Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

04 Nisan '08

 
Kategori
Anılar
 

Mentollü şeker

Mentollü şeker
 

Kapıdan girdiği an gülümsemesi odayı aydınlattı. İncecik, uzun boylu, sarı saçları ve açık yeşil gözleriyle hepimizin kalbine ilk göz temasımızda taht kurdu.

İkindi vakitleri, TGEV ‘deyiz, birlikte iki ay geçireceğimiz misafirlimizle tanışma dakikalarını anlatıyorum.

Manchester’ den geliyordu, 19 yaşında, gencecik, daha çocuk sayılacak yaşta. Birinci Sınıf Üniversite öğrencisi, Uluslararası İlişkiler okuyan, Henry.

Türkiye Gönüllüler Eğitim Vakfı aracılıyla evimizde yabancı öğrenci ağırlamak istediğimizi bildirmiştik (herhangi bir ülkeden olabilirdi) . Böylece bir taşla üç kuş vurmuş olacaktık: eğitim gönüllere destek, yaza değişiklik ve heyecan katmak ve yabancı dilimizi büyük oğlumuzla birlikte geliştirme imkanı yakalamak.

Misafirimizi en iyi şekilde ağırlamak, onu mutlu edebilmek, aynı oranda bize de mutluluk verecekti.

Misafirperverlik, kanımıza işlemiş, biz Türklerin, genlerimizde var sanırım.

Henry uzun yolculuktan sonra yorgun görünüyordu.

Bir an önce evi göstermek arzusundaydık. İki ayını geçirecek olan Türkiye’den, ülkesine en iyi hatıralar götürmesi için ailecek, çoktan ellerimizi sıvamıştık. Kendimizi ülke temsilcisi olarak, seve seve atamıştık bile.

Çok iyi olmayan İngilizcemizle yine de sıcakkanlı bir temas kurduk, misafirimizi rahat ettirecek her şey için seferber olduk.

Yemek alışkanlıklarımız, salata tabaklarımız, banyo saatlerimiz, sabah kahvaltımız, uyku saatlerimiz ses tonumuza kadar her şeye yeni ev arkadaşımıza göre ayarladık.

Hafta sonu programlar hazırladık, bir an önce güzel ülkemizi tanıtmak ve göstermek için can atıyorduk. İki ay çok kısa bir süre gibi geliyordu, göstermek istediklerimiz için, zaman yetecek mi kaygısı taşıyorduk..

Mudanya sahilin en güzel yeri, Uludağ zirvesi, Zafer Plaza Eğlence Merkezleri, Kestel Şelalesi, Yalova Termal…..

Misi Köyde Doğal piknik, sıralıyorduk…

Misafirimizin cep telefonuna Türk kartları uyarlanamadığı için yeni bir cep telefon alarak, Türkiye’de olduğu sürece telefon görüşmeleri kolaylığını bile sağlamıştık. Her şey eksiksiz olmalıydı.

Evimizin kapı anahtarını uzattığımda, kocaman açtı gözlerini ve şaşkınlığını gizleyemedi Henry. Algılayamıyordu. Bir yabancıya, sadece birkaç saat tanıdığımız bir yabancıya ev anahtarı teslim edilebilir mi?

Hiç soru sormaz, kibar gülümsüyordu ve bizi şaşkınlıkla izliyordu.

Soru sormasına belki biz fırsat vermiyorduk, soru yağmuruna tutmuştuk onu çünkü: kardeşleri var mı, anne, babası teyze, hala, amcası, dedesi vs. her şey hakkında bilgi almaya çalışıyorduk, kız arkadaşı var mı diye bile öğrendik….

Henry ailemizin bir parçası olarak görmek hoşumuza gidiyordu, daha doğrusu biz onun ailemizin bir ferdi olarak kabullenmiştik, o pek konuşmuyordu kibarca gülümsüyordu sadece….

Dış görünüşüne çok önem veriyordu. Her akşam duşunu alır, dişlerini özenle fırçalar, saçlarına ve yüzüne kremler, jöleler sürer saatlerce ayna karşısında geçirirdi.

Karşımızda her zaman pırıl, pırıl bakımlı bir genç adam vardı.

***

Benim güzel ülkemin güzel insanların atasözlerini çok severim. “ Aslan yattığı yerden belli olur” der bir tanesi

***

“AMAN TANRIM, BU DA NE! ” Birkaç gün sonra Henry’nin odasındaki ilk girişimimin ifadesi böyleydi. Her taraf biri birine girmiş, dağılmış, havalandırılmamış, etrafta boş pet şişeleri, bisküvi kırıntıları ve ambalajları, kağıtlar, kitaplar, pasaportlar, telefonlar, kulaklıklar, elbiseler her şey bir tarafa ilgisizce savrulmuştu.

Özenle temizleyip teslim ettiğimiz oda tam bir kaosa dönmüştü. Yatağını bir görseydiniz bütün çarşaflar pikeler top haline getirilmişti. Bu yatakta nasıl yatılabilir?

Eşimle göz göze geldik ve ancak kaşlarımızı kaldırmakla yetindik, hayretler içinde.…

Biz yeni arkadaşımızı olduğu gibi kabul ettik ve yadırgamıyorduk. Odasını temizlemek için izin aldım ve toparlamaya koyuldum. Her şeyi yeniden düzenleyerek önemli bir şey atmamaya gayret ediyordum. Çöpleri bir poşete topladım ve Henry’nin yine de kontrol etmesini istedim. Çok mutlu görünüyordu gözlerindeki gülümsemeyle bana teşekkür ediyordu.

Elbiselerini bavuluna dizerken bir küçük paket İngiliz mentollü şekerleri ve bir kutu siyah İngiliz çayı gördüm. Yol için almıştı herhalde diye düşündüm ve yerine koydum.

Türk çayını pek sevdi Henry, her akşam terasta çay içiyor ve sohbet ediyorduk, oradaki yaşamdan, Türkiye’deki izlenimlerinden, Kraliyet ailesinden, Gelecekteki planlarından, Hong Kong hayallerinden ve Çince öğrenme gayretlerinden. Birlikte çözdüğümüz Sudokular, izlediğimiz Dünya Kupası maçlarını, dinlediğimiz oğlumun canlı çaldığı Johan Strauss’un o mükemmel “ Mavi Tuna” eserini.

Sayılı günler çabuk biter derken, ilk ay göz açıp kapayıncaya kadar bitmişti bile.

Bir akşam Henry mutfağa girdi, elinde İngiliz çay kutusu vardı. Büyük bir lütufla onu bize sundu ve birlikte ilk defa sütlü çay içtik. İlk tatlar çoğu zaman yadırganır, Henry bizim fikirlerimizi merakla bekliyordu onu üzmemek için güzel olduğunu söylemekle yetindik o büyük keiyf alarak sütlü çayını yudumluyordu.

Ziyaretler, geziler, dışarıda özenle seçilen yerlerde yenen yemekler derken iki ay anlamadan geçip gitmişti. Bizi hatırlaması için bir hediye almak istedik, ve kırdığı güneş gözlüklerin yerine, yeni güneş gözlüğü alma kararı aldık. Böylece Güneşli Güzel Ülkemizi de hatırlamış olurdu.

Henry'yi şık bir mağazaya götürdük, gözlük seçimini kendisine bıraktık.

Hiç itiraz etmeden büyük bir titizlikle seçti gözlüklerini. Teşekkür ederek, yine geniş gülümsüyordu.

Ayrılık zamanı yaklaşmıştı ve ben kaçıncı kez eşyalarını toparlamaya yardımcı oluyordum. Bavulun içindeki mentollü şekerlere yine ilişti gözlerim, açılmamışlardı hala.

Belki ayrılırken oğluma(o zaman 12 yaşında) verir diye geçirdim içimden, bir çok konuda kendisine yardımcı olmuş olan oğluma, onları biz kardeş gibi görmeye bile başlamıştık. Bu sembolik bir hediye olurdu.

“BU DA NE! ” Henry mutfaktan çıkmış elinde tamamını içemediğimiz İngiliz çay paketini geri almış ve bavuluna sıkıştırmaya çalışıyordu. Ev halkına aldığı hediyelerle bavulun içindekiler artmış, mentollü şekerler ve çay kutusu, fermuarları kapatma işini epey zorlaştırmıştı.

Yüzünde geniş gülümseme vardı yine…..

Henry’ yi otobüs otogarına kadar yolcu ettik, yüzüne pek yakışmış “ very expensive” (çok pahalı) adlandırdığı gözlükler vardı ve parlak dişlerini gösteren kocaman gülümsemesi.

Bavulunda açılmamış mentollü şekerler paketi ve yarısını birlikte içtiğimiz İngiliz çayı vardı.

Henry’ den bir seneden fazla oldu ne bir haber ne bir elektronik posta mesajı. Bilgisayarımızda kayıtlı resimler, elektronik posta ve ev adresleri hariç hiçbir şey onu hatırlatmıyor bize.

***

Biz ülkemizin temsilcisi, Henry kendi ülkesinin temsilcisi, çok küçük kesit olmasına karşı çok büyük bir anlam ifade ediyordu, yaşadıklarımız.

***

Bunları neden anlattım, geçen Pazar gazeteleri gözden geçiriyordum. Julide Ateş ve eşi muhabir Emre İskeçeli ile bir röportaj takıldı gözüme. Oğulları, var dört - beş yaşlarında, çocukla, doğdu günden itibaren, annesi İngilizce konuşuyormuş. Çocukçağız, restoranda, lavaboya gitmek için bile İngilizce konuşarak izin istiyormuş annesinden.

Hissettiklerimi tarif edemem! Acıdan da öte derim, belki!

Neredeyse tam bir gazete sayfası “önemli haber '.

Bunları anlatıyor olmak insanları daha uygar, daha üstün, daha ileri gitmiş mi yapıyor acaba? Bunlar anlatılmalı mı? Örnek mi olmalı? !

Çok sevdiğim ve çocuklarımın odasının duvarına astığım bir Çanakkale fotoğrafı belirdi hafızamda.

İki asker yan yana, elbiselerinde yırtıklar, ayaklarında ayakkabı bile yok, saygılı ve dimdik duruşları, kararlı ve masum bakışları.O fotoğrafı gerçekten çok seviyorum, bana çok şey anlatıyor.

Ülkemizi İngilizlerden kurtarmak için savaşmışlardı ve nice gencecik insanlar hayatlarını feda etmişlerdi.

Bu fotoğrafa her baktığımda içimde bir şeyler kopuyor, nefesim duruyor adeta, duygularımı kelimelerle ifade edemiyorum... ne yazık ki!

Bulgaristan’ da geçen çocukluğumun, kahramanları yoktu. Arkadaşlarımın, kahramanları Türklere karşı savaş vermişlerdi. Onlar benim kahramanlarım olamazdı ki!

Benim çocuklarımın kahramanları olmalıydı.Odalar bu resme bakarak büyümeliydiler! Çanakkale Şehitliğini görerek ve varlığının bilerek büyümeliydiler.

Tabii ki yabancı dil de öğrenmeliler, ancak ondan önce öğrenilmesi gereken daha önemli değerler vardır.

 
Toplam blog
: 144
: 1854
Kayıt tarihi
: 13.03.08
 
 

Doğduğum ve büyüdüğüm şehir Kırcali, Bulgaristan. Yıl 1964. Makina Mühendisiyim. Evli ve iki çocu..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara