Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '11

 
Kategori
Söyleşi
 

Marmid adlı roman üzerine

Marmid adlı roman üzerine
 

marmid


Sayın Demirkol, Öncelikle kitabınız için sizi kutlamak ve yeni çalışmalara anahtar olması dileğimi belirtmek isterim.  

Teşekkür ederim… 

Romanla ilgili söyleşmeye başlamadan önce: Sizinle ilgili bilgilere baktığımızda aldığınız formel eğitimin edebiyattan, hatta sosyal bilimlerden uzak olduğunu görüyoruz…, Belki de tüm başlangıçlara olan doğal bir meraktan yola çıkarak siz nasıl başladınız yazmaya diye sormak istiyorum… 

Evet, Teknik Bilimler ve Fen Bilimlerinden kopup kendimi edebiyata sunmak herkes gibi sizin de dikkatinize takılmış. Ama takdir edersiniz ki, hiçbir seçim bireye bırakılmayacak derecede bencildir. Toplumun bize dayattığı kendiliksiz bir süreçtir bir bakıma… Buna rağmen, formel eğitiminiz ne olursa olsun, dünyada değişenin yalnızca biçim olmadığının farkına varıyorsunuz. Maddenin devinimine sırnaşık duygularınızdı size hükmeden… Kuşkusuz her yazar-sanatçı; yaşamsal durakların gelgitlerinde, eğitimin ve dünyayla yüz yüze gel­menin belirleyeceği ayrık bir seçilimin etkilerine koşullanır… Ve zamanın o kavranamaz noktasında, silkinip aynaya baktığında, toplumun talepleri doğrultusunda evrilen “seçim bencilliğinin, ” topluma bırakılmayacak derecede değerli olduğunun farkına varır.” Evet, algoritmik bir bilgisayar programından yana değildim artık. Hiçbir düzenlemeye gereksinimi olmayan insanı çözme vaktiydi kulağıma üflenen... Gidip bir yerde insanı solumayı, soluduğu havayı içine çekmeyi, en hassas ve en kompleksli olduğu noktalara fütursuzca uzanmayı; aynalarla yüzleşmeyi, boşlukları doldurmayı ve bencil seçimlerin kısırlığıyla beliren, doğrusal çizgileri silmeyi amaçlıyordum usanmadan. Bununda en güçlü ifadesi harfleri dizmekti ardı sıra… Onbeş yıllık dar alandaki edebiyat sarmalımda, ilk göz ağrım güncelerimdi aslına bakarsanız…Ve her aşk gibi bulaşıcıydı yazdıklarım. Sonra şiirler… Ve nihayetinde Marmid… Ama her karakterimde bireye aşıktım ben. Bireyin o tumturaklı düşlerine… Zira toplumun o kırık ve uslanmaz çarkı, tümcelerime sırnaşan iksiri sunuyordu bıkıp usanmadan… (M.D) 

Charles Plisiner, “yazmak, kendisini gerçekleştirmek için kendisini yok eden bir insanın yavaş işleyen bir intiharıdır” der. Sizin yazma eylemine dönük algılarınızı merak ediyorum doğrusu. 

Yazmak, sorguya çekilen yada sorguya çeken birikimlerimizi kaygısız kaşımaktır aslında…Nasıl bir okura yazdığımı düşünmedim hiçbir zaman. Bu kaygılarla yazmadım anlayacağınız. Yazarken kendimi, karakterlerimi ve okuyucularımı körebe oynayan maskeli figüranlar olarak değerlendiriyorum çoğu zaman. Oyunun bir ucunda kötümser, hüzünlü ve yabancılaşan bireyler maskelerini çıkarıp; onlarla yüzleşmeyi seçen okuyucularına seslenecek usanmadan… (M.D) 

Romana baktığımızda, konuyu besleyen ana unsurların psikoloji ve mitoloji olduğunu görüyoruz. Buradan yola çıkarak gerçek ve imge sürekli birbirine çelme takarak ilerliyor romanda, öyle ki başınızı kitaptan kaldırdığınızda zaman, mekân ve kimlik sorgusu uçuşuyor zihninizde… 

Merleau-PontyAlgının Fenomenolojisi’ndeiçinde imlem bulunma­yacak kadar yalınlaşmış nitelik ya da duyum yoktur.” diye seslenir. “Tersine, içlerindeki küçük karanlık anlam, hafif neşe, çekingen hüzün hep oradadır ya da bir sıcaklık dalgası gibi çevrelerinde titreşmektedir.” Aslına bakarsanız, günümüz bireyi düşle büyümeye o kadar alıştırıldı ki, imge derinliğinin farkında olamadı çoğu zaman. Sonra düşlediklerini kusmaya programlandı farkında olmadan. Bu kısır döngü içerisinde düş/gerçek gelgitlerine sırnaştı çaresiz bir hüzünle… Bize dayatılan bilinçli imge bombardımanına kulak kabartmalı aslında. Endüstriyel metal yığınlarına, tüketici kalıplarına, bilişim kurnazlığına, iletişim yamyamlığına ve özellikle hayatımızı bir kasırga gibi yaran internetin, gerçeğimizi unutturup, hayal dünyasına soktuğu o labirente… Bu bağlamda Marmid; Yaşamımızın sonuşmaz bir çemberi gibi sarmalıyor bedenimizi. Sunulmak istenilen planlı imgelerin bize, fırsatını buldukça bizim onlara çelmeler sektirip avunmamız gibi… Romanda geçmişin izleri oldukça belirleyici, bilinçaltı hep aynı yolu mu izler sizce de? Bu arada alanın kuramcılarından kendinize en yakında kimi gördüğünüz de gizli bir merak bende… Evet, bilinçaltı bir tasnif uzmanıdır bana göre. Doğru-yanlış, güzel-çirkin, ahlaklı-ahlaksız ayrımını gözetmeyecek kadar cüretkardır aynı zamanda. Özellikle çocukken kayıt altına alınan verilerin; anlamsız olsa bile, gelecekte, bu kayıtlara göre yapılanan tepkilerle bizi selamlaması kaçınılmazdır. Bilinçaltı çoğu zaman bir istihbarat teşkilatı gibi çalışır. Geçmiş, şimdi ve gelecek zamanı; günün şartlarında kullanabilmek için, koşulsuz bir kodlamayla saklar verilerini. Özellikle geçmiş ile ilgili kodlanan veriler, yaşanan bir çok problemin hammaddesini teşkil eder. Karen Horney’le özellikle ilgileniyorum sanırım. Horney’e göre bireyin yaşamında iki temel eğilim kişiliği yönetir. Bunlar emniyet duygusu ve doyumdur. Ona göre birey, emniyet ve doyum sağlamak için yiyecek, giyecek, para, cinsellik gibi pek çok ihtiyaçları feda edebilir. Bireyin temel amacı, tehlikeden uzak ve emniyetçi bir yaşam istemesidir. Birey korkmadan yaşamak ister. Korku ve güvenlik aynı temel ihtiyacın iki kutbudur. Birey güvenlik arar, korkudan kaçar. (M.D) 

“Büyük biraderler” yalnızken bile bizimle olma başarısını elde ettikleri günden beri başımıza daha bir bela oldular. Erikson, onları süperego terimi ile “başımıza gelmiş ve gelebilecek en büyük beladır” diye tanımlar. Marmid bunu koca dünyayı anahtar deliği imgesine sığdırarak daha bir duyumsatıyor… Burada en çok merak ettiğim Doktor Selmin’in nerede olduğu… 

Aslında Marmid, anahtar deliğini en masumane gözetleme aracı olarak görür. Bence temel sorun Egonun, İd’le Süper ego arasında ki gelgitlerinden kaynaklanmaktadır. Anahtar deliği masumane bir merak bağlamında İd’in bir yansıması olabilir sadece. İd sonuçta bireysel bir eylemsellik içerisindedir. Süper ego, egoyu da kendine çeken toplumsal bir beladır. Teknolojinin ve özellikle bilişim sektörünün gelişimiyle birlikte, bireyin genetiğine olan bağlılığından kopan ve topluma ayak uydurmak için yüzüne yamadığı maskesinden taşan merakların bileşkesidir… 21. yüzyılın şişmanları, doğuşta varolmayan ve ancak gelişmeyle beliren süper egolarını pohpohlayarak, bireyi yalnız bırakmamakta ve nefeslerini ensesinde hissettirmekte oldukça kararlıdır. Burada Süper egonun yargıç alışkanlığını yadsımamakta fayda var. Gerek merakıyla, gerek Berna’ya duyduğu hastalıklı arzularıyla Doktor Selmin; bireysel tatminin oyuncağıdır sadece. Hangi mevkide olursanız olun, çocukluğunuzdan miras olarak yansıyan kişiliğinizin tezahürüdür, cinselliğin tüm ahlaki kurallara karşın, hedef gözetmekte tutarsız olduğunun basit bir örneğidir…  

“Duraksız korkular biriktirdim. Kendi gölgemdi çoğu kez beni kovalayan, o bildik karartı. O karartı, unutulmuş ve hatırlanmak istenmeyen o atları sürüyordu üstümüze.” Bir dolu Marmid, bu ortak kaderi paylaşıyor sanırım, en çok kendimizden korkuyoruz… Deniz’ e teşekkür etmek gerekiyor bu noktada: Bizi kendimizle yüzleştirebildiği için… Peki buradan yola çıkarak edebiyatın sağaltıcı yanı hakkında ne düşünüyorsunuz? 

“Korku, toptan ölümleri yarat küçücük bir ölümdür” diye yazmışım Marmid’te. Sizinde temas ettiğiniz üzere; korkunun, bireyin bir yaratımı olduğu gerçeğinden yola çıkarak, Deniz karakterini, okuyucuya sunduğu korkularıyla yüzleşme bağlamında önemsiyorum. Edebiyatın birey üzerindeki etkisi, kuşkusuz uzun bir geçmişe dayanır. Bunu yanı sıra edebiyatın; bireyin sorunlarını çözmede ya da kendilerini daha iyi tanıyıp anlamalarında, bilimsel tanılarla paralel ilerlediğinde, daha katkısal bir işlevsellik barındıracağı kanısındayım. (M.D)  

Romanda en arızasız kahraman Azra gibi görünüyor. O, bunu nasıl başardı? Azra Marmid’in sessiz tanığıdır aslında. İzlencesi bir bakıma… kaygısız bir aşkın tanımı, koşulsuz sevmenin simgesi… Marmid’in taraflı ve karşılık beklemeyen okuyucusu Azra… (M.D) 

Kadınların yaşam-ölüm algılarının farklılığı ya da marazi benzerlikleri romanda Asya, Berna, Zerrin tiplemeleriyle kendini okura gizlice dayatıyor. Yazarken daha çok gözlem mi, sezgi mi? Aslında sezgi dediğimiz olgular bütünü, çok büyük bir gözlemin ve çok yoğun bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkar. Sigmund Freud tüm zamanların tehditlerini sınıflandırırken: Çürümeye ve dağılmaya mahkum olan ve uyarı işaretleri olarak acı ve endişe olmadan yapamayan kendi bedenimizden… Ezici ve acımasız yıkım güçleri ile üzerimize gelen dış dünyadan… ve son olarak da diğer insanlarla ilişkilerimizden kaynaklanan acıların tehdidi altındayız.” diye tanımlar. “Sonun, ani bir bitişin ve nihai bir bitişin, ötesinde hiçbir başlangıcı olmayan bir sonun tehdidi. Ölüm, böyle bir sonun prototipidir ve sadece tek bir biçimde ortaya çıkan tek sondur.” Bu bağlamda kadınlar, duygusal çalkantılara daha meyilli olduklarından, sürekli geçmişlerine dönük olarak yaşarlar. Yaşadıkları haksızlıkları, travmaları, şiddeti kolay kolay unutamazlar. Bu sebeple erkeklerle kıyaslandığında, takıntılı eğilimleri daha ortak ve daha fazladır. (M.D) 

Deniz… Adına yakışır bir uçsuz bucaksızlık ve med-cezir çalkantıları içinde yaşarken, ölümü ancak kendi eliyle çağırabilecek bir kahraman gibi görünürken, Berna’nın şizofrenisine kurban gitmesi benim için gerçek bir sürpriz oldu doğrusu. Deniz’in sonu baştan kurgulanmış mıydı? 

Birey intiharı düşünürken; sorunlarını gideren, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, katlanamayacağı sonuçları yaşamasını önleyen, daha önce bulamadığı huzur ortamını getirecek bir çözüm olarak görür. Oysa Deniz, tüm korkularına karşın, ölümden ve komplolardan korunmak için, kendi güvenli aygıtlarına sarılmıştır. Denizin sonu başından beri kurgulanmıştı. Düşsel döngüde ki bireylerinde, amaçları için, örgütlü bir eylemsellik içerisinde olduklarını işlemeye çalıştım. Sonuçta Deniz, Berna’nın evreni, Süper egolardan kurtarmada ki anahtarıydı. Denizi kurtarırken, kendisini ve daha bir çok seçilmişi kurtarmış olacaktı. (M.D) 

Arka kapakta “düşsel döngüdeki birey” den söz ediyorsunuz. Bu bireylerin tercihlerini yaşamdan yana kullanmaları çok mu zordu? 

Tercih hakları olsaydı elbette. Ama süreç bireyin yörüngesinin dışında salınıyor durmadan. Sonuçta bize kusulan bilgi kirliliği ile yaşıyoruz. Kavramlar o kadar çatışıklı ki, sanal bir dünyanın neresinde olduğunuza karar veremiyorsunuz. Biz kabul etsek de etmesek de, sistemler talepleri doğrultusunda bireyler yaratmakta bir hayli yol kat ettiler. Berna sistemin delici dinamiğidir sadece. Marmid’in dediği gibi; “Hiçbirimiz masum değildik aslında. Bir yarışın içinde tutuluyorduk o kadar. Kaybedeni günahlar olan bir çember, varoluşumuz; kanımızdan çekilen o ışık…”(M.D) 

Yaşamdan yana kullanacağımız bir çok alanı kıstılar aslında… Sadece görsel alanlar değil. Düşünme gücümüzü de kontrol altında tutuyorlar. fantezilerimize kadar süzüldüler… cinselliğimizden tutun, giyimimize kadar, nelerle besleneceğimiz, çocuklarımıza vereceğimiz eğitim…Her şey onların avuçlarından sunuluyor bize…(M.D) 

Kitabın kapağının içerikle bu denli buluşması da sanırım bir yayıncılık başarısı… 

Sadece kapak açısından bakmıyorum aslında, özveri çok önemli. Özellikle genç yazar için daha da değerli. Kurgu Yayınevi ve Alaattin Topçu, gerek yazarıyla gerekse yayıncısıyla; edebiyatın bütünsel bir sanat dalı olduğunu gösteren güzel örneklerden… (M.D) 

İnsanı yüzüme çarpan kitaplardan biriydi Marmid, belki de en çok bu yüzden size teşekkür etmek istiyorum… Marmid’i bu kadar derinine süzüp, kuskunsuz gizlerini ortaya döktüğünüz için, ben teşekkür ederim. (M.D) 

 
Toplam blog
: 4
: 673
Kayıt tarihi
: 13.02.11
 
 

Gazi Ünüversitesi Çocuk Gelişimi mezunuyum. 18 yıldır eğitim sektörünün farklı düzeylerinde çalışıyo..