Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '11

 
Kategori
Dostluk
 

Mert yürekler

Mert yürekler
 

Yürek yüreği; herhangi bir gölgenin altında ezilmeden görebiliyor mu ve yürekler hayat sahnesinde "isme ve sıfata" mertçe sarılabiliyor mu?


Geçen yıl bir blog yazmıştım; tanımak ve tanımlamak adına… “Adını koymak, isim vermek; ismi çevreleyen ya da sarmalayan bir sıfatı, alanın da verenin de gönül rızası ve hoşnutluğu içinde, tüm zamanlar, tüm durumlar ve tüm mekânlarda aynı incelik, aynı zarafet, aynı açıklık ve cesaretle kullanabilmek…”  diye başlayan. Bugünlerde de, yine hemen aynı konuda fakat biraz daha farklı bir açıdan “adını koymak, bir isim vermek, bir sıfatla anılmak” açılarından yüreğime takılan noktalar oldu…
Madem, takıldık; yine aynı yerden başlayalım o zaman:
Adını koymak, isim vermek; ismi çevreleyen ya da sarmalayan bir sıfatı, alanın da verenin de gönül rızası ve hoşnutluğu içinde, tüm zamanlar, tüm durumlar ve tüm mekânlarda aynı incelik, aynı zarafet, aynı açıklık ve cesaretle kullanabilmek…
Zordur bu… Fakat, unutmayın ki; zor olan, güzel ve kıymetlidir. Ve yine unutmayın; yürek, güzel ve kıymetli için yorulmalı ki, “hayat”, yürek taşıyan anlam kazansın.
İsimleri severim; isimlerin anlamı kadar, o anlamlı isimleri taşıyanların hatırına, isimleri hemen ezberlemeyi de… Bir de, sıfatlar vardır, sevdiğim… Hemen her insana, ilk görüşte bende kaldığı izleriyle,  yürekte bıraktığı tatla  –fakat, hayretlik ki; ilerleyen tanışıklıkta dahi isabet ettiğimi anladığım- yakıştırdığım “sıfat” hazinem de var, benim. İsimleri öğrendiğim gibi, insanlarla paylaşmak çok keyif verir bana da!.. Sıfatlar… Ah, o sıfatlar!.. Sıfatlara sıra gelince, dururum bir ân! Her yakıştırdığım sıfatı söyleyemem, bir çırpıda… Çoğu benimle kalır, sıfatlarımın. Herhalde, gün yüzüne çıkartıp da kullandığım sıfatlar, insanların güzel ya da olumlu, etkileyici özelliklerini vurgulayan sıfatlardır. Fakat bir sıfat tamlamam var ki -aslında o bir sıfat takımıdır- çok çok sevdiğim bir sıfat takımı olmasına rağmen; “ tam bir yürek halini tanımlamam gerektiğinde, yazılı ve sözlü tasvirlerimde kullansam da” , hayatın gürül gürül akışı içinde onu; “evet, sen bu sıfatla anılmalısın” diye kendisine söylediğim “isim” yok denecek kadar azdır, bu hayatta…
O içimde yatan, o  hayatımın her anında benimle gelen, o nadide sıfatım “mert yürek(ler)” dir…  Nadidedir o ; çünkü, onun taşıdığı anlamı her ismin, her yüreğin taşıması zordur… Onun için, bu sıfatı yüreğim bilir/kabul eder; dilim ise, bir isimle birlikte kolay kolay söyleyemez.
Bugün, yüreğime taht kuran, bu nadide sıfatı; “mert yürek”i anlatmak istiyorum, sizlere. Eğer onu anlatmaya, yüreğimin ve dilimin güçleri yeterse… “Sesim ve yansımalarım” onu aydınlatmaya mahirse…
Eğitimciler bilir; sınıfa hâkim olabilmenin, öğrencilerin saygınlığını, hayranlığını, size olan bağlılığını sağlayabilmenin en ince ve en etkili yolu “öğrenciye ismi ile hitap edebilmek”tir. Bundan beş yıl öncesine kadar -ki o zaman, sınıflar 50-55 kişiye kadar çıkabiliyordu ve ben o yıllarda 35 saate kadar(fahrî üstlendiğim dersler de eklenince) 7-8 sınıfın dersine giriyordum- okulun açılmasının üstünden geçen on beş-yirmi gün içinde sayısı 350-400’ü bulan her bir öğrencimin ”ismini” ezberliyor ve isimlerin önüne iki aya varmadan, öğrencilerimin bir özelliğini de keşfederek, sıfat ekliyordum:”Kitap Kurdu Zeliha”, “Hattat Ayşe”,”Okulun Kalecisi Fırat”, “Neyzen Ali”,”Titiz Begüm”,” Teknik eleman  Ferruh” gibi…
(Şimdi, isim ezberleme ve o isimlerin özelliklerini öğrenme sürem uzadı. Süreyi uzatmış olmamın kendimce ve yürekli sebepleri var, tabii ki… Ama yine de, isimler ve sıfatlar, her zaman aynı önemde olacaktır benim için.)
İsim ve sıfatları bir arada kullandığımda sınıflardaki sevgi, saygı, ilgi, etkileşim  sonu gelmez bir enerjiye ve kelimelerle ifadesi imkansız büyülü bir atmosfere dönüşüyordu. Bu atmosferi  yakaladığım sınıflardaki öğrenme kapasitesi ve öğrenme hızı da inanılmazdı. Düşünün bir kez; bir öğrenciye ismiyle seslenildiğinde; ona,  “öğretmenim, dört yüz kişi arasından bile beni tanıyor ve beni unutmuyor; demek ki bana değer veriyor, benim varlığımdan haberli” mesajı veriyorsunuz… İsimle de yetinmiyorsunuz; onun en can alıcı özelliği ile “belki de bilinçli ve bilinçsiz olarak vurguladığı “varlık nedeni/varoluşunun ispatı” “benliğini özel benlik” yapan yanı ile, onu keşfediyorsunuz ve bu keşfinizden onu da haberdar ediyorsunuz. Kurulan o sağlam ve kopmayan bağı görebiliyor musunuz? Gönül köprüsü kurabildiğiniz böylesi bir sınıfla hayat adına, öğrenme adına, paylaşım ve sevgi adına yakaladıklarınızın farkına varabiliyor musunuz?
İsimleri ve sıfatları canla başla öğrenip can-ı gönülden zikrediyorsanız ve o isimleri, yanındaki “o isme has sıfatı ile beraber” “o ismin ve o sıfatın” sahibi yüz ve sesle de örtüştürerek yüreğinize kazıyorsanız; o isim ve o sıfatı hayatınıza zenginlik katan bir parça olarak hayatınızın her anına nakşedebiliyorsanız;  hayatınız “anlam kazanmak”la kalmaz; siz de yüzlerce yüreğe bir ömür nakşedilebilen, varlığı bilinen, maddi manevi varlığı her anlamlı paylaşımın yanında bulunan  unutulmayan/unutulmayacak “isim ve sıfat” olursunuz….
Fakat, burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir konu var… İsmi hafızaya almak; hemen ardından, o isme has, en can alıcı sıfatı isme yapıştırmakla  oluşan “sıfat tamlamasını” her aklınıza geldiğinde, her ortamda dillendirmek ya da “o ismi ve o sıfatı taşımayı hak etmiş insanın”  sizden “kendisini, tamlaması ile birlikte duymaya”  ihtiyaç duyduğu durumda, yüreklice telaffuz etmemek/edememek eksikliğine veya özensizliğine düşüyorsanız; veya tam tersine, o insan için önemli bu sıfatı, muhatabınıza dille yakıştırırken; söz, davranış ve tavırlarınızla o sıfat ve ismin içini dolduran “samimiyeti, ilgiyi, açıklığı, tutarlılığı, hakkaniyeti”  isim sahibine “tam zamanında ve layıkıyla” gösteremiyorsanız; sadece, tamlamanın içini  boşaltmış olmuyor, insanî paylaşımın ve insanın “hayat sahnesinde”  birlikte var olma, tanımlanma ve çoğalma zenginliğini de elinden almış oluyorsunuz…Yani, isim ve sıfatla insanı sahneye çağırırken; isim ve sıfata gösteremediğiniz saygı, tahammül ve hassasiyetle kişiyi bir ân'da sahnede içi boşaltılmış bir bebek, bir tahta kukla haline dönüştürebiliyorsunuz, ne yazık ki…Sanki,hem bir taraftan “Hey sen! Ey değerli adem oğlu! Gel sahneye!!” nidası ile ona paye vermek için sahneye buyur ediyor; ama ne acı ki, hem de diğer taraftan sahnede onunla alay etmiş oluyorsunuz…
İşte bu yüzden,  insanlara isimle seslenmenin iletişimin en temel, en nazik kurallarından biri olduğuna yürekten inanmalı; insanın “onu anlamlandıran” sıfatını “dilinizde layık olduğu olgunlukla”, “yüreğinizde tir tir titreyen hassasiyetle” zikretmeli; zikrederken ruhunuzun ve bedeninizin  cesaretle ve tüm billurluğu ile “isimin ve sıfatın onları taşımayı hakkeden sahibine”, sizin tanımınızla tanımlanan varlığının  isme ve sıfata “bütün zerreleriyle tam” yansımasına; kişiye yönelik “seslenme ile yansıtma” mesajlarınızın hayat sahnesinde birebir örtüşmesine “yüreğinizi koyarak” ,her an her dakika özenli olmalısınız…
Eğer, "insan varlığına" böylesi ihtimam içinde olmazsanız; yani dille söyler de tavırla yansıtamazsanız “o özel varlığı” veya bütün hal ve hareketlerinizle “sıfatına uygun davranıyorum” demeye uğraşıp da dilinizle bir kez olsun “isimi ve sıfatı” cesur şekilde söyleyemezseniz "ona"; isimin ve sıfatın sahibi sizin “söz ve davranışlarınızdaki” çelişkiden rahatsız olacak; kendisini sizin karşınızda “tanımsız ya da muğlak” hissedecek ve her geçen gün durduğu yerde eriyecektir. İçine düştüğü/düşürüldüğü bu rahatsız edici duruma da, iki ayrı şekilde tepki verebilecektir; ismi ve sıfatı sizin karşınızda ve sizin sayenizde tam bir varlık ve zemin bulamamış insan:
Ola ki, siz onun gözünde “söz ve davranış bütünlüğüne özen gösterdiği kalbi ve dili ile” “ismi ve sıfatı ile tam tanımlanmış” ve bu tanıma istinaden söz ve davranış örtüşmesiyle   “layık olduğunuz zaman, mekân ve durum” çerçevesine oturtulmuş olun… Size bu kadar özenli davranan insan, sizden aynısını göremezse “yürek, bir ayna gibi her şeyi ayan beyan gördüğünden”,  “sizin açık yürekliliğinize karşılık bulamadığından”  hayatının uzun bir evresinde taşıyacağı oldukça büyük yara alacaktır…
Veya diyelim ki; siz ismi, sıfatı, cismiyle tanımlamaya uğraştığınız insana söz ve davranış örtüşmesi ile “açık çağrılar” yansıtsanız da; o hem bu çağrınızdan hem de “ insana yöneltilmesi gereken bu çağrı tarzından” bîhaber olsun.Eğer,hal bu ise, ne âlâ…Neden,üzüntü ve şaşkınlık içindesiniz ki? O isimden, sıfattan, seslenmeden, tavırdan, söz ve davranış uyumundan, insandan,kalpten, hayattan anlamayan bu insanla “uzun zamandır vakit kaybettiğinizi” anladığınız için sevinin, tam da şu ân’da… Ve ismine, sıfatına bakmadan; sırtınızı dönüp gidin, olup bitsin. Rahat edersiniz; hayat sahnesi de kalabalıktan ve gereksiz gürültülerden kurtulacağı için/ yorulmayacağı için sevinecektir bu duruma, inanın… Ve bırakın artık da; onun ismini ve sıfatını manasız bir şekilde söyleyerek diliniz, kalbiniz yorulmasın!
İsimle seslenmek; insana saygıdır.İnsanın sıfatını (o sıfatın içinde barındırdığı özellikleri) bilmek ise; ismin şahsını kabul etmek ve yürek koyarak  söylemek “insanı tanımlamak”; yüreğini tanıyacağınıza, yürekten tanıtacağınıza,”varoluşu” kabul edişinize  dair hayat sahnesine yürekli ve güçlü kement atmaktır…  İsmi ve sıfatı yürekten tanıyarak; “seslenme ve yansıma” ilkelerinin, mecralarının tümünü “güzellik odağında toplayarak” isimlendirdiğiniz, sıfatlandırdığınız insana “sesin ve yansımanın” içini yürekle bir noktada biriktirerek “aynı anda” aktarabilmek ve bu aktarışa “güzelliğin sürekliliği” özeni ile yaklaşmaksa İNSANI OLDUĞU GİBİ KABUL EDEREK,ONA YÜREKTEN DEĞER VERMEK VE “O İSME, O SIFATA” HAYATIN HER SAFHASINDA, ANINDA ÖNEM VERDİĞİNİZİ, “O DEĞERLİ VARLIĞI KABUL ETTİĞİNİZİ” GÖSTERMEKTİR…BU İSE,BUNCA HAYAT KARMAŞASI İÇİNDE YALNIZCA İSMİ, SIFATI GÖREBİLENLERİN DEĞİL; YÜREĞİ GÖREBİLEN YÜREKLİLERİN İŞİDİR.
Onun için, dikkat edin! Birini bir isimle çağırıyorsanız; bir sıfatla “var kılıyorsanız”… O isim ve o sıfat hayatınızın neresinde, ne kadar, nasıl yer kaplıyor? Bundan da daha önemlisi “seslenişinizde ve yansımanızda”, yani onu hayatınıza dahil edişinizde “yüreğiniz ve onun yüreği”, kısacası “yürekler” var mı? Yürek yüreği; herhangi bir gölgenin altında ezilmeden mertçe görebiliyor; kavrayabiliyor ve sarabiliyor mu?
Dikkat edin, hayatınıza ve var oluşunuza! Mert yürek misiniz? Dikkat edin, çevrenizde mert yürekler var mı? Nasıl mı fark edeceksiniz “mert yürek” kimdir ve nerededir? Mert yürek aklına geleni uluorta “Ben çok cesurum ya, onun için söylerim” edasıyla "güm güm savuran" değildir.Yine mert yürek “Ben, gözümü budaktan sakınmam, kimseyi takmam ya; istediğim davranışı istediğim yer ve zamanda, istediğim kişiye istediğim şekliyle sergilerim” çalımıyla “Kalbim istedi yaptım; aklım bunu bilir,bunu söyler; dediğim dedik,çaldığım düdük” ucuz yiğitliğiyle hayatın yollarında pervasız ve “neden yalnız kaldığını bile anlayamadan” dolaşan değildir….
Mert yürek “ismini ve sıfatını” bilen, bu isim ve bu sıfat için “sesleri ve yansımaları” yüreği ile okuyabilenle; bir insana isim ve sıfat yükledi mi o insana her hal ve şartta, hayatın her evresinde ve her salisesinde o isim ve o sıfatı dillendirmenin edebiyle, “sesini ve yansımasını” yürek odağını “hiçbir şeyden sakınmadan ve hiç tereddüt göstermeden”, cesurca devreye sokarak “o isme ve o sıfata” “bir kararda” ve “net görüntüde” sunabilendir….Mert yürek kendisi ve yansımasını hayat sahnesine ismiyle ve özü oluşturan sıfatıyla çağırırken tavrıyla sahnedekini ezmeyen, küçültmeyendir.
Şimdi dersiniz ki siz; “mert yürek” sıfatını hangi isim alacak? Benim bu sıfatla örtüştürerek ismiyle seslendiğim, ismin hemen ardından “davranışıyla, davranışımla” mert yüreğini aynı edepli mukabele ile teyid edebildiğimiz “İSİM VE SIFAT TAŞIYAN”,”HAYATIMA ZENGİNLİK KATAN”,”HAYATIMA CESUR SARILMAMI SAĞLAYAN”,”VAROLUŞLARIYLA HAYAT SAHNESİNDE MUTLU VE ANLAMLI OLDUĞUM”  TANIDIKLARIM/TANIMLADIKLARIM VAR…
Hiç merak ettiniz mi? Ya da hiçbir saniye durup da düşündünüz mü? Ya sizin, “mert yürek” sıfatını taşıyan seslenebildiğiniz bir İSİM var mı, hayat sahnenizde HER AN, HER ŞARTTA sizin yanınızda,sizin sayenizde durabilen?
Üzülme mert yürek,seni tanımak zordur; ama bir kez hayat sahnesinde güçlü yüreğinle "sana her daim isminle ve sıfatınla yürekten seslenilerek" layık olduğun yerini aldın mı; seni o sahneden indiremezler.Hele ki; yürüdüğün o sağlam yoldan hiç döndüremezler.  Ve unutma; seni ancak, çok nadir rastlayabileceğin bir (birkaç) mert yürek tanır. Fakat, sana seslenen ve tamamıyla söylediği ve yaptığıyla örtüşerek yansıyabilen bir mert yürek olursa bir gün “bana ne diyor ki bu yürek” diye çok iyi oku; hiç yüksünmeden ona zaman ayır ve onu anlamak için,onunla hayatın hakkaniyet sahnesinde omuz omuza sonuna kadar durabilmek için çaba göster, olur mu?
Hayat sahnesindeki, zahmetli fakat ışıltılı yolunuz daima açık olsun,hayat ve insan için yüreği ile terleyen Mert Yürekler…

SON

YEGÂH ELİF MİRZÂDE

 

 

 


 

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..