Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Sıla mı Gurbet mi? ( 4 )

Sıla mı Gurbet mi? ( 4 )
 

Kavalın sesini sen de duydun mu, şu yollarda?


“Kezban”

( O, yemyeşil bir filizdi…) 

Ahmet, köyün camisine giderek Mahmut Hoca’yı buldu. Mahmut Hoca misafirlerini caminin hemen karşısındaki evine götürdü. Zehra da o sıra bahçede inekleriyle uğraşıyordu. Bahçenin tahta kapısının gıcırdamasıyla bir, başını kapıya çevirdi. Baktı, baktı ve baktı. Uzun uzun baktıktan sonra tanıdı Ahmet’i… Ahmet’in boynuna sarıldı. Ahmet’le Zehra Kezban’ın doğumundan bu yana görüşememişlerdi. 

Mahmut Hoca, Ahmet bu şehre geldiğinden beri şehire her inişinde Ahmet’le görüşürdü de Zehra kaç yıldır denk gelememişti Ahmet’e. Ahmet’in düğünü sırasında da Mehmet Hoca’nın anası öldüğünden düğüne de gidememişlerdi. Ahmet, o tek başına altından kalkmaya çalıştığı düğününde Mehmet Hoca’dan ve Zehra’dan bahsetmemişti eşine. Ama olsun, Selma’yı evliliklerinin ilk günü getirmişti ya amca kızının köyüne. Selma’nın gönlünü almıştı işte. Ahmet, bunları düşünedursun; Zehra iki iri gözyaşı damlasını damlatıverdi hemencecik. Ahmet’in arkasında duran Selma’yı gördü yaşlı gözleri. Ahmet’in Selma’yla evlendiğini duymuştu Mahmut Hoca’dan. 

Ahmet’ten ayrıldı, Selma’ya koştu Zehra. Kırk yıllık tanıdığıymış, kırk yıllık kardeşiymiş gibi sardı Selma’yı. Selma da ona sarıldı. Daha o ilk sarılışta Zehra’nın sıradan bir köy kadınından çok fazla olduğunu anlamıştı Selma. 

Hemen, evin ikinci katına çıktılar. Zehra misafirlerine çay demledi. Beraberce koyu bir sohbete daldılar, çayların demi sıra. Az sonra, büyüklerin yanına Kezban ve Mehmet de geldi. Selma, çocukların odaya girdiği o anda bir anne ile babanın ışıl ışıl hallerine baktı; bir de çocukların o isteksiz, ağır ve çekingen hallerine. Öyle ki, Selma’nın sorduğu her soruya çocukların yerine ya anneleri ya da babaları cevap veriyordu. Zaten, gençlerle istediği sohbet de birkaç cümle sonrasında tükeniverdi. 

Mahmut Hoca, köyünü anlattı genç evlilere. Zehra’yla nasıl evlendiğini, evliliklerinde söz sahibi olan teyzesi Hatice Ana’yı, Zehra’nın komşu ilçenin o ünlü halılarını nasıl iki sene içinde öğrenip de halı ustası olduğunu, arıcılığını, fırıncılığını, daha nice hünerlerini ve bereket dolu köyünü, büyük bir coşku büyük bir gururla anlattı. Zehra, kocasının yanında çok konuşmuyordu ama kocasının her cümlesinden sonra Zehra’nın gözleri daha bir parlıyordu. 

Mahmut Hoca, Selma’nın Halk Bilimi uzmanı olduğunu duyduktan sonra köyünün her detayını büyük bir zevkle anlatır oldu. Hele konu, köydeki okuma saatlerine gelince Mahmut Hoca daha bir keyiflendi. Selma’nın ağzı açık kaldı: Bir köyde Türk ve Dünya klasiklerinin okunduğu okuma saatleri ve bu okuma saatlerinin mimarı bir köy imamı… Daha gözleri neler görecekti ki? 

Çantasından hiç eksik etmediği not defterini ve kalemini çantasından ne zaman çıkardığını hatırlamıyordu Selma. Duyduğu, gördüğü, anladığı, hissettiği köyün ve evin içindeki her şeyi yazmaya başladı genç kadın. Ahmet bir ara, bir günlük eşinin bu tavrından rahatsız oldu. Mahmut Hoca, Ahmet’e “varsın, yazsın; biz memnunuz” dercesine baş salladı. Belli ki Hoca, okumanın olduğu kadar yazmanın da değerini biliyordu. Ve bu değere katkı sağlamak, onu mutlu ediyordu. 

Köyün- hatta köylerin- her özelliği, Mahmut’la Zehra’nın yaptıkları, gençlerin okuması bir bir konuşuldu dört büyük arasında. Gençlerin okuması deyince; evdeki gençler şöyle bir kıpırdandılar yerinden; evdeki büyüklerse derinden iç çektiler sanki. 

Mahmut Hoca keyifle anlatmaya devam etti kaldığı yerden. Sıra, çocuklarının ismine gelince aniden hüzünlendi Mahmut. Selma ile yeni tanıştığını bile bir anda unutuverdi: 

“Mehmet, benim babamın adıydı. Ben, on yaşındayken kaybettim babamı. Onun için, oğluma bu adı verdim. Kezban ismini de, ben verdim kızıma. Verdim de, isminin anlamını bilmeme rağmen, neden kızıma bu ismi seçtim? İnanın ben de bilmiyorum. Her “Kezban” dediğimde, bu gelir aklıma." 

Dakikalardır hiç konuşmayan Zehra, sanki Mahmut’un konuşmasının önüne geçmek için daha yeni getirebildiği ikram tepsisini yere koyarken: 

“Ahmet! Sen düğününden az evvel Karakulluk’a gitmişsin. Köyüm nasıl? Anamı gördün mü hiç? Nasıl ki anam, merak ettim.” 

“Hiç merak etme Zehra. Gayet iyi senin anan, benim Hatçe Yenge'm. Her zamanki gibi çok hamarat. Neredeyse tüm köy sözünden çıkmıyor. Hem bugünlerde yüzü bir başka gülüyor: ”Gülsema tıpkı benim kopyam!” diyor da başka bir şey demiyor. Sizlere de çok çok selamı var.” 

Zehra ile Selma’nın gözleri doldu yeniden. Ahmet’ten çekinmese Selma, ağladığını görmesinler diye, neredeyse Ahmet’in söylediklerini de yazacaktı, kâğıtların arasına yumulup. O gece, Zehra’nın evinde kaldı yeni evliler. Ertesi sabah, günün ilk ışıkları ve horozun ilk “kalk ötüşü” ile yola koyuldular. 

Selma’nın yol boyunca aklından Karakulluk, Gökşirin, Hatice Ana, Zehra, Mahmut Hoca birer birer geçip durdu. Önlerindeki bu yaz, o da Karakulluk’a gidecekti. Bu gerçeği biliyordu da… Rahatsızlığının nedenini bilmediği tek şey; kafasına takılan tek isimdi: ”Kezban”. Yine de çözemedi kendini: Bir körpecik kıza takılan ismin anlamı mıydı onu üzen? Bolluk içinde yüzen ama sesini çıkaramayan bir genç kızın acısı mıydı onu yakan? Ya Mahmut Hoca’nın onca neşesine inat, efkârlı gözlerinin acısına ne demeliydi? Mahmut Hoca’ya, yeni ölen annesi için “Başın sağ olsun!” demişler miydi?..Ya Karakulluk nasıldı ki? 

Kaplıca yoluna giderken, içinde yeniden bir şeylerin fokurdadığını hissetti Selma. O da Karakulluk’a gidecekti. O da bu diyarlardan taa Karakuluk’a, Hatice Yenge gibi gidecekti. Ona da, hiç bilmediği diyarlarda yenge diyeceklerdi. Allah’tan, onun gitmesi gibi, bir de geri dönüşü olacaktı. 

Dönüş yolu, geldiklerinden daha uzun geldi kadına… Kuvvet aldığı kavalın sesi taa derinlerden aynı kararda duyulmasına rağmen, gözlerinin önünde tek bir resim duruyordu, hâlâ. Mahmut Hoca’nın efkârlı gözlerinin acısını Selma da gözlerinde duydu bir an. 

Haykırmak istedi dağa taşa; sesi çıkmaz oldu, o cılız Kezban gibi. İşte o an birden bire, dağlar dağlandı aynı sesle: 

“Kezbaaan!..” 

Yegâh Elif Mirzâde 

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..