Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin Delileri(Son Bölüm)-30

Memleketimin Delileri(Son Bölüm)-30
 

Memleketimin Delileri bu bölümde sona eriyor...


Al-Makam’ın görevine başlamasının ikinci günü Tıngırbank, kapısına kilidi vurdu. Çünkü batmıştı. Memleketimde birçok kişinin ağzını bıçak açmıyordu. Halkın deyimiyle “Ofu-Sor” hesaplarının dışındaki paraların tasfiye işlemleri tamamlanınca ödeneceği açıklandı ise de bu herkesi rahatlatmadı. Çünkü yüksek faizle bu hesap sayesinde geçinmeye alışmış olanlar her şeylerini kaybetmişlerdi. Hastalanıp yataklara düşenler, sinir krizleri geçirenler, hatta intihar edenler bile olmuştu. Evdeki “sen yatırttın, sen dedin” kavgaları da başlamıştı bile. Bu kavgaların bazıları da boşanmalarla sona erecekti.

Yüzlerce insan, sabahın erken saatlerinde Tıngırbank’ın önüne geliyorlar, akşama kadar umutla bekliyorlar, sonra da başları önlerinde evlerine dönüyorlardı. İki hafta sonra bekleyenlerin sayısı yarıya düşerken, daha sonraki bir haftada ise tek tük bekleyen kalmıştı.

***

Al-Makam, Memleketimde birçok şeyi değiştirmişti. Yaptıklarını beğenenler de beğenmeyenler de vardı. Beğenenler ötekilere göre oldukça fazlaydı. İddiacı Veysel bile beğenenler safında yer almıştı. Onunla birlikte, Kepir Osman, Balıkçı Sadi, Döviz Rıza, Hayret Bi Şey Tahir, Uyuşuk Hasan Kılkuyruğun Yerinde oturmuş bu konuyu tartışıyorlardı. Kepir Osman:

-Bu yeni Al-Makam burayı adam edeceğe benziyor. Baksanıza çöpler zamanında toplanıyor, sular akıyor, elektrikler kesilmiyor, okul önlerinde satıcı kalmadı, caddelerde bir tek çukur yok. Bir de biz gençlere iş sahası açsa!

Döviz Rıza, hemen karıştı lafa:

-Hepsi ilk göreve başladığında böyledir. Karar vermek için erken davranmayın. Bekleyin bir-iki sene daha geçsin. Hem baksanıza makamların çoğuna kaçıkları getirmiş. Anlatılanlara göre 46’lılar koğuşundaki arkadaşlarını bile ileride iş başına getirecekmiş. Bu kadarı da olmaz ki...

Bu sözlere İddiacı Veysel hemen itiraz etti:

-Göreve getirdiği adamları seçerken tek ölçüsü dürüstlükmüş. Baksanıza Sülük Saffet’in, Fabrikatör Mikdat’ın, Yalaka’nın, Sat Kaç Mümin’in ve onlar gibi birçoğunun artık esamisi bile okunmuyor. Hepsini uzaklaştırmış avanta yerlerinden. Görevini hakkıyla yapana ellemiyor. Lise müdürü yerinde, zabıta amiri yerinde, niyet müdürü ile konuşmuş ve onu da tekrar işinin başına dönmesi için ikna etmiş. Belediye başkanı yerinde, ama belediyede alt kademelerde çok değişiklik yapmış. Tren istasyonunun arkasındaki bahçe içinde bir bina var, orayı akıl hastanesi olarak düzenliyormuş ve bu işin başına da Bilgiseverof Umursamaz Rüştü’yü getirmiş. Demirkoparan’dan dürüst olacağına dair söz alıp onu da kurulacak olan çöp değerlendirme tesislerinin başına getirmiş. Aslında Demirkoparan’ın o bahçe demiri olayından başka bir suç işlediğini gören hiç olmadı. Bir kere uymuş şeytana, inşallah bundan sonra hep dürüst olur.

Uyuşuk Hasan:

-Şu otelleri, lokantaları, parkları da bir düzeltsin artık.

-Onlar da yavaş yavaş düzeliyor. Baksanıza belediye parkının düzenleme çalışmaları bitti, dışında artık bir tane bile et kesen, satan yok. Lokantacıları denetlemek için de Doymaz Hamit’i görevlendirmiş diyorlar, ama kesin değil. Yemek işinden de doğrusu en iyi Hamit anlar!

Balıkçı Sadi:

-Benim için hava hoş, giden ağam gelen de paşam. Benim rızkım ne devlette, ne şurada ne de burada; denizde denizde, dedi.

***

Al-Makam, hastanede 46’lılar koğuşunda yatan arkadaşlarını da unutmamıştı. Yeni akıl hastanesinin tadilat işlerinin bittiği haber verilince önce Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’nın sevgilisinin şehir mezarlığındaki mezarını buldurdu, oraya gitti, o kızcağızın ruhu için dua etti ve mezarın üzerindeki gülden bir tane dalıyla kopardı. Teleskop Alışveriş Merkezinden bir poşete sabun, şampuan, parfüm ve jöleleri, diğer poşete ise sigaraları doldurdu. 46’lılar koğuşunda verdiği sözü tutacaktı.

Bir tek Neron Tahir’in bulunması kalmıştı. O da çok zordu. Çünkü Neron Tahir, beş gün önce çok eski olduğu için içinde hiç kimsenin oturmadığı ahşap bir evi yakmış ve sonra da korkudan kayıplara karışmıştı. Her yer aranmasına rağmen bir türlü bulunamamıştı. Neron Tahir’in arandığını duyan Zabıta Amiri Çavuş Hilmi iki saat içinde onu bulup Al-Makam’ın yanına getirmişti. Korkudan tir titriyordu:

-Valla ben yakmadım, sadece yanarken seyrettim. Benim bir suçum yok, diyordu.

-Korkma, seni o yüzden çağırmadım. Sana birisinden selam getirdim.

-Kimden?

-Karın Deşen’den.

-Sen onu nereden tanıyacaksın ki Al-Makam bey? Gene de aleykümselam.

-Seni onun yanına götürsem, ister misin?

-İsterim, çok oldu görmeyeli. Özledim de.

-Haydi, yürü o zaman, gidiyoruz.

***

Resmi bir aracın hastaneye girdiğini görenler, bunun Al-Makam aracı olduğunu anlayınca durumu Başhekime bildirdiler. Teftişe gelmiş olmalıydı. Birkaç dakika içinde doktorlar dahil tüm personel Al-Makam’ı karşılamaya çıkmıştı koridorlara.

Başhekim odasında Al-Makam sordu:

-Neden tüm personel koridorlarda idi? Hastalara bu sırada kim bakıyordu?

-Sizi karşılamak için çıktılar efendim.

-Sizden ricam, bundan sonra bu karşılama törenlerini kaldıralım. Birisini karşılayacağız derken bir insanımızı kaybetmeyelim doktorsuzluktan veya hemşiresizlikten.

-Baş üstüne efendim.

-Tahir’i tanıyor musunuz?

-Evet efendim, daha önce birkaç kez hastanemize gelmiş, hatta biraz yatmıştı da.

-46’lılar koğuşundaki bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Birlikte oraya gitmek istiyoruz.

-Tahir’i götürürüz de, sizin oraya girmeniz sakıncalı olabilir.

-Bana bir zarar verebileceklerinden çekiniyorsanız, bu kaygınız boşuna. Bana bir şey yapacaklarını zannetmiyorum. Hem onlara bazı hediyeler de getirdik.

-Hediyeleri şimdi bir görevliye aldırırım. Sizin de yanınıza birkaç koruma vereyim, iyisi mi birlikte oraya gidelim. Ne olur, ne olmaz!

-İçiniz böyle rahat edecekse, dediğiniz gibi olsun.

Vakit öğleni biraz geçmiş olmasına rağmen Solon hariç öteki hastalar can sıkıntısından uyuyorlardı. Kapı birden açılıp içerisi insan dolunca Solon hem şaşırdı hem de korktu. Çünkü boş yemek kapları bile çoktan alınmıştı ve genelde bu saatte buraya kimse uğramazdı. Al-Makam’ı görünce şaşkınlığı endişeye dönüştü ve arkadaşlarına bağırmaya başladı:

-Arkadaşlar, çabuk kalkın. Bakın, kim geldi? Bizim Al-Makam gene yakayı ele vermiş, bizim koğuşa tıkalamak üzere getirmişler. Hem bu sefer Hayati değil de başhekim getirmiş. Kalkın hadi be, yoksa geberdiniz mi? Aaa, Neron da yakalanmış!

-Panik yapma Solon! Birazdan niye geldiğimi anlarsın, hani size geleceğim diye sözüm vardı ya, işte geldim!

Konuşmalar diğer hastaları da uyandırmıştı. Onlar da şaşkınlık içindeydi. Karın Deşen Jack, Neron’u görünce boynuna sarıldı, uzun bir süre kolları boyunlarından çözülmedi. Karın Deşen sordu:

-Gene ne yaptın da seni yakaladılar.

-Bir şey yapmadım. Sizi ziyaret etmem için Al-Makam beni buraya getirdi.

-Seni de inandırdı mı Al-Makam olduğuna?

-Sadece ben değil, bütün Memleketim inandı. Aylardır Memleketimi idare ediyor.

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa hemen sordu Al-Makam’a:

-Benim mektubu verdin mi? Sana ne söyledi?

-Verdim, bak o da sana bu gülü gönderdi.

Hemen gülü aldı, bir köşede gülü göğsüne bastırıp sessizce beklemeye başladı.

-Bu poşet sabun, şampuan, parfüm ve jöle dolu. Bunlar da herhalde senindi Fatih Sultan!

-Helal be, sözünün eriymiş bizim Al-Makam! Bizden olur da sözünü tutmaz mı hiç?

-Sağlığına zararlı, biliyorum ama bu poşettekiler de senin Hasan Sabah.

-Sigara mı dolu o poşet.

-Evet, dolu.

-Sağ ol! O zaman birer tane yakalım, sen de içeceksin değil mi?

Solon umutsuzca sordu:

-Benim isteğim olmadı değil mi Al-Makam? Onu yapmaya gücün yetmedi değil mi?

-Hiç tasalanma Solonum, o da oldu!

-Bırak eğleşmeyi...

-Hiç öyle bir şey yapar mıyım? Hepiniz hemen hazırlanın, çünkü buradan yeni yerinize daha doğrusu şifa evinize gidiyoruz. Başhekim bey, lütfen emir verin de yeni yerlerine arkadaşları nakletmek için bir minibüs, o yoksa bir ambulans hazırlasınlar!

-Baş üstüne Al-Makam bey!

***

İki saat sonra yeni yerlerine gidebildiler. Çünkü Fatih Sultan yeni evlerine kirli gidemeyeceğini, banyo yapmadan çıkmayacağını söylemişti. Israrlar onu kararından vazgeçirememiş ve herkes mecburen beklemişti.

***

Al-Makam yeni şifa yerinin demir bahçe kapısına elini koydu, küçük çocuklar gibi çimenlerin üzerinde debelenen, bazen de birbiriyle boğuşan bu dört hastaya gülümseyerek baktı. ”Allaha ısmarladık!” anlamında elini salladı, ama onlar onun gittiğinin bile farkında değillerdi....


-BİTTİ-

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..