Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '11

 
Kategori
Sinema
 

Milk

Milk
 


Dünyanın her yerinde ama özellikle insan hakları ve demokrasi açısından daha az gelişmiş ülkelerde azınlık olmak zordur. Azınlık; toplumun genelinden farklı olmayı ifade eder. İnsanlar genellikle kendilerine benzeyen insanlardan hoşlanır ve onlarla birlikte yaşamak ister. Ama insanlar farklıdırlar işte . İnanç olarak, düşünce olarak, cinsiyet, renk, ırk, cinsel tercih olarak farklıdırlar. Ve herkes bir diğeri için , öteki durumunda olabilir. Toplumun tüm bireyleriyle birlikte hak , adalet ve özgürlükten eşit olarak yararlanma anlamında denge, farklı ve güçsüz olanın aleyhinde işler çoğu zaman.

Toplumda var olan sosyal, kültürel, ahlaki ve dini yapı farklı olanı, kendi varlığına bir tehdit olarak algılar. Çoğunluk her zaman sayısal bir anlam da taşımayabilir. Siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel anlamda güçlü olmak da bazen çoğunluk anlamına gelebilir . Ve bu çoğunluk, gücü oranında ya azınlığı yok sayar ya da onu yok etmeye çalışır. İşte o zaman azınlıkta olanın var olma mücadelesi başlar. Kadın hakları mücadelesi gibi, zenci hakları mücadelesi gibi, dini ve ırkı ve inancı nedeniyle ayrımcılığa uğrayanların mücadelesi gibi.  

Ve bazı insanlar bu var olma mücadelesinde öncü rolünü sadece kendileri için değil, diğer tüm farklı olanlar, azınlıklar ve ezilenler adına üstlenir. Umut olur, umut verirler. Harvey Bernard Milk gibi...

Amerika'nın Kaliforniya eyaletinde cinsel yönelimini açıklayarak belediye meclisine seçilen ilk eşcinsel politikacı olan Milk'in biyografik hikayesini ve var olma mücadelesini bir sinema filminde izlerken sadece eşcinselleri değil, toplum olarak ötekileştirdiğimiz her kesimi, var olan önyargılarımızla birlikte bir kez daha düşündüm.

Filmde ötekileştirilmiş, toplumdan dışlanmış insanların var olduklarını kanıtlamak için verdikleri mücadelenin öyküsü çok etkileyiciydi ve saygı duymamak mümkün değil. Diğer yandan böyle gerçek bir mücadeleyi ve tabu olan görüntüleri Sean Penn'in muhteşem oyunculuğuyla izlemek insanı sarsıp silkeliyor. Hem sinema sanatı adına silkeliyor hem de yarattığı farkındalıkla at gözlüklerimizi, önyargılarımızı kırıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer 2009 yılında hazırladığı "Radikalizm ve Aşırıcılık" adlı araştırması kapsamında, 34 ilde 1715 kişiye sorulan "Kiminle komşu olmak istemezsiniz?" sorusuna, katılımcıların %87'si "eşcinsel" kişiler olarak yanıt vermiş. Diğer yanıtlar;
İçki içen" - %72
Hiçbir dine inanmayanlar" - %66
Yahudi" - %66
Hıristiyan" - %52
Amerikalı bir aile" - %43
Kızları şort giyenleri" - %36
Başka bir ırk veya renkten" - %26 olarak sıralanmış.

İlginç sonuçlar tabi . En yüksek oran, %87 ile eşcinsel kişileri kapsıyor. Sadece ülkemizde değil aslında, dünyanın her yerinde ve her zaman insanlar, eşcinsellerden korku ve kaygı duyuyor ve bu olumsuz tutumlarını şiddete bile vardırabiliyorlar. Hiç kimse böyle bir durumda yaşamak, ayıplanmak, hor görülmek, yok sayılmak, dışlanmak istemez. Ama bu durumu bir olgu olarak kabul edersek; onlar vardırlar ve farklıdırlar. Önemli olan onlarla birlikte insanca bir paylaşım içinde nasıl birarada yaşayacağımızdır.

Kişisel olarak ben eşcinsellere bir hasta, bana ve yakın çevreme zarar verebilecek sapık insanlar önyargısıyla bakmıyorum. Benimle komşu olmalarında hiçbir sakınca da yok. Diğer komşularımdan beklediğim toplumsal yaşamın gerektirdiği uyulması gerekli kurallara uymaları koşuluyla başka bir beklentim de yok. Tacizci, tecavüzcü, ve istismarcı önyargısıyla da bakmıyorum onlara. Tercihlerini kendi mahremiyet alanları içerisinde gönüllü birliktelikleri ile yaşamaya çalıştıkları müddetçe.

Ama bu onlara karşı sıfırlanmış önyargılara sahibim demek de değil. Bir yakınımın ya da çocuğumun eşcinsel olması herhalde beni hem onun adına korkutur hem de çok üzerdi. Dışlanacağı ve her zaman çok zor ve kabullenilmeyen bir hayatı olacağı için. Normal bir işi, bir aile yaşamı, sosyal yaşamı olamayacağını ve mutsuz olacağını düşündüğüm için. Üzülürdüm ama herhalde onu yargılamaz , suçlamaz, dışlamaz ve sapık olarak da görmezdim.

İnsanlar kendi değer yargılarıyla onları ahlaksız ve sapık olarak görüp istemeyebilirler. Bazen de sadece yukarıda sıraladığım kaygılarla çocuklarına kötü rol model olacağı kaygısıyla istemeyebilirler. Ama bu kaygılarını kendilerinin nasıl bir anne baba olduğunu sorgulayarak giderebilirler belki. Çünkü bir çocuk için en önemli rol model anne ve babadır.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu yazım klasik bir film eleştirisi değil. Bir filmin bana düşündürdükleri. Kendilerine dayatılan değerlere başkaldırabilme cesaretini gösterenlerin mücadelesini, haklarını arayan insanların savaşını, umudun savaşını izlerken konuyu sadece eşcinsellerin konusu olarak da düşünemedim.
"Umut olmadan, öz varolamaz. Sadece umutla yaşanamaz. Ama umut olmadan da hayat yaşanmaya değer değildir." diyen Milk'in yerine koydum kendimi, onun tüm farklılıklarıyla. Ve bir insan olarak. Dili, dini, inancı, düşüncesi, rengi ve cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa uğramış, yok sayılmış, hor görülmüş tüm insanların yerine koyarak izledim.

Film konusunda söyleyeceklerim ise ; Milk, dönemsel-siyasal bir belgesel, bir biyografi filmi ve konu oldukça hassas. Bu hassas konu cesurca, son derece titiz ve gerçekçi olarak perdeye yansıtılmış. Bence son yıllarda Amerika'dan çıkan en iyi filmlerden biri. Böyle biyografik filmlerde fazlaca yönetmen yorumu ya da kurgu harikası beklenemez. Ve bu nedenle zaman zaman sıkıcı bile olabilir. Ama ama ama...Sean Penn; başlıbaşına bir efsane; böyle bir oyunculuk olamaz dedirten cinsten bir cesaret ve performans sergilemiş filmde. Ve esas o muhteşem oyunculuğuyla filmi bir üst seviyeye taşımış. Soyunmam, öpüşmem, sevişmem diyerek kendisine sınırlar çizen oyunculara karşılık, "işte sanatçı, işte oyuncu" farkı budur dedirten cinsten bir incelikle işlemiş rolünü, tüm aykırılığına rağmen, cesaretle ama itici ve bayağı olmadan.

Öyle böyle, her oyuncunun yapabileceği şeyler değil bunlar.Ve bu rolüyle 2008 en iyi oyuncu Oscar'ını da sonuna kadar hak etmiş.Helal olsun.

Dustin Lance Black’in yazdığı senaryonun yapısı çok başarılı. Black’in hikayeyi Harvey Milk’in suikastinden kısa bir süre önce kaydettiği kasetten gerçek alıntılar etrafında kurgulaması ve Milk’in çocukluğunu ve gençliğini atlayarak 40 yaşında San Francisco’ya taşınmasıyla başlatması filmin temposu açısından doğru bir seçim.En İyi Özgün senaryo dalında o da Oscar'ı fazlasıyla hak etmiş.

Yönetmen ;Gus Van Sant.

Ne diyeyim...İzleyin... Farklı bir pencereden bakın, hayata ve insanlara.  

Tijen Taşlı- İzmir





 

 
Toplam blog
: 156
: 2800
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR. 9 Eylül Ünv. İşletme mezunu, 9 Eylül Ünv.Sosyal Bil. Ens.Sağlık Kurumla..