Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '22

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

MEYDANDAYIM...

AKŞAM ağrılar ve ateşler festivalindeyim. Evdeyim. İşkencedeyim. Benimleyim. Bir kendim, bir de ben! Akşam arenasında, beden içi savaşım hızlandıkça kavurucu gerilim de, dipsiz gecenin içinde katlanarak boy atmakta. Tanrım; neden bu kadar sıcağım! Tanrım, eklemlerimi piranhalar mı yiyorlar? Yanıma ayak bileğim boyunda, küçücük çocuklar geliyor. Guliverleşiyorum. Sorunum, onları ezmekten korkmak. Soruyorlar, “neden ‘bu’ olmayı yeğlemişim”. Yanıtımla usum arasındaki boşluk daha da açıldığından bedenime tırmanan afacanların tümü, parmak aralığından aşağı dökülüyorlar. Sonra toparlayıp bu küçücük varlıkları yerden alıyorum. Ateşler içindeki kocaman avuçlarımda biriktiriyorum tümünü. Bu beni yorgun düşürüyor. Ayıklanıyorum. Belleğimdeki zuladan saldırgan şiirler çıkarıp ateşimin sönmesi için yeniden okuyorum! Sonunda bir “MEYDANDAYIM!” işte! Ağrılar, soluksuzluklar, ateşler içinde!John Sebastian Bach çalıyor. Yerlerdeki yağmur ıslaklığının serin yansıması, denizden yeni yakalanmış çok iri bir balığın, yanar döner pullarını andırmakta! Ve birden bu bana iyi geliyor.

“Açık bir yürek, açık bir zihindir.” Dalai Lama / TİBET

ÇOK sık sayıda upuzun direkten oluşmuş aydınlatma düzeni görmekteyim. Fotosel düzenekleri, ışıkları 360 derece döndürüyorlar. Direk içleri şeffaf! Aşağı doğru kayarak geçen bir seri sıvının devri daimlerini izliyorum. O bir serum sanki, ancak miktarı abartılmış. Yuvarlak lambalardan yukarı sızan ışıklar turuncu. Aşağıyı ise buz mavisi hüzmeler aydınlatmakta. Mobil bir ameliyathanede ellerinde çeşitli amaçlara dönük aparatları ile cerrahlar beni beklemekteler. Boyumun bir katı boyda, kare ve çadırı andıran, manyak tasarımlı mor bir sedyedeyim. MEYDANDAYIM! Çıplak ayaklı Afrikalı bir doktor, sol ayak bileğinde çıngıraklı hal hal ile ortalıkta gezerken birden bana yönelip –“Hey sen!” diyor, “yıllardır bildiğini sandığın şeyleri yinelemekten öte bir şey yapmamışsın. İşte halkın gibi sen de bu kadar gelişirsin. ‘Halkın’ deyince şekilleniyorum: -“Büyücü! Halkıma hakaret edersen yemin ederim ki seni kazana atmadan yerim.” Bir Tibetli sinirimin uzamasını önlüyor: -“ Dünyanın en zor kuralı kendini adam etmektir. Aşırı iyi niyet, ‘insan olmak’ çipinde sorun yaratmış!” diyor.

“Sadece kalbinle gerçekten görebilirsin; esas olan göze görünmez.” FRANSIZ özdeyişi

ÇEVRE, mentol ve eter kokusuyla soluk zorlarken bir kadın cerrah geliyor bu kez başıma; Fransız!Biraz önce “düşmesinler” diye yakaladığım küçük adamları bırakmam gerektiğini söylüyor bana. “Bırak onları çabuk” diyor. Ben ise avuçlarımın bomboşluğundan eminim. –“Bak gördün mü?” diyerek terler içinde bağırıyorum: -“Yok burada yok işte! – “Damardan bedeninize girdiler mösyö. İyi niyetiniz ile kendiniz bile başa çıkamıyorsunuz. Ateşiniz şimdi daha da üst seviyedeki koordinatlara tırmanacak. Bir esirsiniz siz! Biz bunun için buradayız. Sizi onarmalı ve kurtarmalıyız.” –“Paris’in çok bilmiş kaltağı seni!” dedikten sonra yeniden ateşleniyorum. Soluksuzluk beni yutuyor. MEYDANDAYIM! O arada göğsündeki bayraktan Hindistanlı olduğunu anladığım siyahi bir doktor çok içten yaklaşıyor bana: “Kendisini suçlamak başkasına yardım etmek anlamına gelmemeli!” dedikten sonra elindeki mobil veri paneline bakıp ekliyor: “Sizde bu sık oluyormuş, düzelteceğiz”

“Sana saygı duymayan insanlarla vakit geçirme” ZELANDA özdeyişi

İNANILMAAAZ! Chopin çalıyor. Sonra Çince bir komut işitiyorum: -“Ver acıyı!” Bu “Orta Avrupalı” bir hemşire. –“Biz bu etapta uzak doğu geleneklerine çağdaş bir format atıp, acıyı acıyla iyileştiririz. Güç ama içinizde digital bir bağışıklık sistemi oluşturulacak.” Diyor. Sonra birden, o aradığım Asyalı doktor beliriyor. –“Sen diyorum, çekik gözlü! Gel buraya!” Ve anında yapıştırıyor: -“Öğrendiğin şeylerden azınsanmayacak kadar olanı seni yanıltabilir. Cehalet koleksiyoncusu! Dünyada çekik gözlü hiç kimse yok. Bizim göz kapaklarımız çok uzun ve bu bir göz yanılsamasıdır. Bu yaşa bu eksenle mi ulaştın, insan özeti? Kendinle yüzleşmezsen sana göre herşey yolundadır.” MEYDANDAYIM! Kolunda Yeni Zelanda bayrağı işlenmiş bir cerrah, yattığım kompresörlü yatağa daha çok yapıştırıyor beni: -“Yalnızca o ‘çürümüşe eşdeğer’ bildiklerini, yaşamın boyunca tekrarlarsan, nasıl değişebilirsin ki. 18 ile 22 arasında bir sözcük sayısıyla gün bitiriyorsunuz. Bu da ifade güçlüğü demektir. Bunu en az 90’a çıkartmanız gerekiyor.” Yok ya. Vay çoban vay!

“Altın leğenin kan kusana ne yararı var ki” BULGAR özdeyişi

CHOPIN'ın kadife kontr/puanları (eş zamanlı iki ayrı melodi) çeperlerime bile değmeden damarlarımı buluyor. Rahatlamaya yaklaşmakla ilk kez tanışıyorum. MEYDANDAYIM! İçim buzlanırken bedenimdeki ateşler lavlaşıyor. Bir Bulgar hemşirenin taşıdığı eklentili aparatlardan birisi sağ ciğerimin lekeli görünen üst bölümüne takılınca canım, yırtılırcasına acıyor: -“Koca ağızlı sürtük! Dikkat’in tanımını yapsana bana!” diye çıldırıyorum. Uzun boylu iri kadın, çakılırcasına duruyor. Yüksek topuklarından başlayıp bana doğru ulaşmaya çabalayan gölgesi birden yılana dönüşecekmiş gibi! Elinde kristal bir neşter parıldamakta. Fısıldıyor: -Bir hemşire, başparmağı ile adam öldürebilir, salak! Benimlesin ve ben bunu yaparım.” Sonra şah damarımda bir düğme varmışcasına o noktaya parmağıyla basıyor. Bayılıyorum. Canımın acısı bulutlarla elele gezerken Chopin’i bile susturuyor. Bir Avustralyalı doktor alnıma bir çift elektrot bağlayıp karşı uçlarını da yüreğime klipsliyor. –“Bu ne?” Gülümsüyor: -“Bu senin iç hesaplaşman. Yazgın ile yiğit yanının farkına bakacağız”

“Doğruların yemin edilmeye ihtiyacı yoktur” MEVLANA

MEYDANDAYIM! Bıyıklı esmer tende bir doktor görüyorum. Tütün kokuyor. “Memleket nere?” diye sorunca içimde birden çayır, çimen, su, dağ, yayla, kömür paketleri, kişilik, mercimek, onur, sefil çocuklar, koli basilli dereler, tuhaf müzik, meyve ağaçları, şeref üzerine yemin edip yalan söyledikleri kanıtlanan bir takım milletvekilleri, köpek öldüren belediyecileri, denizde yüzen karpuz kabuklarını algılıyorum. Ve bir paket uzatıyor, sararmış işaret parmağıyla! -“Yaksana!” diyor “özlemişsindir” Bakıyorum; 216. O arada İsrailli yaşlı bir cerrah: -Hayat üstüste açılan sigara paketleriyle daha da ölümcül bir boyuta ulaşabilir!” diyerek paketi “hemşehrim”in elinden düşürüp topuğuyla eziyor. Ardından İsrailli doktora yönlendirilmiş bir protesto gönderisi işitiyorum: “Dünyanın en zor şeyi kendini adam etmektir. Onlarca yıldır benim evlatları bombalarla parçala, halkımı kendi topraklarında esir et ve sonra gel “sağlığımızı sigaradan koruma gösterisi yap!” Ardından bir Filistin bayrağını besmele çekerek üzerime örterken parmaklarımın arasına da bir adet Arap sigarası tutuşturuyor.

“Bu kadar zeki olma, senden daha zekileri hapista” RUS özdeyişi

BİR Rus cerrah, yanlış bir neşter hareketiyle canımı çok acıtan yaşlı ABD’li ye sesleniyor: “Güç; kabalaşmadan ve bilgece kullanılmalıdır.” ABD’linin birden isyan ettiği işitiliyor –“Bunu sen mi söylüyorsun Stalin’in torunu. Örneğin otur; ‘Başkalarının Hayatı’nı (film) izle. Dünyanın dengesini bozdunuz. 21 yıldır yoldaşlarınızın açlığı hala geçmedi”. Ve işte tam burada, Venezuellalı bir doktor ABD’linin ağzına koca bir flaster band yapıştırıp kaçıyor. Ateşlerim, kabuslarım, mantığın geri düşmesi, ağrılarım, sancılarım sanki gerilemeye başlıyor. Ve bu kez bir Alman başımda: -“ Senin vatandaşların bizim ülkede çok. Bize genellikle “domuz” derler.” Bunu işitince elindeki neştere bakıyorum. “Siz kaygı duymayı alışkanlık haline getirip bilinmezliklerle içiçe yaşayan bir toplumsunuz. Yakarmaktan kendinize bile yardım edemiyorsunuz!” Tam burada Giuseppe Verdi yükseliyor: La Traviata! Ve ben sırtüstü durumdan kurtulmaya çabalayan dev bir böceğim artık. Ortalık çığlıklarla bezeli bir hesaplaşma yerine dönüşüyor hızla. Tüm operasyon ekipleri kaçışmakta. Ben ise o aşşağılık Adolph’u arıyorum.

“Bir başka alemin bekleme odasıdır, dünya.” Victor HUGO

BAĞLANTISIZ balkondan insanlar atlıyor, ancak zemine değmeksizin buharlaşıyorlar. Bir ara yüzlerce kesici aletin durduğu dev panele bakınca şaşırıyorum. Bunlar, kalıbı çıkarılmış buzlar. Kendi serinliklerinde eriyorlar. Tümü çakma, metal falan değil! O ellerindeki, beni yüzlerce yerimden kestikleri dev kristal aparatların buzdan üretildiğini görüyorum. Ancak ben de sıcak değilim artık. Birşeyler işe yaramış demek! Ekibin yaptığı pek karmaşık görünen, ancak basit serinletici tedavi beni yaşama döndürüyor. Birden o her ülkeden benim için gelen kaçıkların, aslında çok iyi birer insan olduklarına karar veriyorum. Ve bakışlarım, ışıkların delik deşik ettiği renkli dumanların arasında cerrahların birer tatlı hayal oluşlarını izliyor. Ateşim yok artık, ciğerim ağrımıyor, kan tükürmüyorum, sayıklamıyorum, göğüs bölgem soluksuz değil. Hava gözkapaklarım arasında sıkıştıktan sonra ısınmıyor artık. “Küçücük bir hafıza kaybı, insan ruhuna iyi gelebiliyormuş!” derken gözlerimi açıyorum; bir hastane bankosu! Ve menekşe giysili, robot tebessümlü bir hostes "Hoşgeldiniz! Nasıl yardımcı olabilirim?" diyor.

BİLGİ:Yukarıdaki uçuk satırlar, ateşli bir rahatsızlık (zatürre) nedeniyle kendini yitirmenin soyut bir anlatımıydı. / Levent Üsküdarlı

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..