Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin delileri-4

Memleketimin delileri-4
 

Memleketimde yangın var...


Al-Makam’ın Memleketim’e gelişinin yedinci gecesi önemli bir olay yaşandı. Bu olay, Memleketim tarihçileri tarafından “Mikdat Yangını” olarak kaydedildi.

Mikdat beyin Aşiyan Caddesi üzerindeki lisenin hemen bitişiğinde tekstil üretimi yapan bir fabrikası ile onun üç yüz metre kadar ötesinde, sekiz dönümlük orman arazisine sahip tripleks bir villası vardı.

Okula bu kadar yakın bir arazide bir fabrikaya nasıl ruhsat verildiği bazı Memleketimliler tarafından sorgulandı ise de Mikdat bey onlara:

<ı>-Ben bu fabrikayı yaptığımda burada ne okul, ne cadde ne de ev vardı, diye cevap verirdi.

Diyelim ki fabrika ile ilgili söyledikleri doğrudur. Peki orman arazisi içinde bir sürü ağaç arasına tripleks villayı nasıl kondurmuştu? Villanın kaçak olduğu besbelliydi, fakat kimse bundan fazlasını söylemeye cesaret edemiyordu.

O gün Mikdat beyin villasında gündüz başlayan hareketlilik akşam da devam etmişti. Hizmetçiler sağa sola koşuşturuyorlar; tabaklar, yiyecekler bir yerden bir başka yere taşınıyordu. Kalın zincirlerle bağlı ayı kadar iri üç tane köpek, bu gece durmadan, gelene gidene havlıyordu.

Akşam yemeğini yiyen Mikdat bey ve davetliler, kahvelerini yudumlarken bir yandan da gülüşerek sohbet ediyorlardı. Kahve faslından sonra Şark Köşesi’ne geçtiler, tepsiler içine hazırlanmış içki ve mezelerini yavaş yavaş tüketmeye başladılar. İyice duyulsun diye müzik setinin sesini de sonuna kadar açtılar.

Gecenin ilerleyen bir saatinde villanın bahçe kapısının önüne yaklaşan bir minibüs, görevlileri alıp gittikten sonra içeride Mikdat bey, üç erkek arkadaşı ve dört tane yabancı uyruklu bayan kalmışlardı.

Aceleyle evi terk eden hizmetçilerden birisi, içi su dolu cezveyi yanan ocağın üzerinde unutmuştu. Daha doğrusu kapatıyorum sanıp yanlışlıkla ocağın düğmesini ters tarafa çevirmiş, yani ocağı söndürmemiş sadece ateş miktarını kısmıştı. Ocak yavaş yavaş yanarken cezvenin içindeki su da ısınıyordu.

Mikdat bey, Döviz Rıza, Taklitçi Avni ve Beş Dakika Mehmet içtikçe keyifleniyor, keyiflendikçe de her şeye gülüyorlardı. Hele yabancı bayanların çat pat konuşmaları onların kahkahalarını patlatmaya yetiyordu.

Döviz Rıza bankacıydı. Kredi işlerinde Mikdat beye oldukça yardımı dokunuyordu. Bu alemin düzenlenme nedeni de Rıza’nın en son ayarladığı yüklü bir kredi idi. Mikdat <ı>“Bunu becer, seni öyle bir yaşatayım ki hiç unutamayasın!” demişti.

Taklitçi Avni, aşırı neşesiyle bu tip eğlencelerin vazgeçilmez bir üyesiydi. Bazen taklit de yapmaya kalkar, ama pek beceremezdi. Zeki Müren’i taklit ederken halk müziği söylediği, Ayhan Işık’ı taklit ederken Erol Taş gibi konuştuğu çok olurdu.

Beş Dakika Mehmet fotoğrafçıydı. Her türlü fotoğraf işini beş dakikada teslim etmeyi garanti ederdi. Bu tür gizli eğlenceleri yanında getirdiği küçük bir fotoğraf makinesiyle ölümsüzleştirir, çektiği filmleri itina ile dükkanında basar ve gizli bir bölmede onları saklardı. Daha sonra fotoğraf dükkanında buluştuklarında resimlere bakıp bakıp anılarını tazelerlerdi.

Ocaktaki cezvenin içindeki suyun önemli bir kısmı buharlaşmıştı. Saat de 01’e geliyordu. Herkes bayan arkadaşını alarak bir odaya çekildi. Mutfağa bakmak akıllarının ucundan bile geçmemişti.

Saat 02’ye yaklaşırken cezvenin içindeki su tamamen bitmiş, maden kısmı ateş gibi kızarmış, tahta sapı da yanmaya başlamıştı. Daha sonra ise cezvenin yanan sapından mutfağın zeminindeki halının üzerine düşen ateş parçaları halıyı tutuşturmuş, halıdan yükselen alevler de perdeleri sarmıştı. Villanın içi duman doluydu ve alt katta göz gözü görmüyordu.

Mikdat bey ve misafirleri yangını fark ettiklerinde onlar için çok geç olmasa bile geçti, çünkü ancak canlarını kurtaracak kadar zamanları vardı. Dört erkek ve dört bayan elbiselerini bile alamadan kendilerini villanın bahçesine attılar.

***

Al-Makam, saat 02, 30 civarında dışarıdan gelen seslerle uyandı. Balkona çıkıp baktığında koşuşan bir sürü insan ve okul tarafından göğe yükselen alevler gördü. Etrafa yayılan duman oraya kadar gelmişti, burnu ve boğazı acı acı yanıyordu. Giyinip aşağıya indi ve yangının olduğu tarafa doğru koşan insanların arasına katıldı.

İtfaiye kasabanın öteki tarafında, dere kenarındaydı. Yangın yerine oldukça uzaktı. Yangın ihbarını alan İtfaiye Amiri sağa sola emirler yağdırıyordu:

<ı>-Acele edin, bu adamın günahları kadar yangını da büyük olur. Günahkarın günahları yanıyor, ama ne yaparsın görev görevdir! Siz gene de acele edin!

<ı>-Kimin yangını büyük olur amirim?

<ı>-Kimin olacak, Fabrikatör Mikdat’ın! Siz onu bunu boş verin de itfaiye aracının içi su dolu mu, onu söyleyin.

<ı>-Amirim, gündüz parklardaki çiçekleri sulamıştık, sonra da doldurmayı unuttuk.

<ı>-Allah kahretsin, tam buldunuz aracı boşaltacak zamanı…

Hortumları hemen yangın vanasına bağlayıp aracı doldurdular, ama oldukça fazla zaman da kaybetmişlerdi. Sirenlerini açtı ve yola çıktı Memleketim’in tek itfaiye aracı….

***

Mikdat’ın villasının yanına gelenler, çırılçıplak bayanları ve erkekleri bahçede saklanmak için oradan oraya koşuşurken görünce yangını bırakıp onları seyretmeye ve gülüşmeye başladılar.

Sarhoş Cemal, daha önce birkaç kundaklama olayına karışan, sonra yakalanan ama cezai ehliyeti olmadığı için her defasında serbest bırakılan Neron Tahir’e takılmadan edemedi:

<ı>-Oğlum Neron, bu işte senin parmağın var mı? Doğru söyle!

<ı>-Yok be sarhoş abim. Benim yangınlar bunun yanında çocuk oyuncağı sayılır. Baksana şu güzelliğe, şu muhteşemliğe… Seyrettikçe insanın içi açılıyor. Kocaman villa çatır çatır yanıyor, birazdan bir avuç külden başka bir şey kalmayacak. Sonra, bunu orman ve ardından da fabrika izleyecek. Bu macera kaçmaz! Kendime iyi bir yer bulup, işin tadını çıkaracağım.

<ı>-Yangın sapığı, ne olacak! dedi Sarhoş ve onun yanından uzaklaştı.

Neron Tahir’in dediği doğruydu. Yangın söndürülemezse kısa sürede her yanı sarabilirdi.

Saklandığı ağacın arkasından çıkan Mikdat bey, elleriyle bir önünü bir arkasını saklıyor, daha doğrusu sakladığını sanıyordu ve seyredenlere bağırıyordu:

<ı>-Utanmazlar, açıkta bi şey mi gördünüz de bakıyorsunuz? Elalemin şeyine bakacağınıza yangını söndürmeye yardım etsenize! O itfaiye denilen konserve kılıklı araba da nerede kaldı? Her şey yandıktan sonra mı gelecek?

Beş Dakika Mehmet, giysilerini alamamıştı ama nasılsa fotoğraf makinesi elindeydi. Bir ağacın arkasından hem yangının hem de toplanan insanların fotoğraflarını çekiyordu.

Çalılar arasında saklanmaya çalışan Döviz Rıza’nın her tarafı yara, çizik içindeydi. Vücudunu kaplayan kan çıplak görüntüsünü biraz örtüyordu. Acıdan inliyor, arada bir de çığlık atıyordu.

Yabancı bayanları şu sıra görebilen yoktu, ama aniden yangın yerine giren itfaiye aracının farları onların yerini de herkese gösterdi. Birbirlerine sarılmışlar, çıplak bir tek beden görüntüsü veriyorlardı.

İtfaiyeyi gören Mikdat bey, alaylı bir şekilde:

-<ı>Nihayet teşrif edebildiniz sayın yangın ekibi! Sizden bu işin hesabını mahkemede soracağım, dedi.

İtfaiye amiri:

<ı>-Mikdat bey, arabamıza roket mi takıp da gelecektik? Bu külüstürle bundan çabuk gelinmez. Arkadaşlar, villanın işi bitmiş. Onu bırakın önce ormana su sıkın, hiç olmazsa ormanı kurtaralım.

<ı>-Ne ormanı, ne kurtarması? Bırakın ormanı da önce benim fabrikamı kurtarın. Suyu fabrikaya sıkın ki tutuşmasın.

<ı>-Beyefendi, fabrika sadece sizin, oysa orman hepimizin. Öncelik ormanda!

<ı>-Bunu da size ödeteceğim.

Al-Makam bu konuşmaların ancak sonuna yetişebilmişti. Topluluktaki bazı konuşmaların ise tümüne tanıktı:

<ı>-Meczup Muammer “Allah Allah” deyip kafanı sallayacağına, sen bilirsin söyle bakalım bu yangının sebebi nedir?

<ı>-Balıkçı Sadi, bunu sadece ben değil, Allahın verdiği akla sahip olan her kişi bilebilir. Bu yangın şundan bundan değil bu insanların günahlarından çıktı. Günah ateştir, insanı sararsa insanı yakar, evin içinde günah işlenirse evi yakar. Ormanda da bu iş yapıldıysa ormanın da hiç kurtuluşu yoktur.

Mikdat, yanan villasına yaklaşmak istediği sırada üzerine bir parça ateş sıçradı. Acıyla haykırdı:

<ı>-Yandım anam!

Seyredenlerden buna bir cevap gelmede gecikmedi:

<ı>-Yananı Allah görür!

Bir başkası:

<ı>-Yanan kendi derdine yanar.

Villanın kontrollü bir şekilde yanması sağlanıp hem ormana hem de Mikdat beyin fabrikasına bolca su sıkıldı. Durgun, rüzgarsız bir hava vardı. Bu büyük bir şanstı. Bu sayede yangının yayılması önlenebilmişti.

İtfaiye birkaç kez gidip geldi, getirdiği son suyu villanın kızgın külleri üzerine boşalttı. Şiddetli bir “coozzz” sesiyle birlikte ortalığı büyük bir kül bulutu sardı. İnsanların çoğu sağa sola kaçıştı, ama orayı tamamen terk eden olmadı. Seyrin bitmediğini düşünüyorlardı.

Yanan ateş kalmadığından ortalık iyice kararması gerekirken aksine aydınlanmıştı. Çünkü artık sabahtı. İtfaiyeciler işleri bittiği için malzemelerini topladılar, araçlarına bindiler. Binlerce kişi araçlarına binen itfaiyecileri coşkuyla gönülden alkışladılar. <ı>”Memleketim sizinle gurur duyuyor!” sloganı ortalığı inletiyordu. Halkın alkışlarına itfaiye korna çalarak cevap verdi, bu aynı zamanda bir selamlamaydı.

Bilgiseverof Umursamaz Rüştü avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

<ı>-Thales’in teorisinin doğruluğunun kanıtlandığını binlerce kişi az önce burada gördü. Ne demiş üstat? ”Varlığın ilk ana maddesi yani arkhe su’dur.” demiş. Bir düşünsenize su olmasaydı bu gece bu şehrin hali nice olurdu?

Bazı kişiler:

-<ı>Galiba bilgiseverof haklı! derken bazıları da::

<ı>-Gene zırvaladı kaçık felsefeci, diyorlardı.

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..