Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

14 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin delileri-5

Memleketimin delileri-5
 

Memleketimde deliden bol ne var?


Al-Makam, Burcu Pansiyonun tombul sahibesiyle yaptığı sıkı bir pazarlıktan sonra üç günlüğüne 60 liraya anlaşmıştı. Memleketimde, birkaç gün de pansiyonda kalmaya karar vermişti. Odası cadde üzerinde sevimli ufacık bir yerdi. Tuvaleti ve banyosu da içindeydi.

Odadaki dolaba eşyalarını yerleştirdikten sonra tuvalete girdi. Tuvalet duvar ile lavabo arasındaki daracık bir yere sanki zorla sıkıştırılmış gibi duruyordu. Sığıp sığamayacağını düşündü, lavaboyu biraz iteledi, sanki lavabo biraz ileri gitmiş gibi geldi ona.T uvalet taşına oturmasıyla kalkması bir oldu, çünkü fazla uzun bırakılmış olan tarat borusu altına batmıştı. Tuvalet kağıdı rulosundan biraz kopararak boruyu kağıtla tutup hafifçe eğdi. Belki şimdi oturabilirdi. Bir kere daha oturmayı denedi. Oturmasına oturdu ama oturduktan sonra da kımıldamasına dahi imkan olmadığını gördü. Kilolu birisinin herhalde burayı kullanabilmesi çok zor olacaktı. İşini bitirdikten sonra lavaboyu devirmemeye dikkat ederek yavaşça kalktı, ellerini yıkadı. Dolması için gerekli süre geçtiği halde rezervuardan sürekli su sesi geldiğini fark etti. <ı>”Bu devamlı akarsa, gece işimiz iş!Uyumak bu sesten dolayı mümkün olmaz.” diye düşündü.

Aşağıya indi, pansiyonun kaldırıma koyduğu üç masadan birisine oturup tombul bayandan bir çay rica etti. Diğer masalarda da insanlar vardı, ama onlar hiç de pansiyonda kalan müşterilere benzemiyorlardı. Memleketimin yerlisi olmalıydılar. Biraz soluklanmak ya da sohbet etmek için oturmuşlardı. Yan masadaki 50’li yaşlarda iki bayanın konuşmalarına kulak kabarttı:

<ı>-Sorma Aylacığım, gittiğime gideceğime pişman oldum. Sabahın köründen akşama kadar bekledim, ancak iki tane ilaç alabildim. Hastaneye sağlam gittim sinirden hasta döndüm. Bin bir ayak bir yerde. O kadar hasta mı var bu memlekette? Eğer gelenlerin hepsi gerçekten hasta ise vay bizim halimize!

<ı>-Ne olacak şekerim, doktora giden tam tedavi olamıyor ki. Geçen gün ben de gittim, bana verilen sıra 108 numaraydı. Giren bir-iki dakikada doktorun yanından çıkmak zorundaydı. Bu sürenin içinde muayene ile beraber kayıt ve reçete yazılması da var. Doktor bazen muayene bile etmeden, neyin olduğunu sorup reçeteyi yazıyor. Seninle hiç ilgilenmiyor.

<ı>-Bazıları da bir çok hastayı özel muayenehanelerine yönlendiriyorlarmış. Orada tepeden tırnağa muayene ederler belki!

<ı>-Nerdee? Özel muayenesine de gittim bir doktorun. 70 liramı aldı, ama gene hastanedeki kadar vakit ayırdı. Öğlen yemeği arasında muayenehanesine gelip özel hastalarına bakıyor, orası da tıklım tıklım. Kırk beş dakika vakti ya var ya yok, çünkü oradan çıkıp hastanedeki öğleden sonraki hastalarına bakacak.

<ı>-Belki özel muayenehanesine gidersen hastanede daha iyi davranır. İlaç yazarken biraz cömert olur.

<ı>-O avantajı var tabii. Teşhis tam konulamayınca hastalık da tam tedavi edilemiyor. Aynı insanlar durmadan doktor kapılarını aşındırıyorlar.

<ı>-Hastanede beklerken ellerinde kocaman çantalarıyla doktorların yanına teklifsiz giren o ilaç pazarlamacılarına çok kızıyorum. Onların çaldıkları zaman da bizim zamanımız değil mi?

<ı>-Haklısın, onlara söylenenleri çok duydum ama yüzlerine karşı bir şey söyleyeni görmedim.

Konuşma hastalık ve hastane üzerine devam edip gidiyordu. Al-Makam daha önce hastaneye gitmişti, ama kendi derdine düştüğünden ne olup bittiğini anlayamamıştı. Yarın erkenden hastaneye gidecek ve olanları yakından görecekti.

***

Al-Makam sabahın oldukça erken bir saatinde kalktı. Pansiyonun kapısını açmak istedi ama açamadı. Çünkü sahibesi bu kadar erken bir saatte uyanmazdı. Kapıyı zorlayınca çıkan gürültüye uyandı ve uykulu şaşkın gözlerle ona bakarak kapıyı açıp uykusuna devam etmek üzere odasına yöneldi.

Al-Makam hastanenin bahçesine adımını atar atmaz keskin bir ilaç kokusu burnuna geldi. Ağrıyan karnını tutarak ilerlemeye çalışan 16-17 yaşlarında bir genç çocuk, bir kadının koluna girerek yürütmeye çalıştığı ama aslında sürüklediği 75-80 yaşlarında bir ninecik, topuklu ayakkabılarının çıkardığı sesi zevkle dinleyerek bahçede dolaşan bir genç kız, çöp bidonlarının yanında adeta pusuya yatmış gibi gizlice sigaralarından çekmeye çalışan kadınlı erkekli altı-yedi kişi, hiçbir şeye aldırmadan orada bulduğu plastik çay bardağına ayağıyla vurarak oynayan bazen de bu oyundan zevk aldığını gösteren sevinç çığlıkları atan dört yaşlarında bir çocuk ve onu gözetleyen başı örtülü bir kadın, telaşla oraya buraya koşuşturan beyaz önlüklü görevliler… Kısacası, ne yaptıkları anlaşılmayan ama bir arada bulunan toplu bir insan yığını hastane bahçesinde göze çarpıyordu. Ortam genelde sakin ve sessizdi ama birden ağır bir vasıtanın önce motor, sonra ise fren sesi bu sessizliği bozdu. Hatta korkuyla bazı insanlar oraya buraya kaçışmaya başladılar. Kimisi :

<ı>-Yuhh ayı!

<ı>-Sürücü değil kasap bu kasap !

<ı>-Sabah sabah gebertecek bu adam bizi.” diye söylenenler de vardı.

Bu konuşmaları duyan sürücü “Tıbbi atık aracı “ yazan çöp kamyonunun camından başını çıkarıp cevap verdi:

<ı>-Korkma teyzem. korkma dayım, korkma bacım! Biz kimseye zarar vermeyiz. Yıllardır sallarım bu direksiyonu, daha bir tane bile vukuatım yok!

Bunu duyan yaşlı bir kadın öfkeyle:

<ı>-Belki de bugün ilk vukuatın biz olacaktık, boş boş konuşma da işine bak . Zaten buradaki insanların derdi onlara yetiyor, diye bağırdı

Sürücü sırıtarak camdan bir kez daha baktı. Arabayı birkaç metre geriye çekti ama sesini çıkarmadı.

Hastane binasının giriş kapısına yaklaştıkça kalabalık artıyordu, çünkü birçok yönden gelen insanların hepsinin hedefi bir an önce o kapıdan girmekti. Buradan önce girmek içeride muayene için gerekli olan barkotu da önce almak demekti. Barkot dağıtan gişelerin önünde yüzlerce insan şimdiden birikmişti. Al-Makam da barkot kuyruklarından birine girdi. Orta yaşlarda bir adam kalabalığı görünce yanındaki kadına :

<ı>-Sözüm ona erken geldim diye seviniyordum. Baksanıza şu önümüzdeki insan çokluğuna. Bu insanlar hiç uyumadan gece yarısı geldiler herhalde buraya. Bugün gözden gene muayene olamam ben, bana gelinceye kadar kontenjan dolar. Ama şansımı bir kere daha denemek istiyorum.

Bir hayli önlerde bulunan bir kadın:

<ı>-Doğru tahmin ettiniz beyefendi, geçen hafta sabah altıda girdim kuyruğa ve tam üç saat sıra bekledim ama muayene olamadım. Diğer poliklinikler böyle değil, göz hastası çok ama bakan doktor az.

<ı>-Çile çekmek bizim gibilerin kaderi galiba. Baksanıza kuyruklarda iyi giyimli kimse var mı?

Bu iyi giyimli lafı bazılarının canını sıktı, hatta homurdananlar bile oldu, ama bunun kendileri için bir hakaret olduğunu söyleyebilecek kimse çıkmadı. Köylü bir adam karıştı konuşmaya:

<ı>-O dediklerinin vardır parası, gider özele. Orada ne sıra vardır ne de beklemek. Bizi burada bir dakikada kontrol eden doktorlar orada onlara saatlerce bakarlar. Bir dakikada benim hastalığımı nereden bilecek? Geçen benim süt ineği hasta oldu, çağırdım bir veteriner tam bir buçuk saat uğraştı hayvanla.

<ı>-Senin süt ineği kaç para eder?

<ı>-Üç-dört bin yapar yeni parayla.

Bu muhabbete kızanlar da vardı. Bu konuşmaları boş buluyorlardı. Sessizce de olsa:

<ı>-Sıktı artık! Sözcükleri bazı dudaklardan dökülüyordu.

Yarım saat sonra kalabalık iyice arttı. Kalabalığın artışıyla insanların üzerine gişelere doğru bir iteleme tazyiki gelmeye başladı. Bağıranlar hatta çığlık atanlar oldu. Bu kargaşayı fırsat bilen bazı uyanıklar kuyrukların ön tarafından yer kapmak için harekete geçtiler. Kuyrukta bekleme deneyimi olanlar bunu hemen fark ettiler ve bir karşı hamle ile cevap verdiler :

<ı>-Lütfen araya girmeleri önleyelim. Herkes önündeki insana iyi dikkat etsin!

İlk başlarda kuyruktaki insanlar tek başlarınaydı, fakat zaman ilerledikçe bilhassa en öndeki insanların yanında onlarla sohbet eden birkaç kişi beliriverdi. Bu eklenen insanların çoğu oradakilerle ne akraba, ne arkadaş ne de komşuydu. Ön sırada bulunmanın birden yarattığı bir çekicilikti bu…

Gişeler nihayet açıldı ve işlemler başladı. Herkes derin bir “Ohh!” çekti. Biraz sonra aradan yarım saat geçmesine rağmen bir adım bile ilerlememiş olan insanlar bunun nedenini araştırmaya başladılar. Arkalarda bulunanların bekleme nedenini doğru tahmin etmelerine imkan yoktu. O yüzden arka sıralardan homurtular yükseliyordu. Sırada olmadığı halde bir yolunu bulup ön sıralara yerleşen birisi gerilimi azaltmak için:

<ı>-Bilgisayarlar bozuldu, bilgisayarlar arıza yaptı. Tamir etmeye uğraşıyorlar, diye arka sıralardan da duyulabilecek bir sesle bağırdı.

Biraz sonra bilgisayarların sesi duyuldu. Başka zaman rahatsız olacağı bu bilgisayar sesi birçok kişiye huzur vermişti. Ümitle bekliyorlardı.

Arka sıralarda oldukça kilolu bir bayan belini tutarak kıvranmaya başladı. Yere düşmek üzereyken yanındakiler tuttu, kaldırdı. Gözleri büyümüş ve alnından terler boşalıyordu. Birisi:

<ı>-Kardeş sen şuraya otur, sıran gelince sana haber veririz.

<ı>-Senin şikâyetin ne?

<ı>-Şikayeti ne olursa olsun, baksanıza duramıyor kadıncağız! Öndekiler izin verin de işlemini yaptırsın.

Bu teklif birçok öndeki kişinin canını sıkmıştı. Hayır diyenler çoğunlukta ama en öndeki bir adam:

-<ı>Bir kişiden ne çıkar. Gelsin yaptırsın, deyince iki kişi hasta kadının koluna girerek gişe önüne getirdiler ve hem hasta kadının hem de kendi işlemlerini yaptırdılar. Böylece arkadakilerin bekleme süresine biraz daha zaman eklemiş oldular.

Beklemekten canı sıkılan Al-Makam ortalığı hareketlendirmek için:

<ı>-Bize bu yaptıkları tam bir gâvur eziyeti. Aslında gavurların günahını alıyoruz, çünkü onlar hasta olan birisine bu kadar acı çektirmezler, dedi ve etraftan tepki gelmesini bekledi. Ancak hiç kimse en ufak bir tepki göstermedi. ”Korkaklar!” diye düşündü kendi kendine, ama iyice sinirlenmişti. Tam o sırada önündeki bayanın işi bitmiş sıra ona gelmişti ki önündeki bayanla konuşan diğer bir bayan gişenin önüne atlamıştı bile.

<ı>-Hanımefendi siz sırada değilsiniz, sıra bende. Lütfen kuyruğun en arkasına geçiniz.

<ı>-Herkes şahit, ben saatlerdir bekliyorum burada. Sırada olduğumu siz de gördünüz.

<ı>-Evet ama siz oraya sonradan o bayanla konuşmaya geldiniz, dedi ve diğer bekleyenlerden destek istercesine gözlerine baktı. Hayret, gene destek yoktu. ”Lanet olsun” dedi ve ısrardan vazgeçti.

Kadın, bu suskunluk üzerine sevinerek elindeki poşetten sağlık karnesini çıkardı ve gişeye uzattı. İki-üç dakika süren işlemden sonra tekrar elini poşete attı ve bu sefer üç tane daha sağlık karnesi çıkararak gişeye uzattı. Kadını izleyen Al-Makam’ı bu son hareket iyice çileden çıkardı:

<ı>-Hanımefendi, bütün mahallenizin sağlık karnelerini toplamışsınız. Hak etmediğiniz halde kendi işinizi yaptırdınız, üstüne üstlük üç kişinin işini de yaptırmak istiyorsunuz. Burada bekleşen bu insanlara saygısızlık yaptığınızın farkında mısınız? Yoksa bu kadar insan aptal da bir tek siz mi akıllısınız? Memur hanım, lütfen bunu önleyin ve o karnelere işlem yapmayın!

Görevli memur bu isteği duymamazlığa geldi ve eskisinden daha hızlı bir şekilde işini yapmaya koyuldu. Arada bir Al-Makam’a da bakıyor ve adeta “Bana ne!” demek istiyordu. Yan sıralardan birinde küçük bir çocuk annesine bir şey sormak istedi ama annesi onu :

<ı>-Sus! Bak orada kavga oluyor ve ben senin yüzünden duyamıyorum. Sesini kes de ne olduğunu anlayayım, diyerek engelledi.

Yaşlı bir kadın :

<ı>-Ayıp, ayıp. Hem de çok ayıp! Ne günlere kaldık yarabbi! diyordu ama kimi kınadığı hiç de belli olmuyordu.

<ı>-Kavga bitse de memurlar rahat çalışsa! Yoksa daha saatlerce bekleriz burada.

<ı>-Adam doğru söylüyor, ama biz kendi hakkımızı savunmasını bilmiyoruz.

<ı>-Savunsan ne olacak, kötüler ve kötülükler bitecek mi?

<ı>-Belki kadının acelesi var. Yaptırsın işini canım.

Şeklinde kavga ile ilgili birçok görüş ortaya kondu. Kadına itiraz eden Al-Makam’ın dikkatini gişede oturmakta olan hastanenin güvenlik görevlisi çekti. Hemen ona yöneldi:

<ı>-Beyefendi buradaki düzeni ve sırayı sağlamak sizin göreviniz değil mi? Lütfen bu bayanı sıradan çıkarınız!

Bu sözler güvenlik görevlisinin hoşuna gitmedi, ama birden yerinden fırladı. Onu gören de hemen problemi çözecek sanır. Oysa o hareket, oradan kaçış içinmiş. Çünkü daha sonra saatlerce oralarda güvenlik görevlisi gören olmadı.

İşi biten kadın ağır ağır dört tane sağlık karnesini poşetine yerleştirirken bir yandan da arkasındaki Al-Makam’a kötü kötü bakıyor ve herkesin duyabileceği bir sesle söyleniyordu:

<ı>-İnsanlarda acıma duygusu kalmamış, benim ayakta duracak halim yok. İnşallah Allah sana da bir hastalık verir, o zaman benim derdimi belki anlarsın!

<ı>-Hem suçlusun hem de güçlüsün. Haksız yere iş yaptırdın, bir de utanmadan söyleniyorsun. Pes doğrusu! Burada bekleyenlerin hepsi hasta, keyif için hiç kimse bu daracık yerde saatlerce beklemez, dedi Al-Makam.

Kadın söylene söylene uzaklaşırken Al-Makamın arkasındaki adam:

<ı>-Sana beddua ediyor.

<ı>-Etsin. Meşhur sözdür: Köpeklerin duası kabul edilseydi her gün gökyüzünden kemik yağardı.

İnsanlar altı sıra kuyruk olmuşlardı ve kuyrukların sonu binanın çıkış kapısına dayanmıştı. Ötekilerin yanında çok kısa görünen ve birçok kişinin özenerek baktığı yedinci kuyruğun gişesinde “Acil barkot” yazıyordu. Durumları acil olmadığı halde orada da şansını deneyenler yok değildi.

<ı>-Bayılmak üzereyim, üzerime bir fenalık geldi.

<ı>-Kardeş o zaman acile geç.

<ı>-Acil öteki bölümlere göndermiyor. Oradan sadece acil kısmına gidebilirsin.

<ı>-Şu bey oradan işlem yaptırdı, ona soralım. Beyefendi affedersiniz ama hangi bölüme gideceksiniz?

<ı>-Sizi neden ilgilendiriyor anlamadım, ama gene de söyleyeyim: Dün dahiliyede işlerim yarım kalmıştı, bu yolla tamamlayabileceğimi söylediler.

<ı>-Bak, gördün mü, benim dediğim çıktı.

<ı>-Ben vazgeçtim acile gitmekten. Orası işimi yapmazsa buradaki sıramdan da olurum.

<ı>-Kızım bebek arabasıyla sırada beklemek zor olur. Şurada bekleyen annem var, yaşlı olduğu için oraya oturttular. İstersen bebeği onun yanına bırak.

<ı>-Olur mu teyze, ya çocuğumu çalarlarsa?

<ı>-Aşk olsun biz öyle şey yapar mıyız?

<ı>-Ama ben sizi tanımıyorum ki…

<ı>-Kızım git acile. Senin bebeğin var, s öyle sana barkot verirler.

<ı>-Bu kadın da her önüne geleni acile gönderiyor. Ona kalsa herkes acillik!

diye düşündü Al-Makam. Barkot alma işini bitirmişti ki, tam bu sırada en arka sıralardan bir bayanın:

<ı>-Eyvah, soyuldum, yetişin kaçıyor! diyerek attığı çığlık duyuldu. İnsanlar birbirine karıştı, sıralar bozuldu, öndekiler arkaya arkadakiler ise öne doğru hücum etti. Ne soyulan ne de kaçan vardı. Az sonra sıralar yeniden oluştu ama bir çok kişi öndeki yerini kaybetmişti. Anlaşılan bu çığlık da yeni bir sıra kapma taktiğiydi.

Daha önce önde olanlar bu yeni sıralamaya itiraz ettiler, eski yerlerine geçmek istediler. Öndekiler tabii ki buna yanaşmadılar. İtişmeler, kakışmalar başladı. Biraz sonra da yumruklar konuştu. Çantalar, sağlık karneleri havada uçuşuyordu. Doktor kapılarında bekleyen hastalar, doktorlar ve hastane personeli kavganın olduğu yere doluştu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu:

<ı>-Galiba birini soymuşlar.

<ı>-Bomba koyarken birini yakalamışlar.

<ı>-Hamile bir kadının sırada sancıları tutmuş.

<ı>-Olay çıkarmak isteyen bir grup ortalığı karıştırmış.

<ı>-Bir bayanın çocuğunu kaçırmışlar, gibi çeşitli tahminler yapılıyordu.

Al-Makam, tam da kavganın ortasında kalmıştı. Yüzünde tırmık izleri vardı, gömleğinin iki düğmesi de kopmuştu. Buradan kurtulmanın çarelerini ararken bir el omzuna dokundu. Başını çevirip baktığında tanıdık bir yüz görmenin verdiği sevinçle gülümsedi: Karşısındaki kişi Psikiyatrist Hayati beydi.O da gürültüye koşanlar arasındaydı. Kendisine yardımı dokunacağını sanıyordu ama durum tamamen tersineydi. Hayati bey:

<ı>-Sevgili hastalarımız lütfen sakin olun! Olayı yaratan kişiyi biliyorum. İşte yakaladığım bu şahıstır, diye Al-Makam’ı işaret ediyordu. O bir şey yapmadığını söylese de ona kimsenin inanacağı yoktu. Hayati bey:

<ı>-Sakın kim olduğunu söyleme Al-Makam müsveddesi. Demek ki geçen gün buraya Al-Makam olarak bugün ise bir terörist olarak geldin. Görevliler yakalayın bunu ve hemen 46’lıların koğuşuna götürün!

İtirazları para etmedi. Üç tane hastabakıcı karga tulumba aldılar adamcağızı ve emredilen yere götürdüler.

Barkot sırası bekleme yerinde artık her şey normale dönmüştü. Öyle ya suçlu bulunmuştu. Al-Makam’ın az önce konuşmaya çalıştığı adam:

<ı>-Terörist olduğunu zaten anlamıştım. Beni tahrik etmeye çok çalıştı ama kandıramadı, diyordu yanındakilere.

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara