Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

26 Temmuz '08

 
Kategori
Dostluk
 

Masadan mezara!

Masadan mezara!
 

ölümüne ve ölene dek çalışmak


Zaman zaman olduğu gibi, yine bugün de neler oluyor bize yi sorgulamakla başlamak istiyorum. Niye vazgeçtik pek çok şeyden i sorgulamak ardından. Gün geçtikçe doyumsuz, her doyuma ulaşılanda daha bir, daha başka acıkır oluyoruz. Bu nedenle ki vazgeçiyoruz pek çok şeyden, bu nedenle ki yitiriyoruz bir takım şeyleri. Yitirilenlerin, vazgeçilenlerin yarattığı boşluk ve de açlığı doyurmaksızın, doyurmak adına yapılanlarsa, daha bir acıktırarak.


Bir hırstır gidiyor daha çok kazanmak adına. Herkesten çok, herkesten önde olmak adına soluksuz bir koşu, yarış atlarını kıskandıran neredeyse. Edinimleri yanı sıra, koşu sürecinde görülemeyenlerin, görmezden gelinen, ya da farkına varılamayanların kayıplarının, kayıp olduğundan farkındasız.


Bu kulvarda koşup böylesi yaşamları olanlar; bir durun, nefes alın, soluklanın biraz ve o esnada düşünün. Sorun, sorgulayın kendinizi: Ne yapıyorum, nereye koşuyorum, ulaşabilecek miyim o hedefe ve ulaşsam da mutlu olacak mıyım o süreçteki kayıplarıma rağmen? Yaşamaya, hayata geçirmeye gecikilmiş, pek çoğu artık imkânsızlara rağmen.


Kalkın masanızın başından, şöyle bir iki adım atın, açın pencerelerinizi. Şöyle bir gerinin, çekin ciğerlerinize dünyanızın dışındaki havayı derin derin. Bakın farklı ve sağlıklı düşünmeye başladınız bile. Ve masanızla mezar arasında, bir yaşamsal boşluk bırakın kendinize. Masadan mezara gitmeyin kısaca. Bilirsiniz, sadece kazanmayı düşünenler ömürleri boyu başkaları için biriktirir kazanımlarını ve ne kadar yaşarsa yaşasın insan, mutlaka ardında yapacak daha pek çok iş bırakacaktır. Çaba ve edinimin sonu yoktur, ama ömrün bir sonu var!


Çok sevdiğim otuz üç yıllık değerli bir arkadaşımı kaybettim geçenlerde. Kaybetmişim daha doğrusu. Kimi benim işim oldu, daha da çokça sı kimi onun, oturup da şöyle uzun uzun konuşamadık vakit bulup da. Ne çok şey vardı anlatacak, dertleşecek birbirimizle. Birlikte gerçekleştirmek istediğimiz ne çok şey. Hep başka bir gün, başka bir haftaya erteledik. Telefonla haberleşir olduk sadece. En son görüşmemizde; “Yeter kardeşim, emekli oldun, bu ikinci işin, kefenin cebi yok, bak gidişe çeyrek kaldı, korkarım masadan mezara gideceksin” diye takılmıştım. İstanbul’dayım, döner dönmez arayacağım, haklısın ben de çok bunaldım. Şöyle uzun uzun bir dertleşelim, sana anlatacak çok şeyim var, hatta bilmeni istediğim de dedi. Aylar geçti, bayramlar, yeni bir yıl geldi, kandiller, doğum günlerimiz, hiçbirinde ses yok. Oysa ilk arayan o olurdu hep. Defalarca aradım kapalı telefonları. Hep akla en kötüsü gelir ya, yine de konduramıyor bir umut bekliyorum aranmayı. Aylar sonra rastladığım ortak bir tanıdıktan, çalışma masasının başında, kalp krizi geçirip öldüğünü öğren diğimdeki yıkıntımı anlatamam. Son görüşmemizdeki sözüm geldi aklıma ve sanki ben öyle dediğim için olmuş gibi suçlandım. Bir yandan da abdala malumcalığıyla günlerce kendime gelemedim. Neydi derdi, anlatacak neleri vardı bilemedim. Bilemeyecektim de bundan böyle. Ve de daha ne çok işi vardı yapacak. “Şu projeyi de bitirmem lâzım. Benim kadar itinalı yapamazlar, kendim halletmeliyim” diyordu. Oğlunu evlendirecek, torunlarını sevecekti. Kızının üniversiteyi bitirmesini bekliyordu, ona devredecekti işini. Sonra da, artık her işi bırakıp hayatını yaşayacaktı, hayat yaşamaktan beklentileriyle. Hiçbiri olmadı, yapamadı hiçbirini. Antalya’ya gelişimin güvenci varlıkları olan dört arkadaşımdan biriydi. Birini daha önce, yaşam felsefesini buralarda çok değişmiş bulduğum, birbirimizin dilini anlamaz olmuşluğumuzun buluncuyla artık görüşmeyerek kaybetmiştim, bu şartlarda kayıp sayılmasa da.


Geriye diğer ikisi kaldı. Ölümle kaybettiğim arkadaşım gibi düzgün, düzeyli, dürüst kişilikli, dünya iyisi, karı-koca olan iki arkadaşım. Asım Bey, üniversiteden sınıf arkadaşım, eşi Fisun Hanım evlendiklerinden sonra tanıyıp, daha dost, daha yakın olduğum ama ikisini de kardeşim gibi sevdiğim.


Sizleri de kaybetmek istemiyorum bir şekilde. İşlerinizin yoğunluğuyla çok azrak görüşsek, görünüş kaybedişi çağrıştırıyor da olsa, biliyorum şehrin öbür ucunda, sevdiğim ve sevildiğim iki dostun var olduğunu. Ama yetmiyor biliyor olmak!


Sevgili Fisun ve Asım Ayan sizlere ve şahsınızda yaşamı çalışmaktan ibaret sananlara, yukarıda anlattıklarımı bir düşünmenizi rica ediyorum.


Tekrarlamak istemiyorum o sözü.


Korkuyorum!


Varsın kaybedişim böyle olsun!

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..