Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Monglar

Siz adımınızı atmadan onlar atar. Gözünüz yaşarsa, sizin daha eliniz mendile ermeden onlar hüngür, hüngür ağlarlar. Onlar en acı tren çığlıklarındadırlar. Yâda iki sevgilinin kavuşma anında yanı başındadırlar. En taze çiçek kokusunda, bir annenin çocuğuna sunduğu ak sütündedir onlar. Coşkun akan ırmaklar üstüne kurulmuş taş köprüdür onlar...

Zamanların en eskisinden, çağların en bilinmezinden, dünyada insan yokken daha, dünyanın tek hâkimiydiler onlar. Başları göğe ulaşan dağların arasında bir inçe patika yolla ulaşılan, büyük ve yaşlı ağaçlarla kaplı geniş bir ormanın çevrelediği kendi dünyalarında yaşarlardı. Bildiğimiz insana benzeyen ama insanlardan fazla yetenekleri olan canlılardı onlar. İsterlerse kendilerini görünmez kılabilirlerdi. Başkasının aklından geçeni bilebilirlerdi. Kendilerinden başkalarına güvenmeyen, biraz bencil, biraz mağrur onlar Mong’ lardı.

Dedik ya dağlar arasında, orman içinde bir dünyaları vardı. Bu dünyalarında kendi bildik yaşamlarında gayet mutlu bir hayat sürerlerdi. Bir birlerinin aklından geçenleri bildikleri için hiç yalan söylemezlerdi. Ölümsüzdüler Mong’ lar. Her üçyüz yılda bir dağdaki bir mağarada bir haftalık bir uykudan sonra küçük bir Mong olarak yeniden dünyaya gelirler. Bu yeniden dünyaya gelişten sonra eski hayatlarını hiç hatırlamazlardı. Anne ve babaları olmayan Mong’ lar cinsiyetsizdiler. Büyük ve verimli tarlalarda kendi yetiştirdikleri Kong sebzesi dışında bir şeyle beslenmezlerdi. Birde her sabah içtikleri ve yine dağda kaynağı bulunan mavi bir sıvı içerlerdi. Bu sıvıya da Mang derlerdi. Zaten Mong’ da Mang’ ın halkı anlamına gelirdi. Mangların başında, Büyük Zang bulunurdu. Hepsinden hem yaşça, hem de bilgice daha ileriydi Büyük Zang. Ne zaman başları sıkışsa ona giderlerdi. Hoş kendilerine ait bu dünyada ne sorunları olacaktı ama ara sıra Mang sıvısı yüzünden tartışmalar çıkmıyor değildi. Sen çok içtin ben az içtim gibisinden. Daha Büyük Zang olayı duymadan kendi aralarında sorunu çözerlerdi ama bazen içlerinden biri inatçılık yapıp ayak sürdüğü zaman sorunu Büyük Zang fazla uzamadan iki tarafı da hoşnut edecek şekilde büyük bir ustalıkla çözmeyi başarırdı.

Sabah erken başlardı bu dünyada, ne bir kuş sesi, ne bir çocuk kahkahası. Ağlamayı, gülmeyi bile bilmezlerdi Mong’ lar. Hatta zorda kalmayınca konuşmazlardı bile.

Mong’ ların bir özellikleri de okuma ve yazma bilmeleriydi. Belki de az konuşmaları bu yüzden di. Kendilerine özgü bir alfabeleri, bir dilleri vardı. En önemlisi sırrını Büyük Zang’ ın bildiği bir tür kâğıt üzerine yazı yazıp saklarlardı. Bu küçük dünyada neler görüp, neyi yazacaklar demeyin. Onlar küçük dünyalarının dışına çıkmayı çoktan öğrenmişler bile. Onlar görünür hayatlarını burada yaşasalar bile her üçyüz yılda bir hafta gözden kayıp oldukları zaman, başka bir dünyaya onlarca kısa bizce uzun bir ziyaret yaparlarmış.

Bu ziyaretten sonra yeniden kendi dünyalarına döndükleri zaman akıllarında kalan bazı hatıraları, biraz abartılıda olsa yazarlarmış. Ama her şeyi hatırlamazlarmış, ya da izin verilen kadar kalırmış akıllarında.

 
Toplam blog
: 405
: 914
Kayıt tarihi
: 19.04.07
 
 

Okumayı ve kendimce yazmayı severim. Samimi eleştirilere açık biriyimdir. ..