Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Temmuz '10

 
Kategori
İnançlar
 

Mi'raç (Mucize)

Mucize: insanın yapması imkansız olan şeyler olduğundan insanları hayrete düşürüp hayran bırakan oluşumlardır. Mucize, akıl dışı olmayıp, insan aklının yapıp edemeyeceği şeylerden olduğu için ilahi kaynaklı akıl üstü oluşumlardır.

Şayet mucizeler akıl üstü olmayıp, akıl dışı olsaydı! O zaman hiç kimse ondan bir şey anlamazdı. Anlaşılmayan şeylerden de insanlar hiçbir zaman ders almazlardı. Dolayısıyla da anlaşılıp ders alınmayan şeylerde hiçbir zaman mucize olmazdı. Bir şeyin mucize olabilmesi için ondan insanların mutlaka bir ders çıkarıp yararlarının olması için düşündürüp onlara bir mesaj vermesi gerekir.

İnsanın mesajdan ders alabilmesi için mucize denilen şeyinde akla dayalı ilim içinde olması gerekir. Bu yüzden de mucizelerin hepside külli akıl ve ilmin içinde olmalarına rağmen, insana verilen cüzi akla dayalı ilmin dışında oluşup geliştiğinden, oluşan bu olayları insan aklı o anda düşünüp akıl edemez. İnsanoğlu akıl edemediği şeyleri de akıl dışı olarak görür. Bir örnekle açıklamak gerekirse, “Tavuğun ufku kümesi kadar, insanın ufku aklı kadar olur.” deyişinden de anlaşılacağı üzere, ufku dar olan insanların akıl edip kavrayıp kuşatamadıkları her şey onlar için akıl dışı sayılacağından akıl kapsamları içine girmeyen akıl üstü bilimsel şeyleri de akıl ve ilim dışı görürler.

Halbuki, her kesin aklının algılama ve kavrama derecesinin farklı olacağı düşünülmüş olsa, kendilerinin düşünüp akıl edemediklerini başkalarının düşünüp akıl edebileceklerini bilirlerdi. Mucizelerin ilahi kaynaklı oluşu ister istemez insanlarda bir çekince, bir korku oluşturmaktadır. Korkunun oluşturduğu inançta geleneksel olarak zamanla tarihselleştiğinden insanlar konu üzerine özgür düşünüp fikir beyan etmekte, ihtiyatlı yaklaştıklarından olacak ki, bilimsel çözüm üretmekte çekinceli davranmaktadırlar.

Halbuki, akıl ve bilim ışığında doğru olanlar ispat edilip, yanlış bilgiler doğruların içinden ayıklanıp ayrılmış olsa, yüce dinimize bugünkünden daha fazla hizmet edilmiş olur. Doğru anlatılan bir dine inanan insanların sayıları her geçen gün kat be kat artar. Toplumun arlanma duyguları yukarı çekilerek insanların inanç ve ahlakî sevileri elbette yükselir. Bu günkünden daha inançlı toplum elde edilir. Bu yüzden de dinimize bağlı inançlarımızı körü körüne değil de, akla bilme dayalı ilimle özüne dokunmadan günün şartlarına uygun tarzda anlam seviyesini yükselterek belirli düzeye çıkartıp, zirveye oturtmalıyız ki, bu dine inanan insanların sayıları her gün artış göstersin. İnanalar da tereddüt yaşamadan, mutmain olmuş kalp huzuruyla yaşasınlar.

Zamanında doğru yorumlanıp anlaşılıp kavranmayan vahye dayalı ilahi metinler akıl dışı kabul edilerek üzerinde düşünüp akıl yorulmamış, araştırılıp akla ilme uygun bir tanımlama yapılıp, yorumlanmamış olunması, insanlarda tereddüt yaratıp, hatalı karar alıp, yanlış yaşamalarına sebep olunduğunu düşünüyorum. Bu büyük yanılgıya bir de “Allah külli şeye kadir.” dir. Ayetinin anlamı da tam ifade edilememiş olmasına bir de cüzi aklın eksikliği katıldığında çıkan sonuç bana göre yanlış olmaktadır. Peygamberimizin miraca bedensiz çıkmasında sanki bir eksiklik, zaaf olacakmış gibi düşünenlerin düşüncelerinin bana göre hiç doğru ve uygun olmayan anlatım biçimi olduğunu düşünüyorum.

Bu bir mucizede olsa, Allah, külli akıl ve ilim dışında hiçbir şeyi yaratıp var etmemiştir. Yaratıp var etmeye gücü yetmez mi ? Elbette yeter. Ama Allah, ezelde aklî ve ilmî kudretiyle hükmü altına aldığı kendi yaratış kuralına, sistemine asla muhalefet etmez. Bu tarzda oluşacak her hangi bir yaratışta da bulunmaz. Çünkü Kur-an’da Allah’ın akıl dışı yaratılıp var ettiği hiçbir şeye rastlayamazsınız. Bu bir mucize de olsa. Rastladıklarınız da olursa şayet, onlarda cuzi aklın o an için anlayıp kavrayamadığı şeyler olasına rağmen, elbette onlar yine de külli aklın içinde yaratılıp var edilen şeylerdir.

Şimdi düz işleyen hür bir akılla , mantık dışına çıkalım. (Bu bir sapkınlık değil, siz bunu arının bal yapması için kovandan dışarı çıkmasına benzetip, onun gibi düşünün.) Şimdi akla bağlı düşüncenin bir ayağını, bedenin nefsi (dünyevi) işlerini yerine getirmesi için bedene bağlayalım. Diğer bir ayağını özgür bırakalım. Şimdi özgür, fakat vahiy ve sünnete bağlı hür bir akılla mucize olan miracı düşünelim. Bir insanın bedenli olarak, semanın katlarına çıkması ilahi akıl ve ilim hikmetine uymaz. İnsanın yaratılış kaidesi dışındadır. Çünkü insan, toprak, su, hava ve ateşten yaratılmıştır. İnsan bedenini oluşturan beden bünyesinde toprak olan hiçbir varlık gök yüzüne doğru, yükselip semanın katlarına çıkıp Allah’a ulaşamaz. Ulaşmak için uçmak istese de uçamaz.

Allah, ilmi hükmüyle yaratıp var ettiklerine asla çelme takmaz. Onlara karşı asla art niyetli bir muamelede bulunmaz. Muhalefet etmez. Çünkü bu Allah’ın külli akıl ve ilim prensibine asla uymaz. Çünkü toprak, yer çekiminden dolayı yere meyillidir. Toprak ve suyun yere doğru meyilli oluşları kainatın sürekli hareket edip canlı kalmasını sağlar. Kıyamete kadar bu sistem üzere düzenli yaşaması da, ezelde konmuş külli aklın ürünü olan ilme dayalı ilahi emirler zincirine bağlı olduğundan, dünya da bu ilahi emre uygun kainat içinde kıyamete kadar dengesini sağlayıp varlığını sürdürecektir.

Kainatın var olup, düzenin sağlanması için ilahi emirle çalışan ezeli bir sistem olmamış olsaydı. Her şey paramparça olurdu. Taş taş üstünde kalmayıp, her yer ateş bulutları ile kaplanıp, toz toprak içinde kalırdı. Çünkü toprak ve su İlâh’ın ezelde koyduğu bu hayat prensibine uygun hareket eder. Dolayısıyla da Allah’ın kainat ve içindekileri yaratmada koyduğu bu ilmi kural çerçevesinde bünyesinde toprak ve su olan hiç varlık yükselip semanın katlarına çıkamaz.

Allah’ta her şeyi yaratıp var etmede kendi külli akıl ve ilmi içindeki her şeyi yaratıp var etmeye kadir olmasına rağmen, Allah kendi koyduğu ezeli ilmine ters düşecek, kendi ilmiyle çelişkiye düşecek her hangi bir yaratışta bulunmaz. Dolayısıyla insan bedeninde bulunan dört unsurdan ikisi; hava ile ateş yaratılış özellikleri itibariyle uçup, yükselmeye meyilli olsalar da, toprak ile su yer çekiminden dolayı yere doğru meyillidirler.

Toprak kendi özüne, aslına meyillidir. Su yerin altından çıkar. Dolayısıyla da oda çıktığı yere, yani toprak altına doğru meyilli olup, oraya doğru akar. Bu ilahi sistem üzere yere doğru aktığından o da yerin altına doğru meyillidir. Varsayalım insan bünyesindeki bu dört unsurun oluşturduğu enerji yoğunluğu ile insan bedeni yansa, bünyesindeki su buhara dönüşür.

Semada belirli bir mesafeye kadar yükselir. Sonra gerisin geri sahip olduğu yere döner. Bedenini oluşturan bedenindeki toprak türü şeyler yansa, onlar da kül olur. Kül, uçup semada yükselmek istese de, semadaki hava akımları ile oluşan rüzgarların etkisiyle iradesiz bir şekilde uçarken dağılıp savrularak uçacağından, iradesi ve hedefi olmayan hiçbir varlık semanın katlarına çıkıp, Allah’a erişip, asla O’na ulaşamaz.

Dağılıp toz toprak olan hiçbir canlı varlık, aynı zamanda birlenip bir bütün olamaz. Dolayısıyla da dünyada yaşayan bedenli varlıkların hiç birisi, ruh olarak bedenden kurtulup hürriyetini ilan edip, özgürleşmeden, hiçbir canlı varlık böyle bir şeyi mucize de olsa, bedenli olarak gerçekleştirmesi imkansızdır. Ezeli olan külli akıl ve ilminin dışında olan bir oluşu, Allah bile yaratıp var etmeyeceği için böyle bir oluşu ruh bedeninde esir olan hiçbir canlı varlık gerçekleştiremez.

Ölmeden önce hürriyetini ilan edemeyen, ruhunu bedenden ayıramayan hiçbir canlı varlık böyle bir oluşumu gerçekleştiremez. Hatta dünya yaşantısıyla derlenip toparlanamayan, nurani özellikler kazanamayan varlıkların ruhları bile berzahta yada cehennemde terbiye edilmeden ilk etapta böyle bir oluşu yaşayamazlar. Günahlarından arınıp durulmayan ruhlar, Allah’ın ezelde murat ettiği tevhide yönelik birleştirilmiş bir bütünü oluşturamazlar.

Oluşturulmayınca da Allah huzurunda tevhid denilen bir’liği gerçekleştirilemezler. Dolayısıyla da külli akıl ve ilim dairesi içine giremeyen bedenli varlıklar, Allah’a ulaşıp, onun ilminden yararlanamazlar. Dünya yaşantısıyla Allah’a yakın olmayan akıl sahibi kim olursa olsun, ilahi cezasını çekmeden ezeli Allah bilgisine erişemez.

Düşünebileceğiniz başka varsayımlar olmuş olsa bile, bütün olasılıklar bu İlahi prensibe, yaratılışın kanununa, O’nun koyduğu temel kural ve ölçülere uymayan her düşüncenin yanlış olacağı kanısındayım. Varsayalım, bu dört unsurun oluşturacağı enerji yoğunluğu ile bedendeki varlığından kurtulup ışık hızına ulaşabilen kalbe bağlı gönülle manevi olarak ancak böyle bir şeyi tay-yi mekan etme şeklinde gerçekleştirebilir.

Bedenden ayrılmayan ruh, böyle bir şeyi gerçekleştiremez. Şayet gerçekleştirmek için, bedenden çıkmış olsa, o zamanda insanın fiziksel olarak ölümünün gerçekleşeceğini düşünmemiz gerekir. Demek ki, hiçbir canlı varlık bedenli olarak Allah’ın huzuruna çıkamaz. Çünkü bu şekilde insanın Allah huzuruna çıkması, Allah’ın külli akıl ve külli ilim prensibine uymaz.

O halde Hz. Muhammed’in gerçekleştirdiği mi’râc denilen mucizevi olayda; Burak denilen binekle bedenli olarak bu dünyaya mekanlarının görülüp bilinmesine ait, Mescidi Haram ile karanlıkta gidilip gelinmesi, görülüp bilinmesi, o hızla imkansız olan, en uzaktaki, en büyük mescit anlamına gelen yer arasındaki yolculuğunu (Allah’ın özel olarak yaratıp gönderdiği) Burak denilen at şeklindeki binekle (melek ile) gerçekleştirilmiş olabileceğini düşünmemiz gerekir.

Göğe yükselip, çıkması şeklinde anlatılan mi’râc’taki, Allah huzuruna gitmedeki, Uhrevi aleme ait yolculuğunu da, ancak mana olarak, ruh enerjisiyle çalışan kalbe bağlı Allah’ın nazargahı olan kalbe bağlı gönül ile yaptığını düşünüyorum. Kalp, her türlü (olayların oluştuğu) iyiliğinde, kötülüğünde kaynağıdır. Bu düşüncemin doğruluğunu, mi’râca çıkan (Mi’rac: Göğe yükselme, çıkma anlamındadır.) (semanın katlarına gidip gelen) peygamberin yatağının hala sıcak olması ile Allah’ın kendini tanıyan kuluna şah damarından daha yakın olması da benim bu düşüncemi doğrulamaktadır.

Dolayısıyla bu iki düşüncede Peygamberimizin bedeniyle miraca çıkmadığının bir göstergesidir. Bilgi, aklın ruhtan aldığı enerji gücüyle elde edilir. Dolayısıyla insanın her iki dünyasına ait mutluluğu edindiği bilgi birikimine bağlıdır. Şimdi bu genel çerçevede mi’râc konusundaki görüşlerimi açıklamak istiyorum.

NOT: İsrâ : İs: Kara, kir, pis, karanlık, Karanlıkta görülüp bilinmeyen, uzak anlamında. râ :İşaretlenmiş yer anlamındadır. İsrâ:Karanlıktagörülüp, bilinmeyen işaretlenmiş uzak yere, karanlıkla aydınlık arasında (oluşan loş ışıktaki) ıssızlığın oluşturduğu sessizlikte, işaretlenmiş yere, insanın akledemeyeceği bir hızla gidiş geliş anlamındadır.

Mi’râc : Göğe yükselme, çıkma anlamındadır.

Yükselmek için ise; Her şeyden önce insanın güzel ahlak sahibi olması gerekir. Oda ancak güzel ahlak sahibi olana yakışır.

Cahit KARAÇ

 
Toplam blog
: 322
: 1004
Kayıt tarihi
: 08.03.08
 
 

1953 Elbistan doğumluyum. Lise mezunuyum. Kamuda çalışıyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. Ken..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara