Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Meydanı, yapıları ve kapılarıyla bir kent

Meydanı, yapıları ve kapılarıyla bir kent
 

Photo by Ali


Bir Eylül öğleden sonrasında tanıştık. Uzun bir yoldan gelip kucaklaştık. Bizi kucaklamaya hazırdın  ya da ben öyle hissetim. Soğuk ve resmi bir karşılaşmanın tam tersi sımsıcak bir tanışma olmuştu. Artık hayatımdaydın. Bana neler katabileceğini düşünmeden bıraktım kendimi senli günlerime.

İnsanlar gibidir şehirlerde, bazen hemen kaynaşır bazen de sonradan severiz. Ya sıcak buluruz ya soğuk. Bazen tesadüfen tanışır ve bağlanırız, bazen de hayatımıza giren şehirlerin hiçbiri mutlu etmez bizi ve  birkaç günden sonra bağlı olduğumuz şehrin kucağına koşarız. Kimisiyle ise artık görüşmesek de hep güzel anıları kalır belleğimizde.

İlk tanıştığımız insanları sevmişsek eğer, herhangi bir  özelliğinden, gözlerinden mesela, ellerinden ya da sözlerinden etkileniriz. Yani ilgimizi çeken bir özellikleri vardır mutlaka.

Benimse yeni tanıştığım bu kentten etkilendiğim yer; ilk tanıştığım yer olan meydanıydı. Konuşan mesaj veren bir meydan !!! Öyle kocaman olmayan küçücük bir meydan.

Kim bilir belki de başka gözle bakanlar “buna da meydan mı diyorsun” diyebilirler.

Bence çok da anlamlı olan meydanın adı da; Sınırsızlık Meydanıydı.

Neden Sınırsızlık Meydanı diye sorduğumda, gülümseyerek “yazıyı oku” dedi sevgili rehberim.

Burası sınırsızlık meydanı

Eğer düşünüyorsan

Söyleyecek sözün varsa

Ve yüreğin yetiyorsa

Susma konuş

Sıcak bir karşılaşma, anlamlı bir tanışma oldu benim için.

Sonrasında Muğla'nın “demokrasi alanı” konumundaki Sınırsızlık Meydanı'ndaki geçtim birçok kez, yüzlerce insan gibi. Ama her seferinde “yüreğin yetiyorsa” sözünü yüreğimde hissederek.

Sonra yapılar ve kapılar. Özellikle eski Muğla dedikleri bölgedeki yapılar ve o yapılara girişi sağlayan kapılar. Çoğunlukla bu kapılar evlerin avlularına açılıyor. Yani yaşam alanınıza girdiğiniz kapı, sizi insanlardan ayırsa da doğadan ayırmıyor.

Bu yapılar (restorasyonu yapılmamış ev parmakla sayılacak kadar az) restore edilmiş ve bunların bazıları kültür evi ve kültür merkezi olarak kullanıma açılmış.  Kültür merkezi ve kültür evi olarak kullanılan binaların restore edilen eski Muğla evlerinden seçilmesi ve istediğiniz zaman orada bulunabilmeniz ise o yapıların sıcaklığını hissetmeye daha doğrusu belirli zaman diliminde de olsa o sıcaklığı yaşamaya olanak sağlıyor.

Yapılara bakarken dikkatimden kaçan bisiklet yollarını, bana rehberlik yapan arkadaşım hatırlattı. Caddelerin kenarından ayrılmış bisiklet yolları!!! Başka hangi kentte vardır acaba?

Ankara’dan sonra her yere yürüyerek ulaşmak benim için oldukça değişik ve keyifli oldu. Biraz dinlenmek için oturduğumuz Yağcılar Han da ise insan hem ruhunu hem de bedenini dinlendiriyor hiç abartısız.

Bu kadar gezilip de yemek yemeden olmaz. “yediğin içtiğin senin olsun gezdiğin yerleri anlat” derler ama şehrin merkezindeki çarşıda (Arasta bölgesi) yer alan köfteci Kemal uğranılması mutlaka gerekli yerlerden ve benim için de yazmadan geçmemem gereken yerlerden biri. Yolunuz düşerde uğramak isterseniz, hem açlığınızı  hem de zamanlamayı iyi yapmanız gerekir, çünkü servis saat 3 de bitiyor. Ve tabi yine daracık sokaklarda ufacık masalarda yiyorsunuz köftelerinizi, hatta biraz da sıra bekleyerek. Köfte konusunda seçici olan ben bu köftelerin tadına doyamadım.

Bu köftenin ayrı bir özelliği de beraberinde getirilen ekmekler, ızgarada kızartılan ekmekler ızgara edilen köftenin ızgara sırasında ortaya çıkan yağına (ızgaranın altında biriken ) batırılarak köftenin üzerinde servis yapılıyor. Ekstradan ekmek servisi istemeyen yok gibi.

Eh artık şehrin biraz dışına doğru yürüyüp Eski Muğla dedikleri bölgeye gitmenin zamanı gelmişti. Yapıların, kapıları ve bacaları arasında kaybolup kenti yükseklerden kendine has bacaların arasından izlemek ise çok güzeldi. Aynı mimariye sahip ahşap yapıların sıcaklığı, içeriye girmeseniz de (özel mülkiyet)sizi sarmalıyor. Bu yapıların dikkati çeken diğer bir özelliği ise bacaları. Kendine özgü olmasıyla görmeğe değer.

Muğla’da bulunduğunuz sürede, yörede kurulan pazara denk gelirseniz sakın görmeden gitmeyin. Renklerin her tonunu doğadan koparılıp gelen ürünlerde görmeniz mümkün, almasanız da olur, görmek bile yetiyor. Ama benim gibiyseniz almamanız mümkün değil. Ben, pazarından aldığım pembe domateslerin hem rengini hem de tadını aklımdan çıkaramıyorum.

Uzun lafın kısası Muğla’yı, benimle birlikte tekrar gezen ve heyecanıma ortak olan ve sevgili rehberim ve aynı zamanda dostlarım sayesinde Muğla’yı  çok sevdim.

*

Eylül 2011 / Kurşun

 
Toplam blog
: 193
: 998
Kayıt tarihi
: 13.01.10
 
 

Kırklı yaşlarda başladığım yazma serüvenine elli li yaşlarda da devam etmeye çalışıyorum. Ünivers..