- Kategori
- Öykü
Tek taşlı yüzük
Uzun süredir birliktelerdi. Aralarında sevgi ve sevgili olmaktan öte bir bağlantı yoktu. Biri diğerinin yanındayken bütün dertlerini unutuyor, diğeri de ömrü buyunca tadamadığı güzellikler yaşıyordu. Ne var ki bunların tam anlamıyla huzur içinde yaşamaları mümkün değildi.
Birinin kendisine ait bazı sorumlulukları, diğerinin de kopamadığı, eşi, çevresi ve sorumluluklarını bitirmişse de özlediği çocukları vardı.
Gerçi aralarındaki yaş farkı bir hayli fazlaydı ama bu hiç sorun olmuyor, aksine sevgi bağlarını daha da kuvvetlendiriyordu.
Her ikisinin de bir diğerinden maddi bir beklentisi yoktu. Kadının kendisine ait evi, az da olsa annesinden ve babasından kalma emekli maaşı vardı. Aylık geliri fazla değilse de; gençliğine ve güzelliğine güvenerek yaşlı bir erkeği sömürme gibi bir düşünceye de sahip değildi. Birlikte alışverişe çıksalar bile; şahsi ihtiyaçlarını kendi cebinden karşılıyordu.
İlk evliliğinden canı yanmış, bir daha evlenmek gibi bir düşüncesi yoktu. Başına buyruk, 23–24 yaşlarında bir kızı ve kaderin kurbanı olarak, cezaevine düşen, 19–20 yaşlarında bir oğlu vardı.
Yegâne arzusu sevilmek ve kendisine sahiplenen bir erkeğinin olmasıydı. Bunu da: AŞKIM dediği yaşlı kişide fazlasıyla bulmuştu.
Gerçi Aşkı’nın kendisine maddi bir yardımı yoktu ama ufak tefek bazı harcamalarını karşılıyordu. Ama bunlar lafı bile edilemeyecek kadar ufak harcamalardı.
Örneğin: Erkek sigara içmediği halde kadına sigara ve meşrubat parası verdirmiyor, mutfak masraflarını karşılıyor ve gezmelere çıktıklarında elini cebine attırmıyordu. Ama kadının da tek başına iken halledemediği bazı sorunları vardı.
Örneğin babasından kalan bazı taşınmazların intikali konusunda yardıma ihtiyacı oluyordu. Erkek bu konularda bilgi sahibi olduğu için, bilfiil olmasa da; fikri olarak yaptığı katkıları kadına yetiyordu.
Kadın bu beraberlikten o derecede memnundu ki: Erkeğinin gözünün içine bakıp duruyor ve leb demeden leblebiyi anlayıp onun isteğini tahmin ederek derhal yerine getiriyordu.
Aylar bir su gibi akıp geçmiş ve bu beraberlikleri; kimseye zarar vermeksizin yılları bulmuştu.
Mayısın ilk günleriydi. Kışın üşüttüğü sokaklar ısınmış ve insanlar evlerinden çıkarak, paklarda, bahçelerde ve baharın bin bir renkli, bin bir kokulu çiçekleri arasında nefeslenir olmuşlardı.
Oturdukları ev deniz manzaralı, bahçeli ve müstakil bir villa idi. Kadın erkeğinin göğsüne başını yaslamış, mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu. Yüzünde sanki erkeğine bir şeyler söylemek isteyen bir hal vardı ama nereden başlayacağını bilemez gibiydi
Bir ara haydi biraz çıkıp hava alalım diyecek oldu. Erkek öylesine meşguldü ki: kadınının bu isteğini yerine getirecek durumda değildi.
Bilgisayarının başına geçmiş, zihninde düğümlenen düşüncelerini klavye vasıtasıyla harddiske aktarmaya çalışıyordu.
Kadının yüzüne masum bir tebessümle baktı. Sanki ne olur beni hoş gör demek ister gibiydi.
Erkek kadınında bir farklılık hissetmekteydi ama her zaman yaptığı bu yaklaşımın içinde bir fevkaladelik olacağını anlayamamıştı. Bu nedenle tavrını değiştirmeksizin “ Güzelim ne olur beni hoş gör yapacak çok işim var “ diyebildi. Kadın biraz asabileşerek
n Yaaa biraz benimle ilgilensene!
n Hayırdır güzelim bir şey mi var?
n Bu gün senin doğum günün. Bak sana ne aldım!
Erkek dalgınlığından kurtuldu ve kendisinin doğum günü olduğunu ancak o zaman hatırlayabildi.
Kadın elinde tuttuğu küçük bir şeyi erkeğine verdi.
Bu kuyumcuların özenle paketlediği mavi kurdele ile bağlayıp fiyonkladıkları küçük bir kutuydu.
Erkek; bir kadın tarafından kendisine verilen, böyle bir şeyi ilk defa görüyordu. İtinayla kutuyu açtı ve içinden tek taşlı bir erkek yüzüğü çıktı. Bu kadınların kullandıkları pırlantadan tek taşlı bir yüzük değil de; parlatılmış siyah tek taşlı bir altın yüzüktü.
Erkek şaşırmıştı. Ömrü boyunca böylesine değerli bir hediyeyi ilk defa alıyordu. Aslında alma fırsatı da olmamıştı. Çünkü: Sorumluluklarının bilinciyle devamlı çalıştığından, gönül işlerine fazla zaman ayıramamıştı. Bu nedenle evlilik dışı uzun süreli beraberlikleri olmadığından, kendisini iyice tanıyıp hediye verecek kimse de çıkmamıştı. Onun için; hediyelerin insanları ne kadar mutlu edebildiğinin farkına da ilk defa varıyordu.
Kendisine derin bir sevgiyle bağlı olan kadınının böyle değerli bir hediye alabilecek gücü yoktu. Kim bilir ne kadar zamandır bunu düşünmüş ve gerçekleştirmek için gelirinden tasarruf etmişti. Hediyesini verirken gözlerinin içi gülüyor ve Aşkının nasıl bir tepki vereceğini merakla bekliyordu.
Erkek hediyesini aldı. Kadınını öptü, okşadı. Bağrına bastı ve neredeyse ağlayacak gibi oldu. Yüzüğü evirdi, çevirdi, tek taşına baktı ve yavaşça parmağına geçirdi.
Yüzüğün genişliği de o kadar uygun gelmişti ki: Neredeyse önceden ölçüsü alınmış gibiydi.
Bir süre ne diyeceğini bilemedi. Gözleri sulanmış ve şapır şupur yaşlar akmaya başlamıştı. Bu yaşlar belki de kendisinin hak edipte bir türlü takdir edilmeyişinin hasretini ifade ediyordu. Çünkü: Ne zaman birisine bir ödül verilse hislenir ve gözyaşlarını tutamazdı. Bunda belki yaşlılığının da etkisi vardı ama evlendiği günden beri, eşini mutlu etmek için her türlü gayreti göstermesine rağmen bir kere bile takdir edilmeyişinin payı büyüktü.
Kadınını tekrar kucakladı, öptü, kokladı, sonsuz teşekkürlerini sundu, bağrına bastı ve öylece uyuyup kaldı.
Rüyasında kadının kader kurbanı olarak ceza evine düşen oğlunu gördü. Sanki oğlu annesine sarılmış ağlıyor gibiydi.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Uyandıkları zaman; akşam olmak üzereydi. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı, Havlu ile kuruladı ama yüzük parmağındayken kendisini rahatsız ediyordu.
Hayatında alyanstan başka hiçbir aksesuar kullanmamıştı. Düşündü taşındı ve kararını verdi. Yüzüğü kadının oğluna hediye edecekti.
Kadınını çağırdı ve:
Güzelim! Ben bu yüzüğü aldım kabul ettim ve de inanamayacağın kadar mutlu oldum. Hayatımda hiç kimse bu kadar değerli bir armağanı bana hediye etmemişti. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Ancak ben ömrümde bir kerecik bile alyans dışında yüzük takmadım. O nedenle ben bu yüzüğü senin en değerli varlığın olan oğluna hediye ediyorum. Lütfen kabul et.
Kadın kutuyu aldı. Çantasına koydu. Erkeğini öperek hiçbir şey söylemeksizin evi terk etti ve bir daha da görünmedi…
Belki devam edecek… 10 Mayıs 2008