- Kategori
- Sivil Toplum
Milliyetçilik üzerine bir yazı(2)

"Refleks" olarak tanımlamak yeterli mi bilemem ama insanlar yanlızlık çemberinin içine girdikçe önlerindeki seçenekler azalacak, hareket alanları daralacak, söylemleri azalıp yavaşlayacak ve sonunda da en güvenli bildikleri limanlara kendilerini demirlemeye çalışacaklardır. Buna "refleks" veya başka isimler koyabilirsiniz ama sonuçlarını tahmin edebilirim: Günümüz gerçeği.
Milliyetçilik ve ümmetçilik, o denli zıt kavramlar olmalıyken ortaya çıkan sonuçlar, güvenli limanlar arayan halkın eğilimini göstermesi açısından önemliydi (son yapılan araştırma). Ümmet toplumunda ortak dini öğretiler ve inanç esas alınırken, milliyetçilik kavramında ırksal temeller önde durmaktadır. Ülkemize özgü gibi görünmekte olan ırksal-din birlikteliği, sayın Dündar'ın ve sayın Civaoğlu'nun bugünkü köşe yazılarında da vurguladıkları gibi, yakın tarihimizde batılı devletlerin bölgesel çıkarları nedeniyle geliştirilip işlenmiş ve topluma sunulmuş bir "anlaşılma" biçiminden çok, geleneklerin gösterdiği "güvenli limanların" birlikteliğiydi aslında.
Yılardır kafamda çözüm arayan bir soruydu, batılıların, 11 eylülün sorumlusu gösterdikleri radikal İslamı neden hep bölge için çözüm olarak dayattıkları konusu. Huntington'ın BOP için batılılara "klavuz kaptan" fikirlerine uzun uzadıya girmeyeceğim. Bu konuda sayın Emre Kongar'ın, vereceğim web adresinden ayrıntılı incelemesi okunabilir: http://www.kongar.org/makaleler/gop_neyi_amacliyor.php
Şimdilerde şekillenmeye başlayan, veya daha doğru bir anlatımla, olayları kavramamı sağlayan Irak'taki süregiden olaylara baktığım zaman daha iyi anlayabiliyorum. Sayın Lale Beşe hanımefendinin uluslarası politika anabaşlıklı yazısına yorumumda da belirttiğim gibi, batılı devletlerin bölgedeki enerji kaynaklarını yönetme önceliği dışında, uzun vadede küresel ısınma sonunda ortaya çıkacak yeni dünya düzeninde zengin batıdan daha fazla "şeyler" talep etmeyen, parçalanmış ve küçük aşiretlerle yönetilen topluluklar oluşturma planı gözlenmekte. Böylelikle, Afrika tarzı aç-çaresiz-sorgusuz toplumlar oluşturulduğunda, yaşayacakları kaderi kabul edecekleri, olağanüstü kötü koşulları için batıyı üzmeyecekleri çözümler peşinde olabilirler.
Kaba sığdırılmaya çalışılan bizler, ulus devlet sürecini yaşadığımız için kötü bir örnek olarak karşılarında durmaktayız. Dışarıdan sıcak paralar pompalanarak oluşturulan ekonomik refahın kitlelere ulaşması şimdilik yeterli görünmemekle birlikte, suni veya gerçek bir kalkınma olup olmadığı da şimdilik belli değildir. Ama bilinen veya görünen, Özalist politkaların sonuçlarında gelişen krizlerin faturalarının ödenebilirliği üzerine oturutulan bir "güven ekonomisi" kurulmaya çalışılmaktadır.
Sayın Dündar'ın "paranoyaklık" dediği, aslında sessizce süregiden olayların hissedilmeyen kısımları olarak durmakta. Halk ve görsel medya; halk ve kendi yaşam gerçekleri arasındaki denklemin bozulmasına, medya katkı yapmıştır. İdeal yaşamlar ortaya konurken, ideal düşünce sistemleri önemsiz bırakılarak halkın kendi içine yönelmesine yol açılmıştır. Irakta'ki aşiret veya bir guruba dahil olma arzusu nasil ki, kendini koruma güdüsünden kaynaklanmışsa, aşiret kavramı ülkemizde normal, olması gereken, hatta birçok şeyin üzerinde sunularak lagelleşmesine katkı yapılmıştır. Düğünlerde saçılan dolarlar, veya o gruba üye olmanın çekiciliği bilmeden özendirilimiştir. Ortanın batısının buna tepkisi olarak gelişti günümüzdeki milliyetçilik akımları bir anlamda. Halk için milliyetçilik, ordu anlamında değerdir. Vatan kavramıyla özdeştir. Ancak, günümüzde saydığım nedenlerden ötürü sığınağa dönüşmeye başlaması işin ciddiye alınacak kısmıdır.
Öncelikle anlamların-kelimlerin- ne anlama geldiğini sorgulamamız gerektiğini açıkcası defalarca burada yazdım. Neden önemli, çünkü dayatılan kavramları ayıklayabilmemiz için önemli.
"Aydın" kavramını ele alalım.
Ülkemizde aydın dediğinizde ilk akla gelen, "sol fikirli bir düşünür" olmasıdır. Sol fikirli bir düşünür, halkın gözünde kendini beğenmiş ve ulaşılmaz bir ifade taşır çoğu kez. "Herşeyi bilen ve dayatan" anlamına gelme nedenlerinden biridir, 12 eylül öncesi gurupların halk üzerinde dayatmaları. İdeolojileri son derece "halkçı" olmasına rağmen, halktan romantikçe çok şeyler ve hemen bekleyen, ardından sukut-u hayale uğrayan gurupların üyelerinin bir kısmı, eylül sonrası acımasız birer kapitalistlere dönüşünce söylediklerinden biriydi, "bu halk bişeyden anlamaz". Solun tanımlayacağı milliyetçilik kavramı da, o yüzden; "saldırgan, bilgisiz, kullanılmaya açık, fanatik olması" kadar doğal birşey olamaz. Çoğu zaman "aydın" tanımına uyan bir yazarın, derin anlatımındaki tanımlara baktığınızda bu nefreti görmek çok olasıdır.
O zaman ne yapmalıyız? Tanımlamalıyız ve anlamalıyız.
Bu topraklarda doğup büyüyen, yurt dışı görmeden yaşayan en büyük kalabalığın etkilendiği değerlere bakalım. Hani şu "reyting" denilen ölçer gibi. Tv seyrediyor, takım tutuyor, sporu fotbol sanıyor, hakları yenince yasalara başvurmaktansa kendi çözmeye çalışıyor, devletin savaş zamanı dışında gölge etmesini istemiyor, kendini "güvensiz ahlaki değerlerin" baskısı altına almış, eğlence kültürünün yerleşmediği "seyircilik anlayaşının" hükmünde keyifli sayılmayan bir hayat sürüyor. Tüm bunlar olurken bir de elindekilerin gidebileceğinin dedikoduları yayılıyor, bahsedilen halk güvenli limanlara yöneliyor. Çünkü o limanlar geçmişte hep işe yaramıştı.
Ülkemizde sol deşifre olmuştur dediğimde kimsenin bir itirazı olmamıştı. Üstelik, sol, "neden iyi ve insani yönleriyle deşifre olmadı" diyen de çıkmadı. Bir arkadaşım son derece iyi niyetle "okunduğumuzu" söylemiş. Umarım okunmuyoruzdur, çünkü okunuyorsak durum daha da vahimdir.
Köşelerde üretilen fikirlerin bir bölümüne bakılacak olunursa, aynı yanlış düşünce tanımlarının durmakta olduğunu görürüz. Bazen çözümsüzlük güçlünün en sevdiği olur.
Küreğimi toprağa saplayıp diyorum ki; aydın kendi tanımını yapmalıdır. İğne ondadır. Milliyetçi, ulusalcı, vatansever kimdiri tartışırken çuvaldızı biz elimize alırız.
Not: Sayın Cüneyt Arcayürek'e geçmiş olsun dileklerimi sunmak isterim.
sağlıcakla...