Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '11

 
Kategori
Dilbilim
 

Modern Dilbilimi ve Blog sözcüğü

Modern Dilbilimi ve Blog sözcüğü
 

I. Bölüm

Blog sözcüğüne eleştirel bir yaklaşım

Modern Dilbilimi ve Sözcüklerin dil içindeki seyri

Dilbilimi gibi soyut bir konuyu ele alıp siz değerli okuyanlarımı sıkacağım için, anlayışınıza sığınarak hepinizden peşinen özür diliyorum. Bu yazıda, “Kaynağını bilimden almayan hiçbir bilgi kalıcı ve geçerli değildir” ilkesinden hareketle, üzerinde söz dalaşı yapılan “blog” sözcüğüne dilbilimsel bir yaklaşımla açıklık getirilmeye çalışılacaktır. Somut verilerden hareketle değerlendirilmesi yapılacak konu, asla birilerinden rövanş almak veya tartışma yaratıp bilgiçlik taslamak amacıyla değil, tamamen yukarıda sözü edilen sorunu aydınlatmaya yöneliktir. Bilimsel çalışmalarda kişileri hedef almak, tarafsızlık ilkesine aykırı olduğu gibi, bilim etiğine de uygun değildir. Genel kabul görmüş doğrular, herkese karşı savunulması gereken toplumsal ortak realitelerdir. Galileo’nun Engizisyon Mahkemesi’nde dediği gibi, “Ben dönmüyor desem de, dünya dönmeye devam ediyor” sözleri, bu konuda verilebilecek en çarpıcı örnektir. Birileri gerçeği inkâr etse de, dünya dönmeye devam ediyor. Biz “blok” desek de demesek de, hakikat güneşi etrafı aydınlatmaya devam edecektir. Ancak gerçeğin doğal ışığına karşı gözlerini kapayanlar, sadece kendilerine karanlık üretirler. Burada önemli olan okuyanların eleştirel değerlendirmesi ve bu sayede gerçeğin gün ışığına çıkmasıdır.

Modern Dilbilimin kurucusu olan İsviçreli bilgin Ferdinand de Saussure’ün dil konusundaki tespitleri, iddiamıza temel oluşturacaktır. Saussure göre dil, toplumsal bir eser olup, kişi olmadan da vardır. Kişinin dışında gelişen dilin iki yönü olduğunu ortaya koymuştur. Dil toplumsal bir dizge, söz bireysel bir eylemdir diyor. Dilin toplumsal yönüne lisan (language)*dendiğini, diğer yönü ise kişinin eylemi ile ve konuşma organlarının yardımıyla sese dönüşen söz olduğunu ortaya koymuştur. Kişi, konuşulan dili ne tek başına yaratabilir, ne de değiştirebilir. Dil, hem içimizdedir, hem dışımızda. Hem durmuş oturmuş bir yapı, hem de durmaksızın değişen oynak bir düzendir. Lisan ile sözün birbirinden ayrı ele alınması gerektiğine değinen Saussure, böylece dilbilim alanında daha önce benzeri görülmemiş yeni bir araştırma yönteminin çığırını açmıştır.(1)

F. de Saussure dili, kişinin dışında bulunan ve toplumun malı olan ortak bir eser olarak görmüş, ad yığını olarak değil, bir işaretler sistemi olarak ele almıştır.(2) Saussure’ün araştırma yönteminde kelimenin kökeni önemsenmemiş, sistem içinde diğer kelimelerle ilişkisi dikkate alınmıştır. Bu yazıda, toplumla beraber var olan dilin söz dağarcığına katılacak yeni sözcüklerin (işaretlerin) sistem tarafından, kabul görüp görmeyeceği konusu ele alınacaktır. Nasıl ki organ naklinde doku uyuşmazlığı söz konusu oluyorsa, yeni üretilen sözcüklerin canlı bir organizma olan yaşayan dilin dokusuna uyumu, konumuzun özünü oluşturacaktır.

Konuşma sesi ve harf:

Gerek yazı dili, gerekse konuşma dili cümlelerden oluşur. Savımızın tutarlı temellere dayanması yönünden, burada cümlenin en küçük öğeleri olan harf ve ses üzerinde durulacaktır. Sesi ve harfi esas alıp öne çıkaran bir cümle tarifi yapılacak olursa, “ Aralarında fonetik, gramer ve psikolojik ilişkiler bulunan, yazı dilinde tek bir kelime, ya da birçok kelimeden oluşan, konuşma dilinde ise bir tek söz ya da birçok sözden kurulmuş, bir fikrin, bir isteğin, bir durumun, bir aksiyonun, bir düşüncenin, bir duygunun iletilmesini sağlayan bir birliktir.” şeklinde tarif ederiz.(3) Bu tanıma göre yazı dilinde cümleler kelimelerden, konuşma dilinde ise sözlerden kurulu terkipler olduğu anlaşılacaktır.

Söz, ciğerlerden çıkan nefesin gırtlak, ağız, dil, dişler v.s. gibi konuşma organlarında biçimlenmesi ile meydana gelen bir yapıdır. Bu yapıyı oluşturup ören taşlar, sözün en küçük parçası olan sestir. (4) Buna göre bir ses bileşimi olan ve söz denen bu boş yapıların içlerinin anlamla doldurulmasıyla meydana gelen, çevremizdeki nesneleri ve kavramları işaretleyen semboller ise sözcüklerdir.

Bu açıklamaların ışığında “ağaç”, “çiçek”, “renk” gibi üç birlik sözcüğünü ele alarak inceleyecek olursak, ciğerlerden çıkan nefesin çeşitli konuşma organlarında biçimlenmesi ile boğumlu ses haline dönüşerek ağızdan çıkması, karşımızdaki alıcının duyu organları tarafından bir ses bileşimi olarak algılanır.(kommunikation)* Algılanan bu ses bileşimi, buraya kadar açıklanan bölümde sadece sese dayalı fiziksel bir yapıdır. Bu dili bilen veya bilmeyenler tarafından bir ses bileşimi olarak duyulur.

Oysa yukarıda verdiğimiz örnek sözcüklerin ve benzeri bütün birliklerin, o dili bilip kullananların zihinlerinde bir akustik hayali (akustik imajı) vardır. Zihindeki bu akustik hayaller, duyulan ses kompleksi ile birleşince kavramlar (tasavvurlar) ortaya çıkar. Tabiatta gerçek olarak bir ağaç, bir çiçek, ya da renk yoktur, elma ağacı, armut ağacı, kayın ağacı v.s. ağaç çeşitleri vardır. Ayni şekilde karanfil, gül, menekşe v.s gibi çiçek çeşitleri, keza kırmızı, beyaz, mavi v.s. gibi renk çeşitleri vardır. Zihnimizde bütün bu ağaç çeşitlerini içine alan bir tek ağaç kavramı, bütün çiçek çeşitlerini içine alan bir çiçek kavramı, bütün renkleri içine alan bir renk kavramı olduğu görülmektedir.

Zihnimizde var olan bu kavramlar, yazı dilinin en küçük parçası olan harflerle örülmüş yapılara doldurulunca kelimeler meydana gelir. Konuşma dilinin en küçük parçası olan seslerle örülmüş yapılara dönüştüğü zaman ise, sözler ve kavramlar meydana gelir.(6) Gerek fonetik gerek fonoloji, dilin söz yanını inceleyen disiplinlerdir. Fonetik, konuşma seslerini inceleyen ve bunların çeşitli dillerdeki kullanılışını öğreten bir disiplindir. Fonetik, ses iletiminin fiziksel, akustik ya da fizyolojik yanını ele alırken, fonoloji ise dildeki anlam ayırt edici öğeleri fonem (phonem)* ve morfemi (morpheme)* ele alan bir disiplindir.

Bir dilin söz dağarcığından söz etmek, o dilin örgüsünü oluşturan yapı taşları dediğimiz kelimeleri akla gelmektedir. Sözcükler, dilin öteki öğeleriyle sıkı ilişki içinde olsa da, özellikle somut kavramları ifade eden sözcükler zihinde tek başına belli bir imaj uyandırabilecek niteliktedirler. (7)Yazı dilinde işaret veya simge adını verdiğimiz bu sözcükler, F. De Saussure göre zihindeki tasavvura bağlı ve ondan hiç ayrılmayan yukarıda değindiğimiz akustik imaj denilen ve sözlerle birleşen bir bağlaç işlevi gördüğünü ifade etmektedir. (8) Dilimizdeki “at”, “elma”, “güneş”, “çekiç” gibi sözcükler söylendiğinde, bu dili kullanan her bireyin zihninde tek tek, belirli imajlar uyanır. Zihindeki bu tasavvurların dilsel bir değer kazanması, ancak konuşma organlarının düzenli çalışarak sese dönüşmesiyle olur.(9)

Bu genel açıklamalardan sonra şöyle bir soru akla geliyor. Acaba “blog” simgesi (işareti) veya sözü, zihindeki tasavvura bağlı ve ondan hiç ayrılmayan akustik imajı birleştiren bir bağlaç işlevi görüyor mu? Başka bir anlatımla, “blog” sesi halkın belleğinde bir tasavvur oluşturmuş mu? Türk diline henüz girememiş “blog” sesine anlam yüklemesi yapılamamışsa ve zihinde akustik imajı mevcut değilse, bu sözün veya simgenin kullanılırlığından ve anlam değerinden söz etmek mümkün değildir. Bu sesi algılayanlar bir kavramdan ziyade, anlamsız bir ses bileşimi olarak duyacaklardır. Henüz böyle bir kavram ve zihindeki tasavvuru ortaya çıkmamıştır. “Blog” sesini algılayan her bireyin zihninde, olsa olsa büyük bir ihtimalle dilimizin söz dağarcığına girmeyi başaran Fransızcadan dilimize giren “blok” sözcüğünü çağrıştıracaktır. Demek ki, “blog” sözcüğü fonolojik özellikleri bakımından güncel konuşma ve yazı diline girmeyi başaracak alt yapıdan yoksundur. Sözcüğü fonem ve morfem bazında irdelemek, hassas bir uzmanlık konusu olup, ilgi alanımızın da dışındadır. Modern Dilbilimine göre “blog” sözü güncel dile girmeyi başarabilmiş olsaydı, önce toplumun çoğunluğunun zihninde akustik imajı yerleşecek, sonra da sözlüklerdeki yerini çoktan almış olacaktı.

…devam edecek

İstanbul, 13 Ağustos 2011 Cumartesi

Bu bölümde yararlanılan kaynaklar:

1. ) Selen Nevin, Alman Dili’nin Fonolojisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları: No.252, Ankara – 1975 s.12, 13 (1)

2. ) Deutsch, Verstehen – Sprechen – Screiben, Herausgegeben von Herman Stadler, Fischer Kolleg 6, Das Abitur – Wessen, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt am Main 1973 ISBN 3 436 01786 8 s. 11

3. ) Selen N. a. g. e. s, 23 (1)

4. ) Selen Nevin, Phonologie Morphologie Syntax der Deutschen Sprache, 2. durchgesehene und erweiterte Auflage, Türk – Alman Kitapevi, Arpaz Matbaacılık Tesisleri, 1986 Merter – İstanbul, ss. 37 -50 (2)

5. ) Selen N. a. g. e. s.19 (1)

6. )Selen Nevin, Türkler İçin Alman Dilinin Telâffuz Kuralları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Yayınları: 199, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1970 s.23, 24 (3)

7. ) Aksan, Doğan, Her yönüyle Dil (Ana çizgileriyle Dilbilim) III. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1982 s.17

8. ) Selen, a.g. e. s.13 (1)

9. ) Aksan, D. a. g. e. s.17

language* – dil, lisan

Fonem* – Kelime gövdesinde anlam ayırt edici en küçük ses belirtisine verilen ad

Morfem* – Fr. Kelimelere gramer bakımından biçim veren çoğu ek halinde olan kelime parçaları, biçim birimi.

kommunikation* – iletişim, haberleşme 

 
Toplam blog
: 72
: 1140
Kayıt tarihi
: 09.12.07
 
 

Rize merkez ilçeye bağlı Yiğitler Köyünde doğdum. Lise bitinceye kadar ilk gençlik yıllarımı geçird..