnsan beyin kıvrımlarında gözlenen değişimler üzerine yapılan son araştırmalar insanların da farklı manyetik alanlarla çevrili olduğu durumlarda bu manyetik alanları fark edebildiklerini ispatladı. Bilim insanları, uzun süredir insanların da manyetizmaya yönelik benzer bir algılama yetisine sahip olup olmadıklarını merak ediyorlardı.
 
Biyo-manyetoloji ilkelerine göre tüm maddeler dolayısıyla insan vücudu manyetik özelliğe sahip. Güneş, hava ve su gibi mıknatıslık da insanların vazgeçilmez bir parçası. İnsanı oluşturan maddelerin birbiriyle haberleşmek için kullandığı manyetik alanın sinyalleri hem birbiriyle, hem dünyanın manyetik alanı ile de iletişim içindedir. Elektromanyetik cihazların yaygın kullanımının bu uyumu bozduğu biliniyor.  Sadece insanda değil, tüm canlıların içindeki ve dışındaki tüm boşluklarda yüksek ya da düşük birer manyetik alan mevcut. Gözle göremesek, kolayca hissedemesek de manyetik alan etkisi altında kalabildiğimiz bir gerçektir ve bu alan hareketli ve elektrik yüklü zerrelerin, atomların içindeki elektronların çekirdek etrafında ve kendi etraflarında dönmeleri sonucu oluşur. İç organlarımızdan uzak galaksilerdeki yıldızlara kadar, teknolojinin gelişmesi ile artık pek çok yerde manyetik alan ölçümünü yapabiliyoruz.12. yüzyıldadünyanın manyetik alanından yararlanan pusulanın keşfi, yeni kıtaların bulunmasını sağlayarak nasıl dünya tarihini değiştirmişse, su moleküllerinin içinde bulunan hidrojen atomunun manyetik alana verdiği tepkiyi ölçen manyetik rezonans görüntüleme de organlarımızın nasıl çalıştığını anlamamızı sağlayarak modern tıbbın tarihini de öyle değiştirdi.
 
Dünya büyüklüğündeki cisimlerin uzayda kendi etrafında döndüğü gibi, foton ya da elektron gibi temel parçacıklar da tıpkı bir topaç gibi “spin” adı verilen kendi etrafında dönme özelliğine sahip. Yer kabuğunun doğal bir manyetizması olduğu, manyetik alanların spinin yönü, spinin büyüklüğü ve frekansa bağlı değişkenler gösterdiği biliniyor.  Beyin hücrelerinin ürettiği dalgalarla beyin kabuğunda dinamik bir  “manyetik bilinç alanı” oluşur. “ 6. Duyu”, “ruh” gibi kavramlarla adlandırılan bu manyetik enerji alanını hissetsek bile beş duyumuz ile algılayamıyoruz. Hormonları, enzimleri ve bağışıklık fonksiyonları yöneten pineal bezi manyetik kristallerden oluşan bir manyetik yapıdır. Sara hastaları üzerinde yapılan bir deneyde de dışarıdan, deneklerin manyetik alanının değiştirilmesi durumunda, beyindeki biyoelektrik faaliyetin, kirlenmesi sağlanarak hastalık durumundaki etkilerin oluşturulduğu izlendi[1] O halde beynin bir dalga ve frekans çözücü olduğunu söylememiz yanlış olmaz. ABD ve Japonya’da çalışma yürüten bilim insanları laboratuvar çalışmalarında farklı yönlerden ve Dünya ile aynı güçteki manyetik alana maruz bırakılan insanların beyin kıvrımlarında belirgin desenler gözlediler. Desenler, maruz kalınan manyetik alana cevap olarak belirli bir yönde; yani beyin kıvrımlarında manyetik alanın yönüne göre bir rota izlendi. Bu çalışma ile insan beyninin manyetik alanı fark edebildiği, bu manyetik alanın etkisine tepki olarak belirli bir rota belirlediği saptandı. İnsan beyninin manyetizma bilgilerini nasıl ve neden kullandığını henüz tam olarak çözülmüş değil ve her gün bu alanda yeni deneyler yapılmakta. “Beynin manyetik alan etkisiyle nasıl değişimlere uğradığını hesaplasanız bile, araştırmacılar bu bilginin ne için kullanılabileceğini bilmiyorlar. Buradaki temel gizemin, beynimizin Dünya’yı tam olarak nasıl algıladığını anlamak olduğunu ifade eden araştırmacılar; durumun, bu çalışmadan elde edilen beyin kıvrımı modellerinde gözlenen ve “magnetit”isimli manyetik bir mineral içeren duyusal hücrelerle açıklanabileceğini ifade ediyorlar.[2] Gelecekteki deneylerin bu olasılığı doğrulayabileceğini ifade eden uzmanlar, insanların bilinçli bir şekilde olmasa da manyetik sinyalleri nasıl işlediğine dair ilk güçlü kanıtı ortaya koyan çalışmanın önemli bir adım olduğunu vurguluyorlar. Beynimizdeki manyetik parçacıkları sayesinde dünyanın manyetik alanını algılayabiliyor muyuz, bunun cevabını henüz kesin olarak bilemiyoruz.
 
Şimdi konuyu daha da ilginç hale getirecek bir bakteriden bahsedeceğim “Magnetospirilllum magneticum”adını hiç duydunuz mu? Pavia Üniversitesi'nden Salvatore Bellini, 1963 yılında bataklık tortu örneklerini analiz ederken manyetotaktik bakterileri ilk kez tanımlıyor. Bu mikroorganizmalar genelde göllerin, göletlerin yüzeyinin hemen altında oksijenin bol olduğu sularda yaşıyor, dünyanın manyetik alanını takip ederek aşağı yukarı yüzüyorlar. İşin sihirli kısmı, bu bakteriler demir yiyorlar içlerindeki proteinler demir ile etkileşime giriyor ve “magnetit(manyetit)” denilen dünyanın en manyetik mineralini üretiyorlar. (Meraklısı için küçük bir parantez açalım ; “Şehzadeler Şehri” Manisa (Magnesia), Spil Dağı’nın manyetik çekimi altında bulunan bir mıknatıs kent. Bu dağ adeta dünyanın en büyük mıknatısı… M.Ö. 6. yüzyılda Thales bu dağa ait bir taşın demir cevherlerini çektiğini keşfedince bu taşa Magnesia’dan geldiği için “Magnesia taşı” adını vermiş. “Manyetik” ismi de buradan geliyor)
 
Çeşitli organizmaların, Dünya'nın manyetik alanını algılayabildiğini ve buna tepki verdiğini biliyoruz. Göçmen kuşlar, deniz kaplumbağaları ve bazı bakteriler gibi canlılar için Dünya'nın manyetik alanı bir yol gösterici konumunda. Biyomanyetizma genellikle organizmalarda yaygın olarak bulunan manyetitin biyojenik kristallerinin varlığı ile ilişkili. Mesela bazı bilim insanları, bal arılarının karınlarındaki sıvının manyetit içerdiğini[3] bazıları da güvercinlerin başlarında manyetit bulunduğunu[4] bazı balıklar ve termitlerin bu manyetit mineralini yön bulmak için pusula gibi kullandıklarını keşfettiler.[5]
 
Çok yakın gelecekte manyetik bakterilerle bilgisayar üretilecek. Bu bakterilerin mıknatısları nasıl oluşturduğunu inceleyen uzmanlar yakın zamanda bilgisayar ortamında mikroplardan bağımsız olarak aynı işlemi gerçekleştirdiler. İngiltere'deki Leeds Üniversitesi ve Japonya'daki Tokyo Tarım ve Teknoloji Üniversitesi'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği araştırmada demir yiyen bakterilerden yararlandılar. Daha küçük bilgisayar parçalarına ihtiyaç duyan bilim insanları doğaya dönüyor ve bu bakterileri kullandılar. Mikroplar demiri sindirirken içlerinde küçük mıknatıslar yaratıyorlar. Bu tip mıknatıslar bilgisayarların sabit disklerinin üretiminde de kullanılıyor. Bilim insanları bu araştırma sonucunda gelecekte çok daha hızlı bilgisayarlar üretmeyi hedefliyorlar.
 
Ne diyordu La Mettrie, “insan bedeni bir saattir, çok büyük bir saat ve öylesine ustalık ve dehayla yapılmıştır ki, saniyeleri göstermeye yarayan zemberek durursa dakikaları gösteren dönmeye devam eder, çeyrek saatleri gösteren de öyle”
 
Manyetit bakterilerden oluşan biyolojik mıknatıslar ve kablolar insan vücudunda kullanılmaya başlayacak mı bunu evrensel saat ve zaman gösterecek.
 
 
[1] Bold, A., Toros, H. ve Şen O., 2003. Manyetik alanın insan sağlığı üzerindeki etkisi, III. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu, 19-21 Mart, İTÜ, İstanbul. ISBN.975-561-236-X. 64 (NBC, 2002).
 
[2]Kaynak: https://www.sciencenews.org/article/people-can-sense-earth-magnetic-field-brain-waves-suggest?tgt=nr
 
[3] Gould JL, Kirschvink JL, Deffeyes KS. (1978). “Arıların manyetik kalıntıları” Science 201,1026–1028.
 
[4] Walcott C, Gould JL, Kirschvink JL.(1979). “Güvercinlerin mıknatısları vardır”. Science 205, 1027–1029.
 
[5] Mann S, Sparks NH, Walker MM, Kirschvink JL.(1988). “Sockeye somonundan biyojenik manyetitin ultrastrüktürü, morfolojisi ve organizasyonu”, Oncorhynchus nerka: manyetoresepsiyon için çıkarımlar.J Exp Biol 140 35–49., Diebel CE, Proksch R, Green CR, Neilson P, Walker MM.(2000).Manyetit, omurgalı bir manyetoreseptörü tanımlar. Nature 406: 299–302.
 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..