Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Eylül '06

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Mazıköy

Mazıköy
 

Bodrum’a doğru yola çıkıyorsunuz. Milas’ı geçtikten sonra Güvercinlik’e girmeden önce Mumcular çıkışından sola dönüyorsunuz. Mumcular köyünün içerisinden geçerek yol ayırımından Mazı tabelasını takip ediyorsunuz. Tam “köy yollarına girdim” derken bir tane daha, az görünür bir Mazı tabelası var ki, onu pas geçerseniz Kızılağaç üzerinden Bodrum’a ulaşırsınız. Ama o işaretten tekrar Mazı yönüne dönerseniz, muhtemelen bir zamanlar kendinizi cennette hissettiren bir orman yoluna dalmış oluyorsunuz. Neden bir zamanlar dedim; çünkü orası yanan ormanımızın küçük bir parçası. O yol, evleri yanan arıların çam ağaçlarıymış bir zamanlar.

Yüzüklerin Efendisi üçlemesini birkaç sene önce nefesimi tutarak seyretmiştim. Cesur hobit “Frodo”, elinde kötülüklerin yüzüğü ile zorlu bir yolculuğa çıkıyordu. O yüzüğün yok edilebilmesi için bir yanardağ kraterinden atılması gerekiyordu ve Frodo yolculuğunun sonuna yaklaştıkça simsiyah, yanmış yollardan geçiyordu. Mazı köyüne giden bu yol da sadece gri ve siyahın hüküm sürdüğü, insanın içini karartan bir yer olmuş. Göz alabildiğine yanmış o 80 yaşındaki ağaçlar. Mazı köylülerin evlerine 5 metre kala durdurulabilmiş yangın. Tüm mal varlıklarını kaybetmişler. Bal yapan arılarını, ormanlarını, zeytin ağaçlarını, kışın ısınacakları odunlarını... Kısacası gelir kaynaklarını, yaşayabilme sebeplerini kaybetmişler. Ama misafirperverlikleri ve umutlarıyla sapasağlam ayaktalar.

Gelelim “benim ne işim vardı oralarda?” sorusunun yanıtına. Yangından 2 hafta önce bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Mazı’da “sakin aile işletmesi” sıfatı ile önerilen Kale Pansiyon’da yer ayırtmıştık. Tavsiye üzerine yani! Ve gittik. “Evimize hoşgeldiniz” diye karşılayan birbirinden sempatik, misafirperverliğin her gerekliliğini gönülden yerine giden bir avuç insanla karşılaştık. “Sabah ineğin sesini duydum” dediğim anda bana bir bardak tazecik kaynamış süt getiren, “Sen çok sevdin bunu” diye her öğlen kabak çiçeği dolması pişiren, “hadi akşam yiyeceğimiz balığımızı yakalamaya gidelim” diyerek bizi yorgun, emektar balıkçı teknelerine alan bir aile ile karşılaştık. “Siz bir denize girip çıkana kadar biz kahvaltınızı hazırlarız” diye, kefallerin ve akyaların suyun üzerinde zıplayarak avlandıkları tertemiz bir denizde uyanıyorduk. “Of çok yedik yine” dediğimizde, yer minderlerini sırtmızı destek veriyorlardı. Akşam odun ateşinde pişen deniz balıklarımızla yıldızları seyrediyorduk. “Geç oldu hadi artık uyuyun ki, yarın sabah güneşin doğuşunu kaçırmayın” diye anne şefkatiyle bizleri ağırladılar, sarıp sarmaladılar.

Kışa hazırlanmaya başladığımız yazın bu son günlerinde, tatilimizde, bize huzuru, dinginliği ve kış için gereken enerjiyi vermeyi başardılar. Hüseyin’in ve Fesleğen teyzemizin elleri dert görmesin, Zafer ve Cevat amcaya da, elbette birgün balık yakalayabileceğimize bizi ikna edebildikleri için teşekkür ediyoruz.

Kaybettiğimiz ormanlarımızın yaralarını biran önce sarabilmemizi umuyorum ve Mazıköyü’nün güzelliklerini mutlaka görmenizi tavsiye ediyorum.

 
Toplam blog
: 12
: 1618
Kayıt tarihi
: 11.08.06
 
 

Yazılacakların en zoru kendi hakkında yazılacak olanıdır. Halihazırda otomotiv sektöründe satış dep..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara