- Kategori
- Tarih
Mihenk taşları

Yıkılmış evin ortaya çıkan salonunun duvarına oturyordu. Aç, uykusuz, yorgun geçen tam dokuz günü ardında bırakmıştı. Simsiyah olmuş, çatlamış ellerinde azığını tutuyor, yemeye cesaret edemiyordu önündeki dehşet dolu manzarayı seyrederken. Bitsin artık diyordu, ama bir türlü bitmiyordu. Tüm şehirden dumanlar çıkıyordu.
Henüz on dokuz yaşındaydı. Daha üç yaşında babasını kaybettiten sonra hayatında ölümü düşünmediği bir tek gün olmamıştı. Korkmuyordu ama kafası karışıyordu. Hayatta kalmayı başarmış olsa da çok can almıştı. Öylesine katılaşmıştı ki, öldürmek onun için sıradanlaşmıştı. Hayatta kalmak için öldürmek zorudaydı. Büyük meselelerdi bunlar, onun aklı gördüğünün ötesine ermezdi. Edirne’den çıkıp memleketin dört tarafını dolaşmıştı. Gidenler ufuk çizgisinden İzmir’den çıkan dumanlara dalgın dalgın bakarken, şahit olduğu mucize hakkında en ufak bir fikri yoktu.
Kalabalık öylesine coşkuluydu ki... Sanki yüz yıldır dünyanın en mutlu insanlarıydılar. İnsanların bu coşkusunu anlam veremeden izliyordu oturduğu kaldırımdan. Herkes en güzel kıyafetlerini giymiş sabırsızlıkla bekliyordu. O da ayakkabılarını giymişti. Oysa ayakkabılarını giymeyi sevmezdi. Bütün çocuklar çıplak ayak top oynarlardı birkaç yüz metre uzaktaki evlerinin olduğu sokakta.
Zaman geçti, kalabalık yoğunlaştı. Oturduğu yerden tek katlı bina artık zor görünüyordu. Çok ama çok kalabalıktı ve herkes çok ama çok coşkuluydu. O da kalabalıkla birlikte eğleniyordu ama ne olduğunu merak etmiyor da değildi. Sekiz yaşındaydı, akıllıydı... Ama yine de anlamıyordu daha önce hiç görmediği kadar çok insanın neden orada toplandığını. Ulus’ta o taş binanın merdivenlerinde herkesin alkışladığı çok da uzun boylu olmayan o adamı zar zor gördü. Masmavi gözlerdeki o kararlılığın neler yaptığını bilmek için de neler yapacağını kestirmek için de henüz çok küçüktü.
Hayatında hiç bu kadar karanlık bir gece görmemişti. Tek odalı evinde ürperdi. Mayıs ayı olmasına rağmen kış gibi soğuktu. Ailesini o faciada kaybetmişti. O günden beri sessiz sakin bir hayat sürüyor, pek az konuşuyordu. Çocukluk yılları savaşın ve kıtlığın gölgesinde geçmişti. Hayatı şimdi de çok iyi sayılmazdı. En azından gazetelere göz atabiliyor, ülkede neler olduğunu anlamaya çalışıyor, yorumluyor; eğer bulabilirse kitap bile okuyordu. Ama ısrarla konuşmuyordu.
Arkadaşı yoktu, sevdiği yoktu, etrafında insan da yoktu. Yapayalnız bir hayat yaşıyordu. Okumasına rağmen romanlardaki ekimi andıran o mayısa anlam veremiyordu. Ülkeyi darmadağın eden gaddarlıkları durdurmak kimsenin elinden gelmiyordu. O da engel olamıyordu ve kendini güçsüz hissediyordu. Gece zar zor uyumayı başardı. Rüyasında kocaman paletlerin sokakları dövdüğünü, dev tankların asfaltı ezdiğini görüyordu. Korktu ama yine de uyandı yeni güne. Zor olacaktı yeni hayat, biliyordu.
Şişman adam yine konuşuyordu. Hiç susmuyordu. Her akşam o sıkıcı Haberler’e çıkacak birşeyler söylemeyi nasıl başarıyordu acaba? Babası da her akşam inatla seyrediyordu şişman adamı. Sonra ışıkları söndürüyor ve yatıyorlardı. Zaten geceleri sokağa çıkmak yasaktı. Babası sabah kalkıp çalıştığı matbaaya gidiyor, annesi de onu alıp bütün komşularla birlikte kuyruğa giriyordu. Fakir sayılmazlardı ama yine her istediklerini yiyip içemiyorlardı.
Annesiyle babası heyecanla uyandı ve sokaktaki gürültülerin nerden geldiğini anlamak için odasına geldiler. Ön tarafa bakan tek oda onun odasıydı. Uyandı, annesine sarılıp onun pembe sabahlığının yanından kafasını uzatıp sokağa baktı. Hiçbirşey görünmüyordu. Babası tahta radyoyu açtı. Duyduğu ses, hayatın bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anlatmaya çalışıyordu. Gençlik yılları da çok zorlu geçti. Ama o gece duyduğu ses haklıydı. Çocukluğunda yaşadıklarını bir daha asla yaşamadı.
Üniversiteden mezun olmak üzereydi. Mezun olur olmaz da yüksek lisansa başlayacaktı. Başvurmak için fazla vakti kalmamıştı. O yüzden fotoğraf çektirmek için evden çıkmalıydı. Oysa en heyecanlı yerindeydi. Metroya yüz metre uzaktaki evinden çıktı. Metroya bindi ve şehir merkezine gitti.
Metro çıkışında Kızılay'da binlerce insan toplanmıştı. Bütün meydan kırmızı beyaza bürünmüştü. Çalan müziğin sesi öylesine yüksekti ki yürüdükçe ellerinin titrediğini hissediyordu. Son birkaç yıldır yaşadıkları umutsuz hayatın verdiği hırsın en somut yansımasıydı bu. Bu kazanmışlığın onun hayatına hiçbir etkisi yoktu. O yüzden neden mutlu olması gerektiğine anlam veremiyordu. Ama yine de kırmızı beyaz kalabalıkla birlikte kutladı dünya üçüncüsü oluşlarını.