Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '07

 
Kategori
Haftasonu
 

Moda'da antik bir şölen!

Moda'da antik bir şölen!
 

Pazar sabahı, kadim dostum Mo (Gökçe), Kadiköy'de bir kitapçıda yakaladı beni. İlk konuşmamız kısa sürdü. Bir sonraki arayışında, rahat rahat konuşayım diye, kendimi Moda yolunda bir kaldırıma bıraktım. Konforlu bir kaldırımdı. Az atrakriyonla denizi rahatlıkla görebileceğim bir yerde konumlananlardandı. Ve, deniz öyle güzel gözüküyordu ki, şu kayanın dibinden suya atlasam mı diye bile düşündüm.

Bu düşünceler öylesine kaplamıştı ki yüreğimi, telefondaki dostuma, "Hadi, kalk gel, Moda'da turlayalım." dedim. O da, yine, sıklıkla gelen saçmalama nöbetlerimin farkında olduğundan, hiç bozuntuya vermedi ve "Çok isterdim ama çok uzak cici, İzmir'de oturuyorum, hani biliyorsun" dedi. Şımarmayla karışık, dostunu özleyen bir ses tonuyla, "İyi, gelme, beni de zaten bıraktın burada, aşkolsun sana!" diyerek çemkirdim.

Çemkirdim, diyorum, çünkü insan çok sevdiği bir insanın uzakta olmasına -mekan, şehir, ülke, öbür odada-tahammül edemiyor. Onu hep kalbinde, oradan oraya taşıdığından, istiyor ki, her istediğinde yüreğinden çıksın, yanına konsun. Ama olmuyor, olamıyor. Sevmek, belki de bu yüzden hep özlemek demek...

Yanındayken, uzaktayken, dibindeyken bile özlemek. Hiç durmamacasına...

İşte, tam bu ruh durumunda, dostunu özleyen bir serçe kuş gibi, oradan oraya atarak kendimi Moda Çay Bahçesi'ne attım. Nefes almak için en ideal ve çayı tavşan kanı cinsinden olan bahçeme. Dostlar, araya giren mesafeler diye düşünürken, gazete okudum, Rio/çan fıstıklı yedim. (Zaten bu aralar, çikolata çeşitlerinden en çok Rio'yı seviyorum, sonumu da merak ediyorum. Anlıyorsunuz derdimi.)

Tam çikolatam bitti, yandaki sevimli gözüken fakat her dakika havlayan permalı kafalı köpek canımı sıkmaya başladığında, sevdiğim bir başka dostum, çat diye aradı, pat diye geldi. Bir de baktım ki, kıvırcık saçları havada uçuşan hüzünlü prenses de gelivermiş. Körler, sağırlar birbirini ağırlar, tadında biraz sohbet, çay içimi, permalı köpeği suya mı atsak diye dellendikten sonra, kendimizi yollara vurduk. Sanki çöldeyiz gibi anlattığıma bakmayın, Moda yolu, Fransız klisenin hemen oradan bahsediyorum. Ve tam o sokaktan geçerken, bir gizli köşkün içinde cafe ibaresi gördük. Değişik bir yer olduğunu hissettiğimden, bastırdım ve giriverdik köşkün kafesine.

Sessizliğin insanın tenini usul usul okşadığı bir mekan Eskidji Moda Köşkü Cafe. Oturuyorsunuz, sessizlik ve ağaçların altından güneşten hem korunup hem de güneşin aralıklardan usul usul sezişini hissediyorsunuz. Sonra, güzel bir yemek, ardından da güzel yapılmış bir Türk Kahvesi...

Keyfin, özlemin, aşkın, anıların, bir bir önünüze düşebileceği bir yer. Ama bunu yaparken sarsmıyor, her hissettiğimizin gerçek olduğunun farkında davranıyor.

Ispanaklı makarnası, mantısı ve her şeyi süper kıssadan hisse.

Bir de minik ama çok özel bir sır: Eskidji, müzayedelerin de yapıldığı bir sanat evi olduğundan, mönüden seçtiğiniz yemeklerle bahçe dışında, köşkün içindeki masalarda da (hepsi antika ve belki de hayatınızda bir kez oturacaksınız, her an satılma ihtimali var) yemek yiyebiliyorsunuz. Güzel şarap kadehleri de (güzel kadehler önemlidir!) var, benden söylemesi...

Sevgiliyle; İngiliz, İtalyan ve Fransız yapımı onlarca antika eşya eşliğinde yemek yiyebilir, gözlerinizdeki parıltıya başka çağlardan kalan tılsımları, aşkı ve ruhu da katabilirsiniz...

Sevgilinizin, mis çiçekler gibi kokan, tazecik aşkını hiçbir şey bozamaz, bunu ben de biliyorum pek tabii ki!

 
Toplam blog
: 87
: 1432
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

29 yaşında ve yengeç burcuyum. Her sabah 'flu' gözlerle dünyaya merhaba dememi sağlayan 5 numara göz..