- Kategori
- Haber
Meğer “derin devlet” hiç de derin değilmiş!

Azgelişmiş ülkenin “derin devlet”i de bu kadar olabiliyor işte. Bugünlerde bir bölümü ortaya çıkarılan Türkiye’nin “derin devlet”i de tam kendine göre... Alabildiğine alaturka, alabildiğine arabesk, alabildiğine gayrıciddi, alabildiğine mahalli... Öyle Batılı ülkelerin, İsrail’in, Rusya’nın derin devletleri gibi ne dış ülkelerde komplike operasyonlar gerçekleştirecek yeteneği ne de cesareti var. Becerebildiği hep lokal işler... Alevi mahallesinde kahvehane taramak, provakasyon için gazete bombalamak, savunmasız gazeteci/yazar vurmak, Hristiyan misyoner boğazlamak gibi...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde TKP Başkanı Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının katledilmesiyle başlayıp 6-7 Eylül olaylarıyla, “Kanlı Pazar”la devam eden, 12 Eylül öncesi Malatya, 1977 1 Mayıs Taksim Meydanı, Kahramanmaraş ve Çorum katliamlarıyla zirveye ulaşıp bir süre durulduktan sonra 1990’larda Gazi Mahallesinde kahvehanelerin taranmasıyla yeniden hortlayan, son birkaç yıldır da bayrak provakasyonları, Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması, Hrant Dink ve Malatya’da Hristiyan misyonerlerin boğazlanması olaylarıyla kirli yüzünü gösteren olaylar hep aynı tezgâhtan çıkmadır. Kişiler ve çeteler aynı olmasa bile zihniyet hep aynıdır. Devleti, vatanı bazen de hükümeti koruma bahanesiyle kendi egemenliklerini genişletme, o egemenliklerin tehlikeye düşme ihtimali durumunda riski bertaraf etme ve kirli çıkarlarını koruma çabasıdır bu... Bu kadar basit.
Bu Türkiye’de çok bilinen bir “sır”dır. Bir şeylerden az çok haberi olan herkes bilir. Gazetecisinden, polisine, yargı mensubundan, siyasetçisine, işadamından bürokratına kadar herkesin malumudur ama bunlara karşı bir şey yapılamaz. Gazeteci yazmaya korkar, hem elinde yeterince delil yoktur hem de yazdığında kendisinin ve gazetesinin başına neler geleceğini bilir. Polis müdahale edemez, çünkü işbirlikçileri vardır. Yargı takip edip ceza veremez, çünkü üzerinde baskı vardır. Siyasetçi bilir ama bazen gücü yetmez, bazen bunların yaptıkları kendisinin de işine gelir. Zaten bu çetelerin çoğu zaman partilerin içinde de kolları, hatta kendi partileri vardır. O kollar onları bir yolunu bulup her seferinde korur. Güçlüdürler; ancak dediğim gibi bu güçleri öyle çok yetenekli, becerikli ve cesur olmalarından kaynaklanmaz. Bütün güçlerini dokunulmazlıklarından, hedef seçtikleri kişilerin korunmasızlığından ve devletin yetkili organlarının üzerlerine gitmemesinden, tabii bazen de kimi yetkililerin kendileriyle işbirliği içinde hareket etmesinden alırlar. 6-7 Eylül olayları buna en somut örnektir, 27 Mayıs darbesinden sonra Menderes ve arkadaşları bu olaylardan dolayı da yargılanmışlardır. Zaten “derin devlet” adını da bu işbirliğinden alıyor.
Sanırım son zamanlarda devlet de bunların kirli işlerinin artık ülkenin istikrarını, bütünlüğünü ve varlığını tehdit edecek boyuta ulaştığının farkına vardı ki müdahale etme gereği duydu. Son operasyonlar bunun işareti olsa gerek. En azından öyle olacağını umalım. Bakalım nereye kadar gidecek? Öncekilerde olduğu gibi en kritik noktalarda kesilecek mi? Yoksa devletimiz nihayet gerçekten ciddi bir devlet olduğunu gösterip artık bunlara dur diyecek mi?
Son yıllarda Türkiye’de öyle bir ırkçılık milliyetçilik havası estirildi, insanlar öyle öcülerle korkutuldu ki, “vatan kurtarma” iddiasıyla ortaya çıkan her türlü pespayelik toplumdan kabul görür hale geldi. Biliyorum artık bu toplumda bu çetelerin en iğrenç eylemlerine bile sahip çıkıp savunacak çok kişi var. Hrant Dink’in katiline türkü yakan, cinayetleri ve katilleri alkışlayan, onlara destek vermek için stadyuma beyaz bere takıp gelen sayısız kişi var. Bunu milliyet.com.tr’nin okur yorumlarına baktığınız zaman bile görmeniz mümkündür. En adi eylemlere bile destek yorumları geliyor.
Bu durum bazılarını “bu ülkede ne kadar çok vatansever var” diye sevindirebilir ama kafasında biraz akıl, kalbinde birazcık vicdan taşıyan herkes, katillerine alkış tutan bir toplumun pek de sağlıklı olamayacağını, böyle giderse kendisini bir arada tutan tüm erdemlerin yavaş yavaş eriyip yok olacağını, bunların ortadan kalkmasıyla en sonunda toplumun kendisinin parçalanıp yok olacağını bilir. İddialara göre, aralarında Orhan Pamuk, DTP milletvekili Ahmet Türk, gazeteci Fehmi Koru, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in bulunduğu bazı kişilere suikast yapılacakmış. Bunun Türkiye’yi nasıl bir kargaşaya sürükleyip belki de bir iç savaşa yol açacağını ve sonuçta o çok korkulan bölünmenin gerçekleşeceğini tahmin etmek zor değil.
Belki aslında onlar da bunu istiyorlardır. Yani öyle kendilerinin iddia ettikleri gibi, ülkenin bütünlüğüyle falan hiç alakaları, ya da onların sempatizanlarının sandığı gibi öyle “vatan sevme” gibi bir düşünceleri yoktur? Vatan, devlet, bayrak edebiyatı yapmaktaki amaçları öyle vatan sevgisi falan değil, tek amaçları kendi küçük, kirli çıkarlarıdır. Ne dersiniz sayın seyirciler?
<ı>Resim: http://mistabobby.deviantart.com/art/Demon-of-the-Fall-14748983